Gülünç olmayalım!

Gülünç olmayalım!

Bâzı olaylar cereyân etdikden çok kısa bir süre sonra mâzî olarak yerlerini başka gündem maddelerine bırakırlar. Bence 12 Hazîran Seçimleri de bunlardan biri. Cumhûriyet târihimizin en önemli seçimlerinden biri, belki de en önemlisiydi ama zaman büyük bir sür’atle akıyor. O bakımdan bizim de gözlerimizi aynı sür’atle ileriye, yeni ve hayâtî gündem maddelerine yöneltmemiz zarûrî.

Bunlar yeni anayasa, Kürd meselesi; Ermeni, Rum ve Yahudi kökenli yurddaşlarımızın durumunu “medenî” bir ülkeye yaraşan seviyeye yükseltmek, yargı ve askeriyenin ıslâhı, ana okulundan üniversiteye eğitim reformu, AB ile ilişkilerimiz, Kıbrıs Problemi, Ermenistan’la münâsebetlerin normalleştirilmesi, İsrâil’le mevcud ciddî pürüzlerin giderilmesi ve buna bağlı olarak güneydeki Arab komşularımıza politik destek ve nihâyet İran’la gitgide artan rekaabet ortamının yönetimi olarak sıralanabilir. Ancak bu, gelişigüzel ve eksik bir sıralamadır. Önem sırasına göre bir sıralama yapmam istense çok, ama çok zorlanırım.

Hâkim görüş yeni anayasa ve Kürd meselesinin öncelikle hallolunması gerektiği yönünde. Bu iki problemin âciliyeti her türlü şübheden ârî ama bu, öbürlerini erteleme anlamını da taşımıyor kanaatimce. Kısacası yeni hükûmet aynı anda yedi sekiz ayrı masada satranç oynamak zorunda kalacak. Hem de adamakıllı zorlu rakıyblere karşı.

Bu arada yeni parlamento tablosunun yeni anayasa bakımından beni endîşeye sevketdiğini de belirtmeden edemeyeceğim. Bu endîşem, AK Parti’nin yeni bir anayasa yapma konusundaki irâdesine karşı duyduğum şübheden değil, muhâlefet partilerinin yaptırmama konusundaki irâdesinden kaynaklanıyor. CHP ve MHP kendilerini onyıllardır “Türkiye Çiftliği”nin ağaları pozisyonunda tutan bir sistemi neden değiştirmek istesinler ki? Zâten daha ilk ağızda şimdiki anayasanın “değiştirilemez” ilk üç maddesine el sürdürmeyeceklerini îlân ederek kökünden “veto” dediler. Çünki bu ilk üç madde değişmezse ağzınızla kuş tutsanız “yeni” bir anayasa yapmış olamazsınız. “Kemalizm Putperestliği” geri kalan her metni boğar çünki. BDP’nin yâhut yeni seçeceği ad her ne ise, içine aldığı bâzı “ılımlı” isimlere rağmen Kürd Porblemi’ni kökünden çözmeğe büyük katkı sağlayacak bir anayasayı benimsemesi ise kendi varlık sebebini bizzat ortadan kaldırmak mânâsına gelmez mi?

Ben bu bakımdan AK Parti’nin 330’un altında kalmasını olumsuz bir gelişme olarak değerlendiriyorum.

Bu arada “Türk” kelimesinin tedrîcen âdetâ bir bulaşıcı hastalık gibi muâmele görmesi de canımı sıkıyor. Evet, bu kelime etnik bağlamda kullanılarak ağır hatâ işlendi ve sûiistîmâl edildi. Ama edildi diye adımızdan ferâgat mi edeceğiz? Peki, ne diyelim?

İkinci Dünyâ Savaşı’ndan sonra Avusturya Almanya’dan tekrar koparak ayrı devlet olunca “Alman” (deutsch) olan her şeye karşı alerji duyuluyordu. Oysa Âzerîlerin Türk olması gibi Avusturyalılar da düpedüz Almandır. Fakat bu alerjiyle “Almanca” demeyi bile yasaklayarak okullardaki Almanca dersine “Ders Dili” (Unterrichtssprache) demişlerdi uzun süre.

Lütfen gülünç olmayalım!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi