M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Din Elden Gidiyor mu, Gitti mi?

Din Elden Gidiyor mu, Gitti mi?

DİN elden gidiyor mu, yoksa gitti mi?.. İşte cevap bekleyen çetin soru...

Din ve Şeriat elden gitti ama ism ve resm olarak bir şeyler kaldı.

Milyonlarca Müslüman bu durumun farkında değil.

Şöyle diyenler var:

Her yer cami ve minare dolu, günde beş kez. Yakındaki binaların camlarını zangırdatarak yüksek sesle Ezanlar okunuyor. Bu da gösteriyor ki, din yerli yerinde duruyor...

Böyle söyleyenler ikiye ayrılır:

İyi niyetli saflar ve cahiller.

Müslümanları uyutmak isteyen hin oğlu hinler.

Evet ülke sathında on binlerce cami ve minare var ama vakit namazlarında, bilhassa sabah namazı vaktinde camilerde çok az cemaat var.

Müslüman halkın yüzde 90'ı namazı bırakmış.

Kılan yüzde 10'un kaçı camiye gidip cemaatle namaz kılıyor?

Din elden gitmiş!

Gitmiş de Müslümanlar işin farkında değil.

Soruyorum: Müslüman bir memleketin Ceza Kanununda zina suç olarak yazılmıyorsa...

Yahu Atatürk, İsmet Paşa, Celal Bayar rejimlerinde, 27 Mayıs askerî idaresinde, 12 Mart darbesinde, 12 Eylül cunta rejiminde bile zina suçtu...

Şu memlekette nikahlanmadan karı koca hayatı yaşamak, çocuk yapmak serbest ama laik nikahtan önce şer'î nikah kıydırmak suç.

Şu memlekette istediği kadar metres tutup çok karılı hayat sürmek serbest ama taaddüt-i zevcat yasak.

İstanbul'da iki bin Rum vatandaş kaldı. Onların Fener'de Patrikleri var ama on milyonlarca Sünnî Müslümanın bir İmam-ı Kebiri, bir Emîr'i yok.

Din ve Şeriat elden gitmiş!

Camiler açıkmış, minarelerden 130 desibel hoparlörlü Ezan okunuyormuş.

Müslüman cenazeleri yıkanıp kefenlenip cenaze namazı kılındıktan sonra gömülüyormuş.

Camilerde kalorifer, klima cihazı, soğuk su makinesi varmış.

Cuma hutbelerinde kardeşlikten ve barıştan bahs ediliyormuş.

Öyleyse din ve şeriat varmış...

Ya öyle mi?

Halkın bir kısmı iyice afyonlanmış.

İngiliz işgalindeki Hindistan'da bile İslam vardı.

Bizde din ism ve resmden ibaret kalmış.

Din elden büyük ölçüde gitti ama birileri elde kalanı da çok görüyor ve ılımlaştırma, dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim, Fazlurrahmancılık, üç ibrahimî din vardır, onların bağlıları da İslam'ı ve Kur'anı inkar etseler de Cennetliktir akımlarıyla o kalanı da yok etmek istiyor.

Birileri İslam'ı, Kur'anı, Tevhid'i, Resulullah'ı red, tekzib ve inkar edenler de ehl-i necat ve ehl-i Cennettir diyecekler ve gereken tepkiyi görmeyecekler. Yahu din elden gitmiş de haberimiz yok!

Ashabın büyüklerinden Enes bin Malik hazretleri uzun bir ömür sürmüş. Son yıllarında Şam'da yaşarken ağlarmış, "İslam'dan bir namaz kaldı, o da merasim olarak..." dermiş.

Bizde namaz bile yüzde on kaldı.

Trinidat adasında, Jamaica'da, Senegal'de, şurada burada büyük hizmetler edenler, siz bu işe ne dersiniz?

* (İkinci yazı)

Hırsızlık En Yaygın Spor

SÖZ ağzımdan çıkmadan iyice düşünüyorum. Bir kere değil, on kere düşünüyorum... Sonra "Bugünkü hukukî mevzuat sanki hırsızların haklarını korumak içindir" diyorum.

Hırsızlık ve haram yemek günümüzün en yaygın sporu haline gelmiştir.

Bir dar mânada hırsızlık vardır, bir de geniş mânada.

Geniş mânada hırsızlıklar:

İşe geç gidip devletin, belediyenin, işverenin vaktinden çalmak.

Bir günde yapabileceği işi on günde yapmak.

Okulda ve üniversitede kopya çekmek.

Devletin ve belediyelerin bütçelerini hortumlamak.

İhalelere fesat karıştırmak.

Daha yüzlerce dolaylı hırsızlık...

Kanunî Sultan Süleyman zamanında korkudan kimse hırsızlık yapamazmış.

Hırsızları feci şekilde idam ederlermiş.

O zamanın cezaî müeyyideleri (yaptırımları) hırsızlığın kökünü kesiyormuş.

Tabiî ki, aç kalıp fırından bir ekmek çalan kimseye merhametsizce ceza verilmez.

Lakin hırsızlığı bir spor, bir meslek haline getirenlere fazla acımamak gerekir.

Bir ara İstanbul'da kapkaççılık çok yaygındı. Mesela Aksaray'da kapkaççılık bir türlü önlenemiyordu.

Halk arasında yaygın bir kanaat vardı: "Kapkaççılar 'Filancalarla' ortak... Ortak olmasalar mutlaka yakalanırlar..."

Kur'anda hırsızların ellerinin kesilmesi emrediliyor.

İslam hukuku öncelikle hırsızlığı keser.

Ceza Kanunu hırsızlara ceza veriyor ama bu cezalar ibret-i müessire olmuyor, hırsızlık artarak devam ediyor... Demek ki, Ceza Kanunu, suçları önlemek ve azaltmak fonksiyonunu yitirmiş.

İstanbul civarında yüz binlerce yazlık, bahçeli villa inşa edildi. Yapılaşma ile birlikte hırsızlık da çok arttı.

Yazlıklarda devamlı oturulmuyor. Hırsızlar günde 24 saat üç vardiya çalışıyor.

Bir orman müdürünün gece evine girmişler, karısıyla birlikte yatarken alnına silah dayayıp beylik tabancasını çalmışlar.

Benim bağ evim dört kere soyuldu. İçinde kıymetli eşya yoktu ama yine bir şeyler götürdüler. İki jeneratör, elektrikli süpürge, pompalı lüks lambaları, hattâ piknik tüpleri...

Bundan on yıl kadar önce bir gün yorgun argın geldim, kapıyı açtım ki, ev yangın yeri gibi... Hırsız kıymetli eşya bulamayınca her şeyi dökmüş saçmış.

Yanımdakine git jandarmaya haber ver dedim, sonra sinirimi yatıştırmak için nefis bir çay demlemek üzere mutfağa girdim. Çayı demleyemedim, çünkü hırsız(lar) çay takımını da götürmüştü!

Hırsızlık çok yaygın...

Kaç sene oldu hatırlamıyorum. Küçük kız şeftali isterim diye ağlıyormuş. Para yok... Ablası dayanamamış, manavdan bir mi iki mi şeftali çalmıştı... Ve yakalanmış, cezaevine atılmıştı. Gazeteler epey yazdılar, genç kız, iki şeftali çaldığı için bayramı kodeste geçirmişti.

Bir de birkaç dilim, yemek için baklava çalan ve tutuklanan çocuklar hadisesi vardır. Merak eden internetten arayıp okuyabilir.

Büyük hırsızlar şu sıcaklarda ne yapıyorlar acaba?

Lüks otellerin roof barlarında buzlu viskiler içiyorlardır. Bazılarının viski yerine "fiski" dediğinden eminim.

Bir sahte dindar, epey mal götürdükten sonra günahlarının affı ve Zemzemle yıkanmış gibi tertemiz olmak için için umreye gitmiş, Kâbe'ye tepeden bakan lüks bir süit kiralamış.

Bir belediye kaldırım döşetmişti. Aradan altı ay geçmeden döşenen karoların çoğu yerinden oynamış, kırılmıştı. Bu da bir hırsızlık değil midir?

Devletin veya belediyenin resmî otomobilini şahsî işleri için kullanıyor... Hırsız hırsız hırsız!..

Beş sene oldu mu, devletin ambülansı ile Trakya'dan İzmit taraflarına piknik yapmaya, gezmeye gitmişlerdi. Kimler? Hırsızlar...

İnsan bazen kendine karşı hırsızlık yapar.

Vaktini öldürüyor... Kendi vaktini çalan bir hırsızdır o.

Gençliğini boşa harcıyor. Hırsız!

Zekat vermeyenler, fakirlerin hakkını çalıyor.

Hakları olmadığı halde, Kur'ana, Sünnete, fıkha, Şeriata aykırı şekilde zekat toplayanlar ve bu zekatları yine Kur'ana, Sünnete aykırı olarak sarf edenler de hırsızdır, hem de katmerli hırsız.

İslam'ın gerçekten uygulandığı Müslüman bir toplumda hırsızlık çok nâdir olur.

Bir İslam şehrinde kaybedilen bir çanta, cüzdan döner dolaşır sahibini bulur.

Bir müşteri takside para paketini unutmuş, şoför paketi polise götürmüş, polis sahibini aramış ve para törenle verilmiş... Böyle bir ülke batmış demektir.

Unutulan bir paranın sahibine verilmesi çok tabiî bir hadisedir, bunun için tören mören yapılmaz.

Eski sanatlı mezar taşlarının bile çalındığı bir ülkede yaşıyoruz.

Camilerde bir tek antika halı, kilim, seccade kalmadı.

Camilerdeki hüsn-i hat levhaları bile çalındı.

Vakıfların kıymetli eşya deposu soyuldu ve yakıldı. Kimler yaktı? Hırsızlar.

Hırsızlar ordusu yeni Ceza Kanunundan pek şikayetçi değil ama bir sıkıntıları var. Cezaevleri çok dolu olduğu için gereken konfor sağlanamıyor.

Konforlu bir hayat sürmek için hırsızlık yapanları konforsuz hapishanelerde yatırmak... Bu da bir tür adaletsizlik değil midir?

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi