Senato yetmez, Âyân Meclisi kuralım!

Senato yetmez, Âyân Meclisi kuralım!

Meclis Başkanı'nın "senato önerisi"ni, Anayasa Mahkemesi'ni hicvetmek olarak anladım. Bu öneri, Anayasa Mahkemesi'ne "Bir mahkeme olmaktan çıktınız, yasama görevi yerine getiren bir senato gibi karar verdiniz" imasını içeriyor olmalı.

Ciddiye alınırsa Meclis Başkanı'nın bizatihî kendi şahsıyla temsil ettiği Meclis'i aşağılaması olarak yorumlamak lâzım: "Siz reşid değilsiniz, yanlış karar veriyorsunuz, yanınıza biraz daha üst perdeden iş gören yeni bir heyet ekleyelim." Amerikan sistemindeki senato, başkanın merkezde yer aldığı ve federal yapıyla birlikte yürüyen başkanlık sistemi içinde anlamlı. Parlamenter sistemin kalbi ise yasama organıdır. İcra yasamadan çıkar. Bu durumda, parlamentoyu iki meclisle işletirseniz en ileri durumda yetkilendirilmiş bir lordlar kamarası ortaya çıkartmış olursunuz. Tıpkı 1961-80 yılları arasında bizim de sahip olduğumuz Senato gibi.

Senato önerisi halka güvensizliği, demokrasiye inançsızlığı ifade eder. Zaten senatonun kendisi, temsil sistemini sayılara değil, seçkinleri ön plana çıkartan başka niteliklere bağlar. Greko-romen tabirini sadece bir güreş stili değil, bugün de dünyanın takip ettiği ana siyasî gelenek ve siyasî kurumların kaynağı olarak hatırlarsak, güneşin altında yeni bir şey olmadığını da fark edebiliriz.

Senato, Latince "senex" kelimesinden türeme. "Senex" yaşlılar, özel anlamıyla bizdeki tam karşılığı "aksakallılar" demek. Bizde, ilk parlamento tecrübemizde bu meclis, anlam kayması ile toplumun ileri gelenlerini temsil eden "âyân meclisi" olarak karşılandı.

Fransa'da Fransız ihtilaline giden yol, halkın temsil edildiği ve bir emniyet supabı görevi üstlenen üçüncü Meclis'(tiers état)in kapatılması ile başlamıştı. İngiliz demokrasi tarihi, bugün hâlâ sembolik olarak varlığını devam ettiren ve senato mantığına sahip Lordlar Kamarası'na ait bütün yetkilerin parlamento(house of common)ya geçmesini anlatır. Senato'nun arkasındaki bu 25 asrı geçen uzun tarih, bu kurumun geçmişini değil, bizim bugün çözmeye çalıştığımız sorunu anlatıyor. "Cumhuriyet fazilettir" sözü, senatonun egemen olduğu Roma'ya ait. Faziletli olanlar sıradan halk değil ancak seçkinlerdir; o zaman cumhuriyet doğruyu yanlıştan ayıramayan sıradan insanların değil, fazilet sahibi olan asil sınıfın tekelinde yaşatılabilir. Roma geleneğinin temel kırılma noktasının bugün de cumhuriyet-demokrasi tartışmalarında devam etmesi, bu yüzden tesadüf değil.

İlk parlamentomuzda iki dereceli seçimle oluşan "Meclis-i Mebusan"ın yanında Padişah tarafından atanan üyelerden oluşan "Meclis-i âyân"ın bulunması, halka duyulan güvensizliğin eseriydi. 1960 darbesinden sonra, Batı bloku içinde kalabilmek için demokrasiye dönmek zorunda kalan darbecilerin, halkın yönetim üzerindeki hakkını ve yetkisini sınırlamak için bulduğu yollardan biri, TBMM'nin içine bir de Senato'yu yerleştirmekti. Farklı seçim sürelerine ve iki yılda bir üçte biri yenilenen üyelere sahip olan Senato'da, Cumhurbaşkanı tarafından atanan âyânlar, yani kontenjan senatörleri yer alıyor, bir de darbe yapan MBK üyeleri "tabii senatör" sıfatıyla yasama yetkisi kullanıyordu.

Yaşadığımız sarsıntının temelinde % 47'nin sorgulanması var. Anayasa Mahkemesi'nin kararı ise halkın % 70'ini aşan bir çoğunluğunun verdiği kararın, bu kararı verme hakkı da dahil bütün yetkilerinin tartışmalı hale gelmesi demek. Demokrasi'nin sağlam mantığı içinde Meclis'te 411 milletvekili değil, bu 411 milletvekilinin temsil ettiği halk anayasayı değiştirdi. Şimdi bu % 70'in yerine konacak bir şey aranıyor. İsveç'te yapıldığı gibi, anayasa değişikliğinin bir sonraki parlamento tarafından da kabul edilmesi şartıyla yürürlüğe girmesi kuralı, zamanla değişecek halk iradesine cevap verebilir. Ama senato, ana fikir olarak seçkinlerin egemenliğine bir kapı aralamak demek. Senato önerisi sadece bir şaka olmalı. Aynı mantıkla bir "âyân meclisi" de önerilebilir.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi