Erdal Şafak

Erdal Şafak

Uzaklardan... Soğuklardan...

Uzaklardan... Soğuklardan...

Bir ay kadar önce Kazakistan'ın Ankara -yeni- Büyükelçisi, sevgili dostum Canseyid Tuybebayev odama daldı. "Haydi Erdal Bey" dedi, "Hazırlan, gidiyoruz!"
"Nereye" diye sormama fırsat bırakmadan ekledi: "Biliyorsun, aralık ayı bizim bağımsızlığımızın yıldönümüdür. Bu yıl daha da anlamlı geçecek. Çünkü 20'nci yıldönümümüzü kutlayacağız."
"Daha nice bağımsız ve özgür ve de müreffeh yıllara Kazakistan" diye geçiştirmeye kalktım ve saf saf sordum: "Benden ne istiyorsun?"
Sanki bu soruyu bekliyormuş gibi, "Söyledim ya" dedi, "Hazırlan gidiyoruz. Haydi dostlar ilk hedefiniz Astana, ileri! Marş marş..."
Türkiye-Kazakistan dostluğunun gelişmesine ve de pekişmesine katkılarımdan ötürü Kazak onur nişanıyla ödüllendirilmiş biri olarak, bu davete "Hayır" demem, hemen hemen imkânsızdı.
Hele bir önceki Astana gezimde Kazakistan Milli Eğitim Bakanı (Ve de Kazakistan YÖK'ünün de patronu) olarak ziyaret edip kahvesini içtiğim sevgili Canseyid Bey'in nazik ama olumsuz yanıt seçeneğini çoktan silmiş önerisine karşı çıkmam, kesinlikle söz konusu olamazdı. Uzun sözün kısası, bir oldu-bittinin peşine takılmaktan başka çarem yoktu.
Ve kendimi Astana denilen derin dondurucuda ya da soğuk hava deposunda buluverdim...
Kazakistan'a ikinci ziyaretimden iki yıl, Astana'ya ilk gidişimden yaklaşık 10 ay sonra...
***

Biraz açayım; İstanbul'dan kalkıp Astana'ya in(e)medik. Çünkü aktarmalıydı uçuşumuz.
İstanbul'dan çarşamba akşamı 19.45'te kalktık, 4 saatlik zaman diliminin de çabalarıyla ertesi sabah 05.30 civarlarında kendimizi Almatı'da bulduk. Kazakistan'ın ekonomik başkentinde. Bir başka deyişle, Kazakistan'ın İstanbul'unda.
Orada 5 saat kadar bekledik. Havaalanında geçer mi bu kadar uzun süre? Allem ettik, kallem ettik; bir anlayışlı görevli bulduk, kentte biraz turlama izni aldık. Çıkışta sıra olmuş taksilerin ilkine atlayıp yarım metreyi aşkın karla örtülü Almatı caddelerinde turlamaya başladık. Maksat, ilk kez Kazakistan'a gelen arkadaşlarımıza ülkeyi biraz tanıtmak.
Şansımıza taksi şoförümüz Stalin'in 1940'larda Gürcistan'dan buralara sürdüğü Ahıska Türkleri'nden biri çıkmasın mı! Adı, Yaşar'dı. Kurduğu cümlelerin yarısı yakası açılmadık küfürdü. Hem de Anadolu şivesiyle. Geçtiğimiz caddeler boyunca ne ana bıraktı, ne bacı, ne de avrat...
***

Kısa keseyim; Almatı'da 5 saati doldurduk, havalimanına döndük, uçağa bindik, bir saat de onun içinde bekledik ve 1.5 saatlik uçuşun ardından menzile ulaştık.
Merhaba, güzel Astana!
Merhaba beyaz gelinliğini giymiş Astana...
***

Söylemesi de, yazması da kolay; bir de soluyana sorun:
- 29, satırın başındaki çizgiyi fark edemeyenler için tekrarlayayım, eksi, evet eksi 29 derecede yeni bir güne başlamış Astana'ya ayak bastık.
Uykusuz geçen neredeyse 36 saatin ardından.
Kar lapa lapa yağmaya devam ediyordu.
***

Havaalanı çıkışında bizi bekleyen rehberimize sordum: "Kuzum, küresel ısınma buralara uğramıyor mu?"
Güldü: "Bu kış biraz sıcak geçiyor, gündüzleri eksi 35'in ötesine geçmedik."
"Ya geceleri" diye sordum.
Yine güldü: "Eksi 40'lardayız..."
Bir önceki ziyaretimde eksi 43'ü görmüş, yaşamış, kulaklarının ve burnunun düştüğünü devre dışı kaldığını veya koptuğunu sanarak paniğe kapılmış bir konuk olarak, gecelerini sadece eksi 40'larla geçiştiren veya atlatan Astana bana Cannes veya Nice gibi geldi.
Ve de ayakları tüm tepki mekanizmalarını yitirmiş, burnu ve kulakları bir kez daha "Out" mesajı göndermiş, geri kalan organlarıyla "Ağaçlar ayakta ölmez" mesajını vermek için fazla mesai yapmaya başlamış bedenimle, Cumhurbaşkanı Nur Sultan Nazarbayev'in Kazakistan'ın 20'nci bağımsızlık şölenini başlatan etkinliğine katılmak için insan dışında hiçbir canlıya rastlayamayacağınız Astana'nın en darı 6 şeritli olan bulvarlarında araba koşturmaya başladık.
Yazıya noktayı koyarken termometreye baktım; dışarıda, yani otelimin giriş kapısının hemen ötesinde veya odamın penceresini açarsam, elimin, parmaklarımın uzanabileceği kadar yakın bir mesafede, eksi 42'yi gösteriyordu.
Dişlerim birbirine vurdu. İçimdeki cümle akışı bile bozuldu. Kendi kendime yarım-yamalak söylendim: "Sen var yazıyı tamamlamak, sonra biraz dolaşmak. Belki var bir daha gelmek, belki yok. Haydi rastgele..."
Kesik kesik bu konuşmamdan ben bile bir şey anlamadım. Eksi 40'ların insanda uyandırdığı, uzun kış uykusuna yatma veya uyuşarak-donarak ölme içgüdüsel dayatmalarının şaşkı

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Erdal Şafak Arşivi