Müdahil ve güçlü Türkiye

Müdahil ve güçlü Türkiye

Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin Türkiye’yi hedef alan sözleri, kimi çevreleri hayli memnun etmişe benziyor. Keza Suriye konusunda yaşanan belirsizliğin faturasını Ankara’ya çıkarmaya hevesli olanları da aynı listeye yazabiliriz. Farklı güç merkezlerinin uzantısı olsalar da, bu çevreler bir noktada birleşiyorlar: Türkiye’nin son yıllarda uyguladığı aktif dış politikadan rahatsızlar.

Türkiye’nin İsrail’le yaşadığı gerginlikten rahatsız olanlar ya da NATO’nun kuyruğuna takılıp bir an önce Suriye’ye, sonra İran’a, sonra kim bilir hangi ülkeye saldırmasını isteyenler, öte yandan kendi doğal sınırlarında tarihsel derinliği olan ittifaklar kurmasını eleştirenler; ilk bakışta üç ayrı tezin sahibi gibi görünebilir. Ama hepsinin aynı kapıya çıktığını tespit etmekte yarar var.

Ankara’nın Suriye’yle, Irak’la veya geniş bir coğrafyayla ilgilenmesini, kaderi olarak görenlerdenim. Bunu dileyen ‘emperyal vizyon’ olarak tarif eder, dileyen başka anlamlar yükler; zerre kadar önemi yok. Çünkü tarih akar, coğrafya kaderinizdir ve siz, bu kodlardan haberdar olduğunuz ve onları yeniden yorumlayabildiğiniz kadar güç olursunuz.

Sorunlarınızı çözmek, en azından yönetebilir hale getirmek için, ihtiyacınız olan bu kodlara sırtınızı dönmek değil, yaşanan tüm aksiliklere rağmen doğru yolda yürümeye devam etmektir.

Türkiye, bölgesiyle ilgilendiği ve gelişmelere müdahil olduğu oranda güç kazanacaktır. Başkasına hak diye meşru sayılanı bizden esirgeyenler, hangi tezgaha su taşıdıklarını bir kez daha gözden geçirmelidir.

Kürt sorunu yerli mi?

Yıllar yılı Türkiye’ye dayatılan terör ve Kürt sorunu, ilk bakışta kendi içimizdeki hataların, devletin vahim ve dehşet verici yanlışlarının ürünü olarak görülebilir. Bu değerlendirme doğrudur, haklıdır; ama bir o kadar da eksiktir.

Geldiğimiz noktada bu sorunların ve bu sorun üzerinden talep sahibi olanların her isteği yerine gelse bile çözümün geleceği hayli kuşkuludur. Şu sıralarda edebi maharetlerini gazete köşelerine taşıyanlar ne derse desin; artık anadilde eğitim hakkı dahil, tartışılan her başlık sorunun çözümüyle olan bağını yitirmiştir.

Kürtlerin haklarını savunduğunu ifade eden ve bu konuda samimi olan herkesi tenzih edelim. Lakin, artık Kürt meselesinin ve giderek artan bir oranda Kürtlerin uluslararası hesaplaşmaların bir parçası olduğu da çok açıktır. Türkiye, bu hesabı bozmak istediği için hedef olmaktadır.

Hiç heveslenip bu söylediklerim üzerinden ‘Demek ki doğruymuş, AK Parti’nin devletleşme süreci hızlanıyor’ yahut ‘Bugüne kadar demokratikleşmeyle ilgili bunca cesur adım atan siyasi iktidar, Ankara’nın rengine bürünüyor’ filan gibi tezler çıkarmayın.

Eğer bu düşüncedeyseniz, sürekli olumsuzluklara odaklanmak yerine, mesela günlerdir Diyarbakır’da yapılan kazılara, ortaya çıkan dehşet verici manzaraya ve bunlarla hesaplaşma konusunda bir an bile tereddüt etmeyen iradeye yoğunlaşın.

Masum değiliz hiçbirimiz!

Türkiye’nin dış politikada yapıp ettiklerini izleyen herkesin aynı görüşte ya da yaklaşımda birleşmesi elbette mümkün değil. Ancak yine de bu konudaki her görüşün masum olduğunu düşünmek kolay değil.

Topraklarımızda yaşayanlar kadar, hatta yeri geldiğinde onlardan daha fazla Irak ve Suriye Kürtleriyle çok daha yakın bir ilişkide olmamız gerektiğini her zaman savundum. Bugün bu tezimi çok daha haklı çıkaran gelişmeler giderek hız kazanıyor. Ankara sadece kendi kaderine gömülüp barış içinde yoluna devam edebilecek bir siyasi merkez değildir.

En başta tüm Kürtlerin, yeri geldiğinde kendi doğal sınırlarındaki her kesimin ve topluluğun yanında olmak zorundadır. Bu duruma, ‘müdahale’, ‘emperyalizm’, ‘işgalcilik’ filan gibi tanımlar getirmenin dikkate alınacak bir yanı da yok.

Türkiye, doğru yolda, aksayarak, tökezleyerek ilerliyor. ‘Bir tekme de ben vurayım’ demekse çok daha vahimdir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi