Suriye, dün ve bugün

Suriye, dün ve bugün

Suriye’nin yakın tarihi, hatta Fransız Manda dönemi itibarıyla bu ülkede yaşananlar, bugünü anlayabilmek için hayli ilginç gelişmelerle dolu. Nasıl oluyor da nüfusun sadece yüzde 10-12’sini oluşturan bir azınlık, üstelik son derece sert bir ideolojik-mezhebi yorumla o ülkeyi yönetiyor sorusunun cevabı, bu tarihin koridorlarında aranmalı.

Suriye’deki Nusayrilerin (bir başka tanımla Aleviler ya da Ensariler), genel anlamda İslam dünyasındaki Sünni ve Şii topluluklarla hayli tartışmalı bir ilişkisi olduğu malum. Dikkatinizi çekmiştir, sadece Sünniler tarafından değil, Şiilerin geniş kesimlerinde de Nusayriler, inanç özellikleri itibarıyla son derece ağır eleştirilerin hedefi olmuştur.

Peki bugün nasıl oluyor da Suriye’de yaşananları bir Şii-Sünni çatışması ekseninde okuyoruz sorusuna iki başlıkta cevap verebiliriz. Bir, Suriye’deki Nusayrilik, geleneksel anlamdaki Şii doktrini ile bağlantıları hayli zayıftır, kabul görmemiştir, hatta sertçe dışlanmıştır. Dolayısıyla Nusayrilik eşittir Şiilik demek yanlıştır ve bugün söylenenler temelsizdir.

İkincisi, bu algıyı besleyen en önemli faktör, İran’ın Suriye konusundaki duruşudur. 1979’daki devrimin ardından Tahran’ın, en hızlı biçimde yakınlaştığı ülkelerin başında Suriye gelmektedir. Bu yakınlaşmanın önündeki en önemli engel olan ‘dini yorum’ farkı, Ayetullah Humeyni’nin ‘Onlar bizim kardeşlerimizdir’ sözüyle giderilince, süreç hızlanmıştır.

İşin gerçeği Suriye’yi stratejik müttefik olarak kazanmak, İran’a hem Lübnan’da, hem de Filistin meselesinde eşsiz fırsatlar sunmuştur. Ancak bugün gelinen noktada bile İran-Suriye ittifakı, Şiilik zemininde devam eden bir işbirliği olarak tarif edilemez.

Ordu ve yargıda yükseliş

Nusayrilerin sistem içindeki yükseliş hikayelerinin elbette çok farklı başlıkları var. Ancak bir ana basamak olarak Fransız manda dönemindeki gelişmeleri kendi lehlerine kullanmayı başardıkları söylenebilir. Özellikle ordu içindeki etkinliklerinin başlangıcının buralarda aranması daha doğru olur. Bir iki istisna isyan girişimi dışında, Nusayriler Fransız etkisini, özellikle ordu ve yargıda kendi lehlerine çok iyi kullanmışlardır.

Manda döneminin sona ermesinin ardından başlayan ve Sünnilerin egemen olduğu yaklaşık 17 yıllık süreçte ise, öncelikle merkezi yönetime direnen bir tutum izlemişler; ancak 1954 itibarıyla ‘ayrı devlet’ tezi yerine, sistem içinde mücadele etmeyi tercih ederek, kendilerine yeni bir yol çizmişlerdir.

Burada üç temel stratejiyle yola devam ettiklerini söyleyebiliriz. Orduda mezhep temelli, küçük ama etkin yapılar oluşturmak, ikincisi Baas Partisi kurulunca aktif rol alarak siyaseti etkilemek ve üçüncüsü Sünnilerin önemsemediği alanlarda kadrolaşarak yerlerini sağlamlaştırmak.

O dönemdeki büyüklü küçüklü her askeri darbe girişimi, Sünnilerin ordudaki gücünü azaltırken, Nusayri ekipleri daha yukarıya taşımış, ama asıl güç Hafız Esad’ın işe el koymasıyla şekillenmiştir. Sonrası hala devam eden azınlık yönetimidir.

Böyle devam eder mi?

Suriye tarihinin son 80-90 yılına kabaca göz atmak bile, bugünkü iktidar yapısının nasıl ortaya çıktığı konusunda bize önemli fikirler verebilir. Kuşkusuz güç dengelerini tamamen Nusayriler oluşturmuyor. Sistem içinde farklı nefes alma alanları var ya da varmış gibi görünüyor.

Diğer yandan Esad ailesinin, mesela Beşer Esad’ın, önemli Sünni ailelerle evlilikler yapması da bir başka arayışın ifadesi olsa gerek. Ancak bu tür ‘kozmetik’ çabaların, sistemin asıl yüzünü gizlemeye yetmediği, hele iktidar dengelerinde ciddi bir karşılığı olmadığı da açık.

Devam eden çatışmalar, ‘Esad daha ne kadar kalır ve gelecekte ne olur’ sorularını tartışırken, yakın tarihe şöyle bir göz atmanın yararı olabilir diye düşündüm. Bunları aktarırken, bir yandan 28 Şubat dönemindeki bazı uygulamaları hatırladım, bir yandan da Muhsin Yazıcıoğlu’nu bir kez daha rahmetle andım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi