D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Vardım ki yurdumdan…

Vardım ki yurdumdan…

Türkiye’yi türkülerle dolaşmak…

Acıyı ve sevinci, daha çok da yüzlerce yıllık katmerlenmiş derin hüzünleri keşfetmek ve aynı zamanda köklü şehirlerin maddesini aşıp derununa, ruhuna nüfuz etmek…

Bayburt’ta olmak benim için bu anlamda 19. asrın büyük şairi Zihnî’yle birlikte olmak demektir.

“Zihnî derd elinden her zaman ağlar…” Zihnî Bayburtludur; mahlâsının önüne belki de diğer “Zihnî”lerden ayırd etmek için bu şehrin adı konulmuştur. Fakat, Zihnî muhayyilemizde adeta Bayburt olmuştur; Bayburt’la aynileşmiştir. Çoğu kimse Bayburt’u görmemiştir, görme imkânına sahip olmamıştır ama Zihnî’nin en azından şehnaz divanını dinlemiş, baştan başa hüzün terennüm eden o nadir rastlanır lirizm madeni şiirin mısralarını zihninde gezdirmiştir:

Vardım ki yurdumdan ayağ göçürmüş…

Yahut,

Vardım ki yurdumdan ayak çekilmiş…

Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı

Camlar şikest olmuş, meyler dökülmüş

Sakiler meclisten çekmiş ayağı…

Derler ki, 93 Harbi (1877-78) sonrasının şiiridir bu… Bayburt da Doğu Anadolu’da işgal felaketine maruz kalan yerlerdendir. İşgal ve muhaceret… Bayburt ve bölge bunu son yüz elli yılda defalarca yaşamıştır.

Yurt terk edilmiş, şehir ıssız kalmıştır. Halkın hayat nizamı bozulmuş, iktisadiyat çökmüştür. Şehrin nizamını yapanlar düzeni sağlayacak konumdan uzaklaşmıştır… Bet bereket, tad tuz kalmamıştır…

İran’la Karadeniz’in bağlantısını sağlayan, Tebriz-Trabzon güzergâhının mühim merkezlerindendir Bayburt. Evliya Çelebi, civardaki gümüş madenlerinden bay (zengin) oldukları için şehre Bay-yurd denildiğini, Bayburd’un bundan bozma olduğunu yazıyor…

Onun asırları aşan dikkati hâlâ kılavuzumuz: Kalesi yalçın kaya üzerinde, bu yüzden hendeği yok. O gördüğünde, İç hisarda 300 hane varmış. Elbette aşağı şehir daha kalabalık. Acaba şehrin nüfusunu 70 mekteb-i sıbyanı olmasına bakarak ölçebilir miyiz? Şimdi 37.500 nüfuslu Bayburt merkezinde kaç ilkokul-ilköğretim okulu var?

Evliya, “Erzurum arzında olmakla havası yaylaktır” diyor. Erzurum’a iki konak mesafededir. Yani iki günlük yol. Trabzon’a piyade adam dağlardan iki günde, atlı dört günde varırmış.

Bayburt ve Çoruh… Vazgeçilmez ikili. Evliya Çelebi, Çoruh’un da “cuy-ı ruh”dan geldiğini yazıyor, yani “ruh ırmağı”… Çoruh “bir âb-ı hayat, nehr-i zülâldir” Yani hayat suyu, ölümsüzlük suyu ve tatlı su nehri… Çoruh’un Bayburt’a hayat verdiğini yazıyor evliya. Etrafında mamur yapılar vardır, suyunda yüzülür. Alabalıkları avlanıp yenilir…

Ahval-i garibe (acayip durum) olarak da şunu anlatıyor: Dağlardan odunlar kesilir, herkes odununa işaret koyar, sonra Çoruh’a doğru yuvarlarmış. Şehirde bir bend varmış, ahali bu bende takılan odunlarını koydukları işarete göre tanır ve alırmış…

Bayburt’dan daha önce bir kaç defa geçmiştik: Trabzon’dan Erzurum’a veya Erzurum’dan Trabzon’a giderken. İlk defa bir gündüz geçirmek fırsatı bulduk. 1 Mayıs, ama “amele bayramı” değil, düpedüz “bahar bayramı” bir mayıs. Pırıl pırıl bir bahar havası. Ankara’nın uzun süren kışından sonra Türkiye Yazarlar Birliği’nin Erzurum Şubesi’nin yeni mekânının açılışını yapmak üzere yola çıkmışken, bir gün önce Bayburt’a değerli belediye başkanı Hacı Ali Polat’ın daveti ile gidiyoruz. İbrahim Ulvi Yavuz ve Ahmet Fidan’la birlikte çıktığımız yolculuğa, Erzurum’dan aziz dost Salih Lütfi de katılıyor. Bu arada Ahmet Fidan’ın yıllardır sürdürdüğü Erzurumluluk edebiyatı çöküyor. O gerçekte bir Bayburtlu! Dedelerinin köyü Helva köyü yakın olsa ve vaktimiz müsait olsa, onu dede yurduna götüreceğiz. Konferanstan sonra şehrin sadece belli başlı yerlerini Belediye Başkanımızla gezebiliyoruz.

Tabiî kaleye de gidiyoruz. Niyetimiz, İstanbul’un intikamını almak!

Meşhur Bayburt fıkralarından biridir, gurbetçi Bayburtlu İstanbul’da Rumeli Hisarı’na oturmuş, sıla hasretiyle cayır cayır yanıyor, gözleri Boğaz’ın sularında. Birden şevke gelmiş ve “ula Boğaz yine Çoruhlanirsan” demiş!

Biz de Osmanlıların surların dışında mor, yeşil ve firuze (turkuvaz) çinilerinden ötürü “Çinimaçin Kalesi” dedikleri Bayburt kalesinden Çoruh’a bakıp: “Çoruh yine Boğazlaşıyor!” dedik!

Kitap hattı:

Seferberlik hikâyeleri. Uygun Ahmet Aker esasen eczacı imiş. Memleketi Bayburt’un “seferberlik” denilen 1. Dünya Harbi döneminin acılarını akıcı bir dille günümüze yansıtıyor. Muhaceret, kırım, kıtlık, yokluk… bir tarafta, yücelik ve sefaletiyle insanımız diğer tarafta. Anlatılan deryadan bir katre. Üç nesil öncemizin yaşadıkları nice hikâyenin, romanın, filmin, dizinin konusu olmalı. Ahmet Aker’in hacımca küçük, manaca büyük eseri bir çırpıda, adeta nefes almaksızın okunuyor. (Ötüken yayınları, 0212 251 03 50)





Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi