Ramazan yayıncılığı
90 yıl önce, ramazan mayısa rastlıyor. Yahya Kemâl, ikindiden sonra Ayasofya’ya gidiyor. (Şimdi o saatlerde Ayasofya kapalıdır, çünkü müze; mesai bitmiştir!) Gözlemlerini şöyle ifade ediyor:
“Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle beraber ve yüksek merdivenli kürsülerden vaaz eden dört vaizi kalbimin bütün samimiyetiyle ayrı ayrı dinledim. Fakat kalbimin bütün samimiyetiyle itiraf ederim ki bu vaizlerin sözleri, İslâmı neşreden ilk âlimlerin sözleri gibi, ateşîn olmaktan uzak, çok uzak, hatta o korun soğumuş külü kadar bile müessir değildiler; dinin rahmetine susamış bir cemaat bu vaizlerin kürsüleri karşısında oturmuş, derin bir hüsnüniyetle bir şeyler söylemelerini bekliyordu...”
O zamanlar Ayasofya, en bilgili hocaların, vaizlerin, dersiamların, en güzel sesli müezzinlerin vazife yaptığı en gözde cami. Yani Yahya Kemal, zamanın en meşhur hatiplerini, vaizlerini dinliyor ve tatmin olmuyor...
Tesbiti önemli: “Dinin rahmetine susamış cemaat derin bir hüsnüniyetle bir şeyler söylemelerini bekliyor.”
Gerek camide, gerek cami dışı alanlarda, dini anlatmak, bunu da bugünün insanını bilgilendirmek yanında heyecanını besleyecek şekilde yapmak... Bu ilk bakışta kolay fakat gerçekte zor bir iş. Bunu nereden çıkarıyoruz?
Camiler vaizlerin... Onlar şu sıralar çok faal olmalılar. Çünkü cemaatin en kalabalık ayında, dinleyicilerinin telkine en fazla hazır olduğu bir zamandalar.
Merhum Hocamız Nureddin Topçu, “Din adamı yalnız ve yalnız vaizdir. Adına ne derseniz deyin, Kur’an-ı Kerim’i tanıtıcı, öğretici, yayıcı, aşılayıcı insan. Öğretmen deyin, ne derseniz deyin, din adamları vaizlerdir” diyor. Bunu ne zaman söylüyor? Diyanet ilk defa bir vaizler semineri yapmış, 10-12 Eylül 1973 tarihleri arasında Bolu’da. Orada söylüyor (Topçu ile ilgili elimizde bulunan tek ses kaydı da bu) ve vaazı da şöyle tanımlıyor: “Vaaz din telkinidir. Esas gayesi sırf aklın bilgisini vermek değildir. İman aşısı yapmaktır, aynı zamanda, kalbinizi Kur’an’a yaklaştırmaktır.”
Camiye gelen müminlere konuşmak; onların bilgilerini artırmak veya yanlışlarını düzeltmek yanında, hissiyatını ayakta tutmak... Bunu başarabilen hatiplerimiz, vaizlerimiz sanıldığı kadar çok değil.
Yahya Kemal’in Ayasofya’da dinlediği vaizler, zamanının önemli hocaları, muhtemelen müteşerri kimselerdi ve telkinleri akıl-nakil çerçevesinde idi. Onların konuşmaları, Yahya Kemal’de bir tesir uyandırmadı.
Topçu’ya dönelim, bakın ne diyor: “Allah’ın emrettiğini telkin etmek... Buna iman aşısı derler. İman akıldan ayrı değildir. Fakat aklın üstündedir, onun yetersiz olduğu yerden ilerleyen bir melekedir. Daha yukarılara giden, götüren bir melekedir.”
O devirde tekkeler de dinî telkin merkezleriydi. Buralarda bilgilenmede hissiyatın ön planda olduğunu tahmin etmek güç değil.
Dini anlatmada akıl ve duyguyu bir arada götürmek, bunu bugün hem cami içi haberleşmede hem de kitle yayın araçlarında sürdürmek büyük önem taşıyor.
Televizyonlardaki ramazan programlarında bir ay boyunca çok aşırı bilgi yüklemesi yapılıyor. İftara yakın zamanda yapılan konuşmalar uzun ve sıcak bir ramazanda ne ölçüde tesirli oluyor? Sahur vaktinde, mahmurluğun sürdüğü bir zamanda yapılanların tesiri nedir? Bunlar araştırıldı, üzerinde düşünüldü mü? Bilmiyoruz.
Türkiye’de dini yayın, radyolarda 1950’den sonra başlayabildi. Televizyonlarda ise 1974’den sonra. Devlet radyo ve televizyonları dinî yayını bazen yasak savma kabilinden yaptılar, bazen de resmî yapıyı sürdürmek için kullandılar.
Son yıllarda bu hava dağıldı. Daha serbest bir yayın imkânı ortaya çıktı. İki binli yıllarda TRT güzel, canlı iftar ve sahur programları yaptı. Fakat son yıllarda bir tıkanma hissediliyor. İftar programı için tarihî mekânlar seçiliyor. Birkaç yıl Topkapı Sarayı’nda yapılan yayınlar bu sene Süleymaniye’ye taşınmış.
Dini tarihîlikle algılamak çok yaygın bir tutum. Sırtımızı tarih dekoruna yaslamak yetmiyor, tarz, sunuş ve program (ve söylenecek söz) yine önemli. Bir müzik topluluğu, her gün değişen bir veya iki konuşmacı... Bu yapı içinde dikkatimizi çeken, yoğun dinî bilgiler veren değil, kültürel arkaplanı olan konuşmaların ilgi çektiği. Din yaşanınca kültürel yansımaları oluyor ve bu insanî bir derinlik olarak tezahür ediyor.
TRT’nin iftar programı için seçilen sunucu, kaabiliyetini futbol programlarında daha fazla gösterebilir gibi geliyor bize. Bu kadar çok hareket, jest, mimik, mizaha kaçış.. iftar programı için pek de makbul sayılmamalı.
Sahurda caminin son cemaat avlusuna geçiliyor. Burada bir saz topluluğu... TRT olmasa, saz topluluğunun camide bulunmasına itirazı önce Diyanet yapar gibi geliyor bize. Tesadüfen dinlediğim, farklı bir konuşmacı, (Tuğrul bey) geniş kültür ve tasavvuf birikimi ile tam bir çift laf edecekken, sunucunun müdahaleleriyle sözüne yekûn çekemiyor...
Velhasıl, “kalbimizin bütün samimiyeti ile” dinliyoruz, seyrediyoruz ama...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.