D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Şehre dışarıdan bakmak

Şehre dışarıdan bakmak

Bayramları doğduğu şehirlerde yaşama imkânına sahip olamayan bir nesildeniz. Türkiye 1950’lerden itibaren çok yoğun bir iç göçe sahne oldu. Şehirlerimiz büyüdü, yeni yeni şehirler ortaya çıktı.

Türkiye tarihinin 20. Yüzyılın başındaki siyasî dönüşümü, sonraki dönemlerdeki hızlı nüfus artışı ve iç göçlerle birlikte bütün dünyanın tesirlerini derinden hissettiği ulaştırma ve haberleşme alanındaki başdöndürücü gelişmeler, mahallî yapıları, şehir kimliklerini ve hatta ülke kimliklerini değişime zorladı.

1990’lardan itibaren şehir kimliklerinin yeniden tanımlanmasını gerektirecek gelişmeler yaşandı. Şehirliler kimlik buhranını daha derinden hissetmeye başladılar. Erzurumu Erzurum yapan, Sivası Sivas kılan, Manisa’nın karakteri olan maddî ve manevî unsurlar nesiller boyu tabiî olarak sürdürülmüşken, zamanımızda bu imkânsız hale geldi.

Şehir kimliklerinin son çeyrek asırda ciddi biri değişim geçirdiği, “hemşehri”lerin büyük çoğunluğunun yaşadıkları şehrin tarihi ve kültürü konusunda en basit malumattan bile mahrum oldukları görülmektedir. Bu dikkat çekmeyecek bir durum değil elbette. Bundan ötürü olmalı, birçok şehrimizde o şehrin tarihi, kültürü, dili, folkloru ile ilgili kitaplar yayınlanmayı başladı.

Ankara, 1923’te başkent yapıldıktan sonra bu sıkıntıyı ilk yaşayan şehrimiz. Yeni Ankara’nın oluşumunda, belki de en az söz sahibi olan şehrin yerli ahalisi idi. Ankara nüfusundaki sür’atli artış bir süre sonra Ankaralıları küçük bir azınlık durumuna düşürdü. “Yeni Ankaralılar” her ne kadar bu şehre bir daha gitmemek için gelmişlerse de, Ankaralı olma konusunda çok hevesli değildiler.

Ankara’nın yakın bir ilçesinden, Kalecik’teniz, fakat 1957’den beri şehrin merkezinde oturuyoruz. 1950’li yılların sonunda, biz ilk okulda okurken, şehrin nüfusunun 400 bin olduğu söylenirdi. Samanpazarı ile Ulus arası nüfusun en yoğun olduğu bölge idi. Şimdi Ankara 5 milyona yakın nüfusa sahip ve Ulus, Samanpazarı gibi eski merkezler artık eski şehrin bir bölümü olmaktan fazla anlam taşımıyorlar.

Şehrin merkezine bitişik veya uzakça bölgelerde çok sayıda şehir alanı meydana geldi. 1970’lerde hayli sovyetik bir tarzda kurgulanan Batıkent, bu yeni yerleşmelerin ilklerindendir. Şimdi 250 binden fazla nüfusu barındıran Batıkent, tek parti devri zihniyeti ile tasarlanmış, bu yüzden de “cami”lere yer tahsisi düşünülmemişti. Batıkentin Ostim girişinde olan kooperatifimiz, daha başlangıçta, bir evi camiye çevirerek belki de bu mabedsiz şehrin ilk mabedini yapıvermişti! Sonradan halkın gayreti ile kubbeli, yüksek minareli bir cami ortaya çıktı ki, bu yapı, artık Batıkent’teki çok sayıda camiden biridir.

Şehrin içinde yaşayanlar, onu tanıma, değişimini görme imkânı bulamıyorlar. Son yıllarda, yaşımız icabı sabah yürüyüşleri yaparken yaşadığımız şehri dışarıdan, hatta biraz uzaktan seyretmeye fırsat bulduk. Batıkent’in iki veya üç katlı evlerinin başladığı bölgenin hemen bitişiğinde Gazi Çiftliğinin biz yerleştiğimiz yıllarda ekilen arazisi ağaçlandırıldı ve “Haydar Aliyev Ormanı” olarak ilân edildi. Esasen, böyle ağaçlık alanlar için türkçemizde “koru” kelimesi var. Dil fukaralığına bakın ki, kendiliğinden yetişen ağaçlara mahsus geniş ağaçlık bölgeler için kullanılan orman kelimesi, korular için de kullanılır hale geldi.

Haydar Aliyev ormanında yürüyüş yaparken uzakta bir heykel dikkatimi çekmiş ve “28 Şubat gayreti ile bir Atatürk heykeli daha dikilmiş” diye aklımdan geçmişti. Tesadüfen yolumuz oraya uğradığında, bunun Azerbaycan’ın eski cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in heykeli olduğunu anladık. “Orman”ın bitişiğinde vaktiyle çocuklarımızın da okuduğu Kooperatifler okulunun adı da Haydar Aliyev olarak değişmişti. Bu sene öğretim mevsimi açılmadan öce bu okulda da hummalı bir faaliyet dikkati çekiyordu. “Her halde okulları 4+4+4’e uydurmak için inşaat yapıyor” diye düşündük.

Fakat bu okulun inşaatı diğerlerinden farklı idi. Daha süslü, daha gösterişli bir binaya dünüştürülüyor, etrafı mermer kaplı duvarlar ve demir parmaklıklarla çevriliyordu. Sonunda ihtişamlı bir giriş kapısı da yapıldı. Kapının yanında inşaatla ilgili tabelada binanın Azerbaycan Devlet Neft (petrol) Şirketi tarafından yaptırıldığı bilgisi vardı. Bahçe demirlerindeki sekiz köşeli yıldızların Azerbaycan bayrağı ile ilgisini böylece fark ettik!

Azerbaycan, eski liderinin adını taşıyan binayı farklı bir şeklide imar ettirirken, sitemizin yakınına kurulmuş olan Yıldız Sanayii sitesinin esnafının büyük çoğunluğunu teşkil eden Kayseri Develili esnaf da güzel bir cami yaptırmış ve adını da “Seyrani Camii” koymuşlardı... Seyrani malûm, 19. Yüzyılın büyük şairlerinden ve Everekli, yani “Develi”li.

Ansızın şehre varanlar, şehrin yapıldığını görüyorlar, kendileri de bu inşaa faaliyetini katılıyorlar. Ankaralı Hacıbayram’ın şiirinde ifade ettiği gibi, şehir yapılırken, kendilerinin de yapıldığını, şehre taşıdıkları kimliklerinin değişim geçirdiğini, fark ediyorlar mı acaba?

Ansızın ol şara vardım

Ol şarı yapılır gördüm

Ben dahi bile yapıldım

Taş ü toprak arasında.

Bütün okuyucularımın, âlem-i İslâmın Kurban bayramını tebrik ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
D.Mehmet Doğan Arşivi