Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

'Ülkenin ismi dedeğişmeli!' mi dediniz?

'Ülkenin ismi dedeğişmeli!' mi dediniz?

ülkelerin doğduğuna, öldüğüne, buharlaştığına, nice yeni ülke coğrafyalarının oluştuğuna, yeni isimlerin ortaya çıktığına dair, kendi ömrümüz içinde bile nice örnekler vardır.. çocukluğumuzda 80 kadar devletten oluşan Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın üye sayısı 180’i aşmış bulunuyor ki, bazılarının ismini bile duymamışızdır..
Şöyle bir ‘caff’el-kalem’ hatırlayacak olursak.. Avrupa’da Almanya Doğu ve Batı diye ikiye bölündü, sonra Doğu Almanya 45 yıl yaşatıldıktan sonra buharlaştı.. Sovyetler Birliği dağıldı, irili-ufaklı 16 yeni ülke ortaya çıktı.. çekoslavakya, çek ve Slovakya Cumhuriyetleri diye bölündü. Yugoslavya dağıldı, (fiilen devlet olan Kosova’yla birlikte) 7 devlet çıktı, ortaya..
Bugünlerde, Belçika da parçalanırsa, hiç şaşılmamalı..
Asya’da, Pakistan diye bir ülke yokken, Hindistan’dan ayrıldı. (Sonra, coğrafî olarak zaten kopuk olan Doğu Pakistan, Batı Pakistan’dan 1971’de hukuken de koptu, Bangladeş diye bir ayrı devlete dönüştü..) Kore ikiye bölündü, Kuzey ve Güney diye.. Aynı musîbet, Vietnam’ın da başına geldi.. Kuzey ve Güney Vietnamlar vardı, sonra Güney yenildi ve buharlaştı, tek ülke oldu.. Endonezya’dan ayrılan Doğu Timor da bağımsız bir ülke oldu..
Filistin işgal edildi, ortaya silahlı haydutlar çetesinin oluşturduğu bir siyonist İsrail rejimi çıktı.. Yemen, kuzey ve güney diye bölündü.. Sonra, Güney Yemen yenilip buharlaştı..
1570’den 1923’e kadar Osmanlı ülkesinin bir parçası olan Kıbrıs, Lozan’da ingilizlere terkedildikten sonra, 1960’da yeni bir devlete dönüştürüldü ve sonra o da ikiye bölündü..
Afrika’da, Nijerya, bölünüp Biafra oluşturuldu, korkunç bir iç savaştan sonra Biafra buharlaştı, 1967’lerde.. Habeşistan bölündü, Eritre ortaya çıktı..
Bütün bu bölünmelerin çok büyük bir kısmı, ne büyük acılarla, milyonların, onmilyonların, yüzmilyonların birbirini boğazlamasıyla gerçekleşti, öyle kendiliğinden değil..
Bu arada nice ülkelerin bir kaç ismi var.. Nicelerinin adı değişti.. Seylan, Srilanka adını aldı.. Adı önceleri Burma ve Birmanya olan ülke şimdi Miyanmar diye anılıyor..
Finlandiya’nın adı, fincede, Suomi’dir.. Bizim Yunanistan dediğimiz ülkenin uluslararası adı, ‘Greece’ dir; ama yunancadaki ismi, Hellas’tır. Japonya’nın adı, kendi dilinde Nipon’dur..
Bizim Almanya dediğimiz ülke, uluslararası planda Germany diye anılır, kendi dilinde ise, Deutschland.. Osmanlı’nın enkazı üzerinde, herbirisi emperyalistlerce oluşturulan 30 kadar ülkenin herbirisi de bağımsızlık iddialarına ve türkülerine rağmen, emperyalizmin kendilerine verdiği isimlerle anılırlar.. İran Körfezi nin güneyindeki ingilizlerce 1970’lerde oluşturulan yığınla ‘petrol şeyhlikleri’nin isimleri bir ayrı hikaye.. Şimdi de, Amerikan emperyalizmi, zihninde yığınla yeni devletleri tasavvur ve tersim eyliyor, özellikle Ortadoğu’da..
Osmanlı ülkesinin resmî adı, asırlarca, ‘Memâlik-i Şahane-i Osmanî (Osmanlı Padişahları ülkeleri..)’ gibi isimlerle anılırdı; Türkiye olarak değil.. Ama, Avrupalılar ona ‘Türchia, Türkei, Turquie, Turkey’ gibi telaffuz farklılıklarıyla aynı ismi verirlerdi..
Ve 1920’lerde bu ülkenin adı, ilk kez Türkiye olarak isimlendirildi. Onu resmî metinlerde ilk yazanın da kendisi olduğunu ünlü türkçü Dr. Rıza Nûr gururla anlatır..
Artık ‘ulus-devlet’ çağına girildiğinin işaretleri verilmek istenmektedir, çünkü..
Bunları Prof. Mümtaz’er Türköne’nin, 24 Aralık tarihli Sabah’ta yayınlanan röportajında, ‘Diyarbakır adının ‘Amed’ olarak bile değiştirilebileceği’ şeklindeki sözleri üzerine bazılarının küplere binmesiyle hatırladım.. Sabah, bu ismi, PKK jargonundaki ismi olarak zikretti.. Halbuki, Diyarbakır yüzlerce yıldır, Diyarbekr olarak anıldığı gibi, âmid olarak da anılır.. 30 yıl öncelerde vefat eden ünlü hattat Hâmid Aytaç, tablolarının altına genelde ‘Hâmid-i âmidî’ (Diyarbakırlı Hâmid) diye imza atardı; PKK yokken de..
İlginçtir, Türköne’nin bu beyanı üzerine, Vatan’dan M. Mutlu ise, tahayyül gücünü harekete geçirerek, 25 Aralık tarihli yazısında, ‘ülkenin adını da değiştirelim..’ diyor ve ‘Hazır referandum yapmışken; ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin ismini de‚ ‘Türkiye Ilımlı İslâm Cumhuriyeti’ olarak değiştirelim mi Sayın Hocam?’ diyor ve devam ediyordu: ‘..Bir referandumla hilafet ilan edip, devletin başkentini İstanbul’a taşıyalım! Topkapı Sarayı’nı Başbakanlık binası yapalım... Hâkimlerin yerine kadıları oturtalım... Arap harflerine dönelim... Haftalık tatil gününü pazardan cumaya alalım...’ Vs..
Kaldı ki, ülkenin başkenti İstanbul veya bir başka yer olsa, kıyamet mi kopar? Ve galiblerin, yendikleri hasımlarının karar merkezlerini, başkentlerini bile zorla değiştirdikleri ve o yenik ülkelerin fırsat bulunca hemen eski başkente döndüklerinin pekçok örneği vardır, Avrupa’da.. Almanya’da Berlin yerine Weimar ve Bonn; Fransa’da Paris yerine Vichy ve Bordeaux gibi..
Sözkonusu kişi, daha sonra, ‘Bir referandumla sizin gibi düşünmeyenlerin sürgün, hatta idam edilmesini sağlayalım!’ noktasına kadar vardırıyordu sözü..
Aman efendim, o, siz kemalist-laiklere mahsus bir ‘uygarlık (!) uygulaması’dır..
Bu korku ve vehimlerin sadece birkaç yazara mahsus olduğunu sanmayınız; rejimlerini dârağaçlarıyla, ‘Bu iş behemehal, mutlaka tatbik olunacaktır, amma, ihtimal ki, bazı kelleler koparılacaktır..’ diyerek kuranların genel tavrıdır, bu..
Onların bu korku ve vehimleri bir yana; ülkenin yüzlerce yıllık kültür ve medeniyetinin de yansıtıcısı olan nice yer isimlerini değiştirirken, hangi duygularla hareket edilmişti?
Dersim’i unutturmakla o yörenin (bugünkü Tunceli’nin) halkını kazandık mı? Rûmeli yerine yunanca Trakya’yı, Adalar Denizi yerine yunanca Ege’yi kim, hangi mantıkla seçmişti?
Daha yığınla yer isimleri de aynı mantıkla değiştirilmedi mi?
Türkiye demekle, ‘Türkiye (sadece) türklerindir!’ demekle, kendi kökümüzü zehirlemedik mi? Halbuki, Osmanlı’nın yıkılışı sonrasında, müslüman olan unsurlar bir araya gelmişler ve ‘Anadolu ve Rumeli Müdaafaa-ı Hukuk Cemiyetleri’ kurarak, yani bir coğrafî isim seçerek yola çıkmışlardı. Tarihin seyrini sonsuza kadar değiştirmek mümkün müdür?
19 Kasım 07 tarihli ve ‘Diyarbakır İnkılabı’(!)nın arka planı ve bugüne yansıyışı!’ başlıklı yazımda, Diyarbekr adının, bir gecede, ‘Diyarbakır’ olarak değiştirildiğine ve rejimin ilk şefi tarafından yapılan bu telaffuz değişikliği için, bir emirle Dil ve Tarih Kurumlarınca oluşturulan ‘ilmî’(!) komisyonun, bu değişikliği, ‘pek yüksek bir buluş eseri’ olarak alkışladıklarına değinmiştim.
İsimlerin bizi ruhta ve duyguda, inançta birleştiren özellikte olmasına dikkat edilmeli değil mi?


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi