Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Dayatılması halinde, savaşı bile tebliğ vasıtası görmek..

Dayatılması halinde, savaşı bile tebliğ vasıtası görmek..

*Pazarları, okuyucu yazışmalarından derlemelere ayrılan bir ’Hasbihal’e daha, selâmla..
-F.Z.K (haksoz.net’te) yazıyor: ’Dinlerarası dialog için, bugün bütün müslümanları temsilen bir yetkili makamın olmayışının ortaya denksizlik çıkardığı, doğru.. Ancak, katolik teolojisine göre Papa’nın her sözü, Tanrı’nın Vekili’nin sözü diye, kesin doğru sayıldığı için de denklik sözkonusu olamaz.. Papa, dialog çalışmalarının dinler arasında değil, medeniyetler arasında olabileceğini söylerken, ’kültürel diyalogun da sıkıntılı olduğunu’ ekliyor. Papa’nın Hz. Muhammed hakkındaki sözleri de ortada. Ayrıca, Kanonik (kiliseye aid) kanunlar, Müslümanları ’barbar’lar olarak gösteren ve Peygamberimizi kabul etmeyen de onlar..
Vatikan’ın Irak’taki işgal ve cinayetler hakkında yorumda bulunmaması, Filistin için susması ortadayken, dialog arayışından bahsetmek mümkün mü? Ya da, ’Îsâ Mesîh’in gelmesi için kaosun arttırılması gerekir; Müslümanlar deccal, İslam Hristiyanlığın çarpıtılmış şeklidir’ anlayışındaki Evanjelistlerin Filistin topraklarında Müslümanların kutsal mekanlarını yıkarak tapınak inşa etme çabaları sürerken, dialog sürecinden Vatikan kaçınıyorsa, en büyük iyiliği kandırılmakta olanlara yapıyordur.
Ayrıca, bir dialog taraftarı olacaksak, bu arayışın önce Müslüman camiada başlaması lâzım değil midir? Kendisini Müslüman bilenleri ’şirk’le suçlayanların kendilerini diğer dinlere ’hoşgörü’ timsali olarak kabul ettirmesi mümkün müdür? Önyargıları halletmeden nereye?’
-Yahya İnam (haksoz.net’te) yazıyor: ’Belirttiğiniz gibi, tarih boyunca müslümanların ibadetgâhlarının adı, daima‚ ’mescid’ -ya da Türkiye’deki yaygın ismiyle, câmi olmuştur. İbadetini ve ibadetgahının bile adını değiştirenlerin millet olmanın en aslî ortak değerlerinden sözetmesi nasıl mümkün olur?
-Muradî (haksoz.net’te) yazıyor: ’Dialog’u, İslam-dışı otoritelerle iyi geçinmek olarak algılayanların bulunduğunu da unutmamak gerekir.. Buna Kur'an'da ’müdahane’cilik deniliyor. Ondan kaçınmak gerekiyor..’
*SEÇ: 1- Tebliğ veya dialog kelimeleri kimsenin inhisarında değildir.. İnsanlar, Resul-i Ekrem (S)'e geliyorlar ve O’ndan tebliğinin, dininin mahiyetini soruyorlar, o da cevabını veriyor ve etrafa mübelliğlerini, tebliğcilerini gönderiyordu.. Silaha sarılanlar olursa, savunma mekanizmaları harekete geçer, ama, savaşta bile, tebliğ niyeti korunurdu. Çünkü, İslam’ın savaşı, yoketmeyi değil kurtarmayı ve adâleti hâkim kılmayı esas alır.. Müslümanın savaşında hedef, ülkeler fethetmek, halkları alçaltmak değildir; Allah’ın dinini yüceltmektir, ’İlâ-y’ı Kelimetullah’dır; insanı, yaratılış hikmetine lâyık mevkıe kavuşturmaktır..
2- Her din veya ideolojide, dışarıya karşı rahat davrananlardan niceleri, içteki farklılıklarda çok sert olabilmektedir. Çünkü ’elde edinilmesi/ tutulması istenen, hedeflenen 'muhatab kitle’ ile ’maslahat ve menfaatler' aynıdır. Âyette, 'müslümanların birbirine karşı şefkatli olmaları' belirtilmesine rağmen, müslümanlar kendi aralarında dialogdan da öteye, gerekli olan kalbî ünsiyeti koruyup geliştirmekte çok da başarılı sayılamazlar..
3-Başka dinlerin mensublarından Peygamberimizi kabullenmeleri gibi bir dialog şartı düşünülemez. Biz Müslümanların Hz. Resul'den önceki ilahî peygamberleri kabullenmemiz, insaf ve müsamahamızdan değil, inancımızın aslî zaruretinden kaynaklanır.
4- Bütün tebliğ veya dialog çalışmalarında, 'Ava giden, (kendisi av olur manâsında) avlanır..' deyimindeki ihtimali de gözden ırak tutmamak ve 'müdahane' ve 'mumaşaat' eder duruma düşmemek, müslümanın şahsiyetine gölge düşürmemek de önemli bir noktadır.. Tebliğ veya dialog çalışmalarına giren herkesin bunu yerine getirebildiğini söyleyemeyiz, herhalde -Murad Beyazkalb yazıyor: ’25 Kasım tarihli yazınızda geçen ve Hz. Ali’ye nisbet olunan söz, çok önemli. Onun arabça aslını ve kaynağını bildiriri misiniz?
*SEÇ: Hz. Ali’ye nisbet olunan, ’şahısları değil, hakk’ı ölçü al; hakk ölçüsünü insanlara ve hadiselere göre değil; insanları ve hadiseleri hakk ölçüsüne göre belirle..’ manâsındaki söz tevatür halinde maruf olduğu için, ayrıca kaynağını kaydetmeye gerek duymamışım.. Ancak, kaynağını belirleyebilirsem size bildiririm, inşaallah..
-Güneş Bilişim ve Aydın Aydın, (Mutlaka okuyun, ama bir şey öğrenmek içinnnnn’ kaydıyla) yazıyorlar: ’Dersim İsyanını M. Kemal istemiyordu, ama, İnönü vur emrini verdi…’
*SEÇ: O sırada İnönü azledilmiş bir kenara itilmişti.. Başbakan, Celâl Bayar’dı.. Çok iddialı konuştuğunuz kadar, bu hususa da dikkat etseydiniz, iyi olurdu.. Ve O ayaklanma bastırıldığı zaman, M. Kemal hayattaydı ve Seyyid Rıza’nın idâmından hemen sonra Elazîz’e giderek, ’zafer’ini bizzat gözleriyle görmüştü.. Başarı zaferleri tek kişiye, hataları ise, ’ İnönü yok mu, hep o yaptı..’ diyenler, zoraki M. Kemal koruyucularıdırlar..
-Tikky (habervaktim.com’da 27 Kasım günü) yazıyor: ’Bizler Ebu Cehil’le bile dialog yapmış olan bir Resul’ün ümmetiyiz. Ama, bazı kardeşlerimiz bunu göremediler.’
-Yahya Taşlıçaylı yazıyor: ’irib.ir’in türkçe bölümünden okudum yazınızı ve Türkiye’deki alevîlerle biz caferîler arasındaki ve çoğunun bilmediği farkı gözetlediğiniz için teşekkürler..
-Yezec (habervaktim.com’da) yazıyor: ’Bir mezhebe ayrıcalık tanınırsa, diğer mezheb ve cemaatler de benzer taleblerle ortaya çıkmaz mı?’
*SEÇ: Bir ayrıcalıktan değil de, bir hakktan sözediliyorsa, o hokkan kullanılması, bir takım korkularla engellenemez ve hakkın özüne dokunulamaz. Yönetim mekanizmaları korkular için tedbirlerini alır; hakk sahibleri de kendi haklarını kullanırlar..
-Egulü (habervaktim.com’da) yazıyor: ’Hz. Huseyn Cennet’in kapusuna gelip Ehl-i Beyt’e ve yüce şahsiyetine yakışır ve Rahmet Peygamberi’nin torunundan beklenir bir tavırla, 'Ya Rab, Yezid Cennet’e girmeden ben girmem..' derse, bu alevî-sünnî mes’elesi çözülür..’
*SEÇ: Mesajınız bir internet sitesinde, umûma açık yayınlandığı için buraya da aldım. Ancak, konuyu şahıslar arası bir düşmanlık şeklinde gördüğünüzü belirtmeliyim. Mes’ele şahıslar değil, zihniyetler ve ’hak /bâtıl’ mes’elesidir.. Zâlimle mazlûmu aynîleştirmek de zulümdür. Adl-î ilahîye mugayir olanı Hz. Huseyn’e söyletmeye kalkışmak da bir başka zulümdür..
-Rahmetullah Engin yazıyor: ’(Ampulleri söndürünüz, yıldızları göreceksiniz.) diyorlar ve bu güzel bir slogan da.. Ama, yıldızların ışığı yolumuzu aydınlatmaya yetmiyor..’
-Ali Osman Kürekçi yazıyor: ’E. Özkök, ’İslam dininin gereklerini yerine getirmekte Baykal’ın kendisinden ilerde olduğunu’ yazdı, 25 Kasım yazısında.. Özkök, birkaç ay önce de, ’son namazını ortaokul döneminde kıldığını’ söylemişti.. Kendilerini ’aydın’ ilan edenlerin hal-i pür melali, işte bu.. İlginç ve ibret verici, düşündürücü değil mi?’
-F.Zehra yazıyor: ’Ahıskalılar ile ilgili bir belgesel konulmuş internet ortamına. ’Görmemiş olabilirsiniz.’ diye tavsiye etmek istedim. http://ahiskalilar.org/filmler/belgesel.htm
*SEÇ: Görmemiştim, ilginç.. Teşekkürler..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi