Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Akit’e bulaşmadan “şöhret” olunmuyor mu?

Akit’e bulaşmadan “şöhret” olunmuyor mu?

 

Herhangi birisi “şöhret” mi olmak istiyor... Ya da, piyasaya yeni çıkmış ama “adını duyurmak” mı istiyor?.. Veya “unutulmuş” olmaktan dolayı perişan olmuş da, “yeniden hatırlanmak” mı istiyor?.. Birisine “gıcığı” var ama “doğrudan söylemek”ten mi korkuyor?.. Artık “yüzüne bakan” yok da, yeniden “alkış” ve “bravooo” mu istiyor?
 
Çare basit;
“Akit’i hedef al!”
“Adam”ın veya “madam”ın, herhangi biriyle “hesabı” olduğunda, muhatabına “doğrudan” saldırmıyor... Araya, illâ “Akitt’i” sokuşturuyor ki, söylediği söz, ya da yazdığı yazı ses getirsin!..
 
Meselâ Ahmet Hakan Coşkun... Anlaşılan o ki, Levent Kırca ile bir problemi var... Söyleyeceklerini doğrudan söylemek yerine, Levent Kırca’yı “Akit ağzı” kullanmakla suçluyor.
 
Oysa;
Levent Kırca denilen adamın, bırakın “Akit ağzı” kullanmasını, “Akit’i ağzına almak” için bile, önce “gusül abdesti” alması, sonra da gönülden bir “besmele” çekmesi gerekir!..
Levent Kırca nerede,
Akit nerede?..
 
TEKE TEK’TE TİYATRO!
 
Efendim, olay şu:
 
Levent Kırca, geçenlerde Fatih Altaylı’nın “Teke Tek” programına çıktı... Olan, tek kelimeyle “canlı yayın rezaleti” idi... Altaylı, böyle bir adamı programına çağırdığı için, herhalde “bin pişman” olmuştur.
 
Teke Tek, “program” olmaktan çıktı, tam bir “tiyatro”ya dönüştü.
Ama, nasıl bir tiyatro?..
Kırca, “soru”lara cevap vermek yerine “el-kol işaretleri” yapıyor, “şarkı”lar söylüyor, Altaylı’yı ciddiye almadığını gösteriyordu...
Haksız da sayılmazdı...
 
Sen, “gayrıciddi” bir adamı “ciddiye” alır da programına çağırırsan, o da kursağında olanı döker ortaya!..
N’aaapsın adam?..
Elbette “silinip gittiğini” biliyor...
Bunu da kendine yediremiyor.
 
“Dünyanın değiştiğini” biliyor ama, “kazık çaktığı” yerden kurtulamadığı için kendisi “değişemiyor”, yeniliklere ayak uyduramıyor!..
 
Bugüne kadar “belden aşağı espriler”le geldi, hâlâ böyle devam edeceğini sanıyor!..
Biliyorsunuz;
 
Fox TV’de sürdürüyordu “Olacak O Kadar” programını... Arasıra rastladığımda “gülmek” şöyle dursun, “eskide kalan Kırca”nın hâline üzülüyordum...
Bir defasında yazmıştım... Bir yemekte, bir Fox TV yetkilisine sormuştum;
“O programları yayınlamak için Levent Kırca’dan kaç para alıyorsunuz?”
Adamcağız şaşırmıştı;
 
“Sen de mi abi?”
Demiştim ki;
“Bu bayat espriler, bu kara mizah örnekleri, bu belden aşağı muhabbetler, ancak üste para alınırsa yayınlanır!..”
Kara kara düşünmüştü!..
Ama n’aapsınlar;
İllâ bir program koyacaklar!..
 
“Ucuz” programlar koymak zorunda kalınca da “ucuz espriler”e razı oluyorlar.
Uzun lâfın kısası;
Levent Kırca düştü!..
“Şöhretin zirvesi”nden öyle bir çakıldı ki yere, bir türlü kalkamıyor.
 
2006’DA İKTİDARI ÖVÜYORDU!
 
Peki; nasıl düştü, neden düştü?..
 
Bizim Ersoy Dede, 20 Ocak tarihli yazısında, Levent Kırca’nın 2006 yılının Ocak ayında verdiği bir “röportaj”ı hatırlatıyor ve Kırca’nın o gün şöyle dediğini aktarıyordu;
“Hükümet bugünkü iktidar şartları içerisinde en iyisidir.  Bu insanlar istemezler mi işçilere memurlara fazla para vermek?
 
Bu hükümet olmazsa, Cumhuriyet Halk Partisi olursa daha mı iyi olacak sanki?..
Ben bu hükümetin genel anlamda çalışkan olduğuna inanıyorum. Tayyip Erdoğan’ın dürüst olduğuna inanıyorum.”
 
Ersoy, Kırca’nın bu sözlerini aktardıktan sonra, şunları söylüyordu;
“İlginç değil mi? Levent Kırca 2006 Ocak’ında böyle düşünüyormuş AK Parti hakkında.
Peki ne olmuş sonra?
 
AK Parti Siyaset Akademisi için verdiği “Sanatçı Gözüyle Siyaset” dersleri bitmiş...
Allah Allah?..
 
Ne işi var Levent Kırca’nın AK Parti’de değil mi?
Biraz zorlarsanız, hafızalarınızı hatırlarsınız...
 
Sayın Başbakan’ın attan düştüğü o kaza ile ilgili olarak yaptığı ve inceden Erdoğan’ı takdir eden esprileri gazetelerin manşetlerini süslüyordu.
Dönemin Turizm Bakanı Atilla Koç’un da zaman zaman tatlı şekerlemeler yapmasını diline dolamıştı.
 
Bu anıların hepsi “AK Parti Siyaset Akademisi”den... Sonra siyaset akademisi bitti.
Yollar ayrıldı..
 
Hatta Levent Kırca yıllarca eleştirdiği siyasete soyundu... Ama AK Parti hiç de oralı olmadı... O dönem bir kırılmaydı Levent Kırca için.. İstediği kadar inkar etsin.. Erdoğan ‘hadi’ deyip parmağını şıklatsaydı, bambaşka bir Levent Kırca ile karşı karşıya olacaktık bugün.”
 
Olay budur... Erdoğan, gerçekten de “Hadi” deseydi, Levent Kırca; bugün İşçi Partisi’nde değil, AK Parti’de olur ve açık söylüyorum; “Bir numaralı Hükümet yalakası” olur çıkardı!..
 
KEL ALÂKA BENZETME!
 
Bunları yazdım ki;
“Kırca ile aynı ağzı kullanmadığımız” iyice anlaşılsın... Şahsen ben, günahım kadar sevmem Levent Kırca’yı!..
 
“Atışma”lardan anlıyorum ki;
Ahmet Hakan da sevmiyor.
 
Ahmet Hakan, Levet Kırca’ya cevap verirken, araya Akit’i de sokuşturmuş ki, anlaşılan, “Akit’e sürtünmeden” edemiyor!..
Demiş ki;
 
“Kırca, Akit ağzı kullanıyor!”
Bu ifade, bana o meşhur “fıkra”yı hatırlattı...
Adamın biri hanımıyla oturuyor...
 
Bu sırada hanımı ekmek yapmak için hamur yoğuruyor... Bu sırada özür dileyerek söylüyorum. Hanımı gaz kaçırıyor...
 
Adam dönüyor; “Hanım ne yaptın, ayıp olmuyor mu, oldu mu şimdi?” diyor.
Hanımı altta kalmamak için adama şöyle diyor: “O zaman, sen de geçen sene baltanın sapını kırmıştın ya, onun hesabını ver!”
Şimdi “gaz kaçırmak”la, geçen sene kırılan “baltanın sapı” arasında ne alâka var?..
Kel alâka!..
 
Ama kadın, altta kalmayacak ya; “yellenme”sini örtbas etmek için, “baltanın sapı”nı hatırlıyor.
Sizce de öyle değil mi?..
 
“Yellenmek” ile “baltanın sapı”nın ne alâkası var?.. Kadın yellenmiş ya, altta kalmak istemiyor ya, kocasını “kel alâka” bir yerden vuracak ya; “Sen de geçen sene baltanın sapını kırmıştın!” diyor...
 
Ahmet Hakan’ınki de o hesap!..
Levent Kırca’ya illâ bir cevap verecek ya, araya Akit’i de sokuşturuyor!..
 
KIRCA’DAN HODRİ MEYDAN!
 
Fatih Altaylı’nın programından sonra demiş ki; “Fatih Altaylı’nın yerinde ben olsam, Kırca’ya haddini bildirirdim!”
 
Levent Kırca da “sürtünecek” yer arıyor ya, sürtünüp “yeniden gündeme gelmek” istiyor ya; “Hodri meydan” demiş Ahmet Hakan’a;
 
“Hodri Meydan!.. Gel, Ulusal Kanal’da konuğum ol... Eğer gelmezsen, korkup kaçtığını düşüneceğim... Gelmezsen; senin makyajınla karşılıklı program yapacağım... Makyajlı olan daha çok reyting alır!.. Bir de; senin taklidinde bir dalak fazla olur!”
Peki, Levent Kırca’nın bu “Hodri Meydan”ına Ahmet Hakan nasıl cevap vermiş?..
O da demiş ki;
 
l İSKİ sözcüğünden, jet-ski sözcüğünden belden aşağı espriler üreterek en fazla “erken dönem Recep İvedik” sıfatını almaya hak kazanabilecek biridir Levent Kırca.
l Bakmayın siz onun “Ben her zaman muhaliftim” demesine... Hükümetlerin ülkeye egemen olamadıkları dönemde hükümetlere çakan ama ülkenin asıl egemenlerine ancak kendisine tanınan icazet alanı içinde bir-iki kez çakabilmiş biridir Levent Kırca.
l Hükümete dostluk ya da düşmanlık etmeyenleri “yalaka” kapsamına sokarak memleketi esaslı bir cepheleşmenin içine sürüklemek isteyen biridir Levent Kırca.
l Muhaliflik onun sığındığı son yerdir... Eğer Fox adlı kanalda hükümete yolladığı “mavi boncuklar” hükümet tarafından kabul görseydi, bugün program yapmaya devam edecek ve İşçi Partisi rozetini de asla yakasına takmayacaktı... İşte böyle biridir Levent Kırca. 
 
l Politik bir gösterinin tam ortasında “karı düzmek” gibi bir lafı edebilecek, ardından da “Dilim sürçtü, özür diledim, oldu/bitti” diyebilecek biridir Levent Kırca... 
l Kendisine sorsanız: Bütün gösterileri acayip izleniyor, halk “Levent... Levent...” diye kapısına yığılmış durumda, stadyumlar seyircilerini almıyor, başına geçtiği televizyon kanalı izlenme rekorları kırıyor... “İyi de sen neden bütün bunlara rağmen sürekli ağlaşıyorsun ki?” sorusuna cevap veremeyen bir adamdır Levent Kırca...
l Analiz yapmaz, ezber cümleleri vardır: Türk Ordusu lağv edildi, generaller içeride, Cumhuriyet tehlikede... Başka? Başka hiçbir cümlesi olmayan biridir Levent Kırca.
“Bana “hodri meydan” çekmiş Levent Kırca...
Birlikte çıkacakmışız ekrana... 
Kapışacakmışız.
Neyin kapışması olacak ki bu?
“Ben sana taktım./Sen bana taktın” türü bir kapışma mı olacak?
İçinde “karı” ve “düzmek” geçen bir kapışmanın ben neresinde olacağım?
“Azılı yalaka” ile “azılı muhalif” dışında herhangi bir renge en küçük alan bile bırakmayan sığ bir soytarılıkla mı kapışacağım?
Siyasal tarihi “jet-ski” ya da “İskiciğim” laflarından türetilen seviyesizliklerle dolu biri ile neyin kapışmasını yapacağım ki ben?
 
(......)
 
Yiğitlik bazen meydana çıkmaktır, bazen de meydandan kaçmaktır.
Yiğit o kişidir ki;
 
Her şey olup da bir türlü rezil olmayan müptezel biriyle meydana çıkmaktansa, meydandan, arkasına bile bakmadan kaçar.”
 
Be adam; Levent Kırca ile aranda problem varsa, kendiniz halledin!.. Kendi kavganıza Akit’i niye karıştırıyorsunuz?..
 
Hem sonra;
“Dalak” konusunda madem bu kadar duyarlısın, o zaman dalağını niye aldırdın be adam?..
 
Bugün “Ergenekon firarisi” olan Turhan Çömez’in hastanesinde ameliyat olup, “dalağını” aldırmasaydın; hem “dalaksız” olmaz, hem de “Kırca’nın ağzına” düşmezdin!..
 
YA HÜRRİYET AĞZI!
 
“Ağız” dedim de, aklıma geldi...
Sen bırak Akit’in ağzı”nı da, asıl “Hürriyet’in ağzı”na düşmekten kork!.
Şu anda yazı yazdığın Hürriyet var ya; 25 Nisan 1998’de, “28 Şubat cuntacıları”nın Mehmet Ali Birand için hazırladığı “andıç”ları manşetine taşımış ve onu “Şemdin Sakık’ın olmayan ifadeleri” ile “yargısız infaz”a tabi tutup, “alçak” ilân etmişti.
Bugün ise;
 
“Kör ölür, badem gözlü olur,
Kel ölür, sırma saçlı olur.”
 
Misali, aynı Birand, aynı Hürriyet tarafından “güleryüzlü” ilân edildi, iyi mi?..
Uzun lâfın kısası;
 
O “askeri vesayet” döneminin en acımasız günlerinde, yani 28 Şubat’ta, ‘andıçlanan’ gazetecilerin ve yazarların üzerine bir kürek toprak da Hürriyet’in sivil paşaları atmışlardı.
 
Ebediyete uğurlanan Mehmet Ali Birand, andıçlandığı 28 Şubat günlerinde ve de askeri mahkemede yargılandığında yapayalnızdı.
 
Bugün, Mehmet Ali Birand için gözyaşı dökme yarışına girenlerin en azından bir bölümü o günlerde “andıç üretim merkezi”nin kudretli paşalarıyla kol kola başka işler kotarmanın peşindeydiler...
 
Bunları unutmadık Ahmet Hakan!..
Sakın, sen de unutma!..
“Unutulan” Levent Kırca veya bir başkasıyla hesabın varsa, kendin gör!..
Kavgana, Akit’i karıştırma!..
Akit’e sürtüne sürtüne;
Yeteri kadar “şöhret” oldun!..
Ama;
“Daha fazla Kırca’laşma!”
 
Katiller, hep “tanıdık” çıkar! 
Olayı biliyorsunuz... 
31 yaşındaki Sivaslı Ömer Güney adlı şahıs, “PKK’lı 3 kadının katil zanlısı” olarak tutuklandı...
 
İki kadınla birlikte öldürülen ve “Ermeni kökenli” olduğu ortaya çıkan Sakine Cansız’ın “yanındaki kişi” olan Ömer Güney, 2011 yılında örgüte katılmış.
Gazeteler, bu haberi; “Katil, en yakınındaki isim” ve “Katil, tanıdık çıktı” başlıklarıyla vermişler!..
 
Gerçekten de tanıdık biri... Kapının niye zorlanmadığı, “kapı şifreleri”nin nasıl çözüldüğü, şimdi çok daha iyi anlaşılıyor.
Cinayetlerin sebebi henüz açıklanmasa da, “örgüt içi hesaplaşma” olduğundan kuşku yok.
 
Katilin “tanıdık” çıkması, şunu da gösteriyor: 
Bu tür olaylarda “komplo teorileri” havalarda uçuşsa ve katiller “uzaklarda” aransa da, katiller, hep “en yakınlar” olur... 
 
Ya “sevgili”dir, ya “şoför”dür, ya da “örgüt üyesi”dir.
 
Katil yakalandığına göre; şimdi sırada “cinayetin sebebi” var... 
 
Ömer Güney, herhalde bunu da açıklayacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi