Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Aziz Kocaoğlu’nun öfkesi “bana” mı, “sürecin başarısı”na mı?

Aziz Kocaoğlu’nun öfkesi “bana” mı, “sürecin başarısı”na mı?

Ben mi “pimpirikli biri” oldum, yoksa birileri “ikili” mi oynuyor?..

Ben mi “meram”ımı tam anlatamaz oldum, yoksa birileri “yanlış anlamakta” ısrar mı ediyor?..
Ben mi “Egeli” değilim, yoksa birileri “Ege insanı”nı kışkırtmak mı istiyor?..
Ben mi “kızgınlık, öfke, linç ve kin” duygularıyla yüklüyüm, yoksa birileri “niyet okumacılığı” yapıp, kullandığım kelimeleri çarpıtarak “benim üzerimden” bu süreci baltalamaya mı çalışıyor?
Bu kadar da soru yeter...

İFADELERİM ORTADA

Efendim, olay şu:
Bildiğiniz gibi;
“Akil İnsanlar Heyeti” olarak 13 ve 14 Nisan günleri İzmir’de idik.
Salı günü de, bu köşede “İzmir izlenimleri”mi anlatmış, daha yazının başlığında; “Endişe var ama umut daha çok” demiştim.
Ve yine demiştim ki;
Mesela, heyet başkanımız Tarhan Erdem, Diyarbakır’daki Nevruz kutlamalarında niçin “Türk bayrağı” olmadığı sorusuna cevaben dedi ki;
“Çok doğru, bu Nevruz’da orada Türk bayrağı yoktu, ama bu süreçten olumlu sonuçlar alınırsa, gelecek Nevruz’da Diyarbakır’ın meydanları Türk bayraklarından geçilmeyecek, her taraf kıpkırmızı olacaktır.”
Şunu söylemek istiyorum:
“Sürece muhalif” olan insanlar bile; daha düne kadar, baştan aşağı “Kürt düşmanlığı” ile donanmışken, bugün diyor ki;
“Nevruz’da niye Türk bayrağı yoktu?”
Sorudaki incelik çok önemli...
Lütfen dikkat;
“Onlardan da bu beklenirdi” deyip, geçmiyor insanlar... Ya ne diyorlar;
“Türk bayrağı niye yoktu?”
Bu cümlede, “sorgulama”dan ve “hesap sorma”dan ziyade, “sitem” var!..
Peki, “sitem” kime yapılır?..
Elbette “sevdiğimiz” birine...
Demek oluyor ki;
Her bir Kürt ferdini daha düne kadar “potansiyel PKK’lı” gören Ege insanı, bugün “Türk bayrağı”ndan dolayı sitem ediyor...
Hiç endişeniz olmasın ki;
Daha düne kadar; “kızgınlık, öfke, linç ve kin” duygularıyla yüklü insanlar, bugün “sitem” noktasına gelmişse, bilin ki, “süreç, çok iyi yolda”dır.
Her zaman söylerim;
“Ege insanı sıcaktır, samimidir... Bu samimiyetini de; muhatabıyla tokalaşarak değil, kucaklaşarak gösterir... Sıcak ve gülen bir yüz gördüğünde her şeyi unutur.
Ne kin kalır, ne öfke!..”
İnanın yağ çekmiyorum.
Aslında “kendimi” anlatıyorum.
“Doğma-büyüme bir Egeli” olarak, hele de “üniversite sınavı”na İzmir’de girmiş, dolayısıyla hayata İzmir’de atılmış bir Egeli olarak diyorum ki; yeter ki “samimiyet” olsun, yeter ki bu samimiyet “yüz”e yansısın, Egeli, anında unutur öfkesini...
Öyle umuyorum ki;
Şu anda, aralarında zaten problem olmayan Türkler ve Kürtler, sürecin sonunda birbirlerine daha sıkı sarılacak ve “Türk Bayrağı”nı birlikte sallayacaklardır.”
16 Nisan Salı günü yazdıklarım, kelimesi kelimesine böyle...

AŞAĞILAMA NEREDE?

Söyleyin Allah aşkına;
Yazımda, “İzmir’i ve İzmirliyi aşağılayan” bir kelime var mı?..
O yazımda, “İzmir’in 5 endişesi”ni dile getirmişim, yazımın sonunda “Şimdi daha umutluyum” demişim.
Bu, ne demektir?..
“Önceden de umutluydum” ama “şimdi daha umutluyum” demek değil midir?..
Hepsi bir yana da;
“Doğma-büyüme bir Egeli” olduğumu söyledim ve hatta; “İzmir’e gitti de, şimdi İzmirlilere yağ çekiyor” demesinler diye, özellikle ifade ettim:
“Aslında kendimi anlatıyorum.”
Evet, evet;
Sırf, “yağ çekiyor” demesinler diye!..

MİLLİYET EGE’NİN MANŞETİ

Sen kalk; işte bu yazıdan “kızgınlık, öfke, linç ve kin” kelimelerini “cımbızla” ve de ki; “Bu nasıl akillik, bu nasıl barış anlayışı?..”
Bu “cımbızlama”yı ve dolayısıyla, dikkatleri çarpıtma amaçlı “cambazlama”yı sıradan biri yapsa, yine de dert etmezdim.
Ama, “Milliyet Ege”nin dünkü manşetine Hasan Karakaya ve Baskın Oran’ın fotoğrafını yerleştirip; “Bu iki Akil’in İzmir’de ne işi var?” başlığını atmasına yol açan insan, maalesef ama maalesef koskoca İzmir’in, koskoca Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’dur!..
Aziz Kocaoğlu’nun; “CHP’li bir belediye başkanı” olarak “Çözüm Süreci”ne karşı çıkmasını, “Hasan Karakaya ve Baskın Oran” üzerinden Akil İnsan’ları “itibarsızlaştırmaya” çalışmasını anlarım da; Milliyet’in “İstanbul ve Ankara’da sürece destek”  verirken, Ege’de “süreç muhalifi” olmasını anlayamadım...
Ortada, bir “ikili oynama” durumu yoksa, mesele yok... Ve fakat; İzmir’de başka İstanbul’da başka bir politika uygulanıyorsa, bunu bileyim ki, ben de gardımı ona göre alayım!

KOCAOĞLU NİYE ÖFKELİ?

Bunu ifade ettikten sonra, gelelim Aziz Kocaoğlu’nun sözlerine... Sayın Kocaoğlu; şu satırları, “medya”dan değil, “Ayna”dan kendiniz okuyun...
Salı günkü yazımda demişim ki;
“İzmir insanı, “Çözüm sürecinin İzmir’e çok katkısının olacağı”nın farkında... Öyle inanıyorum ki, “İzmir’in katkısı” da, çözüm sürecinin başarı şansını artıracak ve sonunda, kazanan “Türkiye” olacaktır.
Hiç kimse, bu işin altında “bit yeniği” aramasın, hiç kimse “yumruk”larını sıkmasın... Herkes elini açar ve birbiriyle tokalaşırsa, Türkiye üzerinde “plân”ları olan “dış güçler”in oyunları da bozulur, hesapları da...”
Söyleyin Bay Kocaoğlu;
Bu cümlenin neresinde “İzmir’i aşağılayan” bir ifade vardır?.. Bu cümlenin neresi sizi öfkelendirmiştir?..
Hem “öfke” kelimesine karşı çıkıyorsunuz, hem de “bana” yönelik “öfke”nizi dile getiriyorsunuz.
Merak ediyorum;
Öfkeniz “bana” mı, yoksa “Çözüm Süreci’nin başarıyla yürümesi”ne mi?..
Diyeceksiniz ki;
“Ben sürece öfke duymuyorum... Tam aksine 23 Mayıs’ta, İzmir’in kanaat önderleri, sivil toplum kuruluşları temilcileri ve belediye başkanlarıyla birlikte Diyarbakır’a gideceğiz...
Yanımızda Ege Üniversitesi Halk Oyunları ekibi olacak. Zeybek oynayacaklar. Ayrıca Türkiye’nin ilk köy tiyatrosu olan Bademler Köyü Tiyatrosu da ‘Susuz Yaz’ oyununu sahneleyecek.”
O zaman, ben de sorarım;
“Öfkeniz bana mı?”
Değilse, Habertürk ekranlarından söyledikleriniz ve Milliyet’in manşeti neyin nesi?..
Çünkü, Milliyet’in Ege ilâvesinde;
“Sizin sözleriniz”den başka “görüş” ifade eden kimse yok...
Demişler ki;
“Baskın Oran ile Hasan Karakaya’nın İzmir’i aşağılayan ifadeleri öfkeye neden oldu!”
İyi de, bize “öfke” duyan kimdir?.. Bir tek “kişi” veya “kuruluş”un açıkaması yok!.. Demek oluyor ki; sadece “sizin öfkenizi” manşete çekmişler!..

ÇÖZÜM... ÇÖZÜLME!

Dedim ya;
“Öfkeniz bize mi, yoksa süreçle birlikte CHP’de başlayan kaynamaya mı?”
Malûm, Mardin doğumlu Gülseren Onanç, CHP Genel Başkanlığı görevinden istifa etti... “Ulusalcı” tavrıyla Onanç’ın istifasına yol açan Dilek Akagün Yılmaz da CHP Disiplin Kurulu’na sevkedildi!..
Denilebilir ki;
“Türkiye Çözüm Süreci yaşarken, CHP Çözülme Süreci’ne girdi!”
“Çözülme süreci” ifadesini lâf olsun diye kullanmadım... Çünkü, İnal Batu, çok daha ağırını söylüyor.
Bugünkü Akit’te de okuyacağınız gibi;
Sürece destek çıkan Gülseren Onanç’ın “Kılıçdaroğlu’nun baskısı”yla istifa etmesini değerlendiren CHP eski Genel Başkan Yardımcısı İnal Batu, CHP’nin çözüme karşı çıkmanın bedelini ödeyeceğini dile getirerek demiş ki;
“Onanç’ın istifası çok vahim bir gelişmedir. Parti bunun cezasını çekecektir seçim sandıklarında. CHP’de artık hiçbir umut görmüyorum. Çünkü anketler ortada.
CHP, siyaset sahnesinden tamamen çekilmelidir. CHP miadını doldurmuştur... Türkiye’nin, sosyal demokrasinin gelişmesinin önünde bir engeldir. Türkiye’de demokrasinin kurtuluşu olarak CHP’nin artık siyaset sahnesinden çekilmesini savunuyorum.
CHP en umutlu olması gereken 2002’de yüzde 19 oy aldı. Olmuyor. Şimdi daha da kötü. Bir iki seçim  başarısızlığı daha olursa kendi kendine dağılır gider yani. Gençler artık rağbet göstermiyor. Maalesef hiç umutlu değilim. Bu partinin ne Kılıçdaroğlu’yla ne de onun alternatifi gibi gözüken Baykalcılarla bir yere gideceğini zannetmiyorum.”
Evet, bunları İnal Batu söylüyor.
O halde sormak istiyorum;
“Bay Aziz Kocaoğlu’nun öfkesi bana mı, sürece desteği yüzde 60’ların üzerine çıkan İzmir halkına mı?.. Yoksa, İnal Batu’nun tasvir ettiği CHP’ye mi?..”
İzmir’de birçok insanı dinlediğim gibi, Aziz Kocaoğlu’nu da dinlemek isterim...
İşimiz, dinlemek... İşimiz, anlatmak!.. Ceza Fazıl Say’ın eline değil, diline!
Yaygın mıdır bilmiyorum ama, bildiğim kadarıyla “Arnavut”lar, bizim “fasulye” dediğimiz sebzeye “Lobya” derlermiş... Hikâye bu ya; “lobya” yemekten bıkan Arnavut, bir gün şehre gitmiş ve girmiş bir lokantaya... Uzatmayalım, garson “yemek listesi”ni sayarken, “Kuru Fasülye” demiş, “pilâv” demiş, “muhallebi” demiş... “Kuru Fasülye”nin de “Lobya” olduğundan haberi olmayan Arnavut; “Kuru Fasülye” ve “Muhallebi” istemiş...
Garson yemekleri getirince, bir de ne görsün?.. Yine Lobya... Yemekten bıktığı Lobya!.. Çekmiş tabancasını, başlamış “Kuru Fasülye”ye doğru ateş etmeye!..  Masanın sallanmasından, elbette “muhallebi” de “titremeye” başlamış!..
Arnavut, “muhallebinin titrediğini” görünce; “Sen korkma” demiş, “Sana lâfım yok!”
“Arabesk” dinleyenlerin hepsine “yavşak” diyen, “nerede yavşak, adi, hırsız, şaklaban varsa hepsi Allahçı” diyen Ateist Fazıl Say, 10 ay ceza alınca, dediler ki; “Cezalandırılan piyanodur!”
Hayır!.. Arnavut’un ifadesiyle, “Piyanonun korkmasına” gerek yok, cezalandırılan “Fazıl Say’ın piyano çalan eli” değil, “milletin inancına küfreden dili”dir...
Bu millet; “onun küfürleri”ni yemekten bıktı!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi