Abdullah Yıldız

Abdullah Yıldız

Fetih ve Cihad Ruhu

Fetih ve Cihad Ruhu

Her 29 Mayıs tarihi, İstanbul’un fethini konuşmamız için güzel bir fırsat. İstanbul’un 29 Mayıs 1453’te genç Osmanlı Sultanı II. Mehmed (Fatih) tarafından İslâm hâkimiyetine dâhil edilişinin yıldönümü münasebetiyle fethi, fetih ruhunu ve cihad şuurunu anlamaya çalışalım, inşallah. Bu amaçla, İstanbul’un fethinden çok daha gerilere uzanmamız gerekiyor…

“Harp Peygamberi” olan Efendimizin (s) çeşitli vesilelerle Müslümanlara İstanbul’un fethini hedef gösterdiği biliniyor. Ümmet-i Muhammed, İslâm’ı cihana yaymak amacıyla, ilki Efendimizin (s) vefatından kısa süre sonra olmak üzere İstanbul’a çok sayıda sefer düzenlediler. Bunların ilkine katılanlardan biri de, İstanbul surları önünde şehid düşen ve bugünkü Eyüp semtini ismi ile şereflendiren Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) idi. O kutlu sahabe, İstanbul surlarına yönelik hücumlar sırasında yaptığı bir açıklama ile, “Allah yolunda cihad”ın gerçek boyutlarını anlamamızı sağlamıştı…
İstanbul’u fethetmek niyetiyle Medine’den yola çıkan İslam ordusu, surların önüne kadar gelmişti… Rum askerleri sırtlarını şehrin surlarına yaslamış müdafaada idiler. Bu esnada bir İslam askeri, tek başına düşmana karşı saldırıya geçip içlerine kadar girdi. Halk:
-‘Sübhânallah! Dur, dur! Kendi eliyle kendini tehlikeye atıyor!’ diye bağrıştılar.
Bunun üzerine, Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) ayağa kalkarak şöyle konuştu:
-‘Ey insanlar! “Kendinizi tehlikeye atmayınız!” âyetini böyle tevil ediyorsanız, yanlış yapıyorsunuz. Bu âyet, biz ensâr hakkında nazil olmuştu. Cenâb-ı Hakk, dinini güçlendirip dininin yardımcıları çoğaldığı ve İslâm galebe çaldığında, biz Rasûlüllah’tan (s) gizli olarak, aramızda şöyle konuştuk:
-‘Mallarımız ziyan oldu. Artık işlerimizin başında kalıp, onları yoluna koysak daha iyi olur’ dedik.
Bunun üzerine Allah Teâlâ bizim düşüncelerimizi reddederek: “Allah yolunda mallarınızı harcayın; (cimrilik ederek) kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” (Bakara 2/195) buyurdu.
Demek ki, asıl tehlike; malın-mülkün başında kalıp onları düzene koymak için cihâdı terk etmektir. Zira biz cihada gitmekle emrolunmuştuk.” Bu olayı bize aktaran ravi der ki;
“İşte bundan dolayıdır ki, Ebu Eyyub, ölünceye kadar durmayıp Allah yolunda savaşmıştır.”
Nitekim sahabeden Ebû Eyyûb, Mikdad ve Ebû Talha (r.anhüm), Tevbe/41.ayetini, “Her halükârda savaşa çıkmak farzdır” diye anlamışlardı. Efendimizin (s) süvarisi Mikdad b. Esved, savaşa gidiyordu. Birisi ona: “Bu sene savaşa gitmesen olmaz mı?” dedi. O, bu soruya şu cevabı verdi:
-“Bize Bu’ûs / Diriliş (Tevbe) suresi indi ve bu sure bize ruhsat vermedi. Çünkü Allah Teâlâ “Hafif ve ağır olarak Allah yolunda savaşa çıkın” diyor, Kaldı ki ben kendimi hâlâ hafif hissediyorum.”
Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) de, her zaman şöyle derdi:
-“Allah, ‘Hafif veya ağır olarak savaşa çıkınız’ buyurdu. Ben de bu iki vasfın haricinde değilim.”
Ebû Talha (r.a) ise; “Bu ayet genç de olsak, ihtiyar da olsak bize savaşa çıkmayı emretmektedir. Ey evlatlarım, hazırlık yapın” demiş, çocuklarının; “Allah sana merhamet etsin. Rasûlullah vefat edinceye kadar onun yanında savaştın. Ebubekir vefat edinceye kadar onun yanında savaştın. Hz. Ömer vefat edinceye kadar onun yanında savaştın. O halde bizi bırak da biz senin yerine savaşalım” sözlerine rağmen, “Hayır, beni teçhiz ediniz!” diye ısrar edip deniz savaşına çıkmış ve denizde vefat etmişti. Onu defnedecekleri bir adayı ancak yedi gün sonra bularak oraya defnetmişlerdi. (Kandehlevî, Hadislerle Müslümanlık., 1/446-447, 453-458; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, İbnü’l-Cevzi, Sıfatü’s-Safve (Allah Dostları) 1/286-287, 329)
Onlar, bu ayetleri kendi kafalarına göre böyle anlamış değillerdi. Efendimizden öyle öğrenmişlerdi.  
Ashâb-ı kiramdan biri Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e (s) şöyle bir soru sormuştu:
-‘Yâ Resûlallah! Allah yolunda cihada denk hangi iş (amel) vardır?’ Efendimiz (s):
-”Ona denk bir amel bulamazsınız” buyurdu.
İki veya üç defa aynı soruyu tekrarladılar; Rasûlüllah da (s) her defasında:
-”Ona denk bir amel bulamazsınız” cevabını tekrarladı.
(Buhârî, Cihâd 1; Müslim, İmâre 110. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 1; Nesâî, Cihâd 17)
Tarih boyunca İslâm’ın ve Müslümanların izzetini korumaya ve yüceltmeye vesile olan Cihad ibadetinin içini boşaltmaya ve hatta neredeyse onu yok saymaya yönelik olarak son yıllarda ileri sürülen kimi maksatlı iddialar, bu güzide sahabelerin diri ve dinamik yorumları karşısında iflas eder.
İmdi, Müslümanların yeniden tarih sahnesine çıkmasının en büyük vesilesi olan ve kendisine denk başka bir ibadetin bulunmadığı Cihad’ı, gerçek boyutlarıyla kavrayıp diriltmenin tam zamanı değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Yıldız Arşivi