Kenan Alpay

Kenan Alpay

Suriye’nin Lübnan Hizbullah’ın Suriye İşgali

Suriye’nin Lübnan Hizbullah’ın Suriye İşgali

Son üç yıldır Lübnan’daki Hizbullah örgütü Siyonist İsrail’in işgal ve saldırılarına karşı dirençli duruşuyla birlikte anılmıyor. Çünkü Lübnan’ı Siyonist İsrail’in işgal ve saldırılarından korumak üzere kurulan ve halkın desteğiyle büyüyen Hizbullah kelimenin tam anlamıyla Esed/Baas rejimiyle özdeşleşmiş bir halde.

Öyle ki, Hizbullah’ın Esed/Baas rejimi adına Suriye halkını tepelemeyi birincil öncelik addettiğinden İsrail’e karşı ismi ve varlığının ne anlam ifade ettiğini dahi unutturmuş durumda.

Esed Lübnan’da, Nasrallah Suriye’de!

Hasan Nasrallah’ın Hizbullah lideri olarak defaatle tekrarladığı şu cümleye bir bakalım: “Ne kadar gerekiyorsa Suriye’de o kadar kalacağız.” Suriye’de ne kadar kalmaları gerektiğine kendileri karar vermişler zaten. Lakin kendisi sormadığı gibi başkasının da sormasına müsaade etmiyor fakat Hizbullah’ı Suriye’ye kim davet etti acaba? Yoksa “davete ne gerek var canım, Suriye zaten Hizbullah’ındır (aslında İran’ın)” mı dememiz icap ediyor?
Suriye’ye ilişkin olarak dile getirilen kaygılar Balkanlaşma, Afganlaşma, Iraklaşma, Lübnanlaşma vs. diye uzayıp gidiyor. Bu gibi endişeli analizlerle kafa karıştıran stratejisyenler, orta doğu uzmanları, aydınlar ve yazarların nedense bu konuda çoktandır anlamlı sözler söylediğine şahit olamıyoruz. Yoksa çözüm, Suriye halkının kendilerine yarım asırdır kan kusturan Esed/Baas rejimine ve onun İran, Hizbullah ve Rusya gibi hamilerinin insafına terk edilmesinden mi neşet edecek?

Anlaşılan o ki uzun yıllar boyunca Suriye ordusunun Lübnan’ı işgaline sessiz kalarak onay veren uluslararası sistem şimdilerde Hizbullah’ın Suriye’yi işgali karşısında aynı pozisyonunu koruyacak. Bu mantığa uygun hareket edilirse Türkiye’nin hem Esed katiliyle hem de Sisi katiliyle işbirliği sürdürmesi gerekiyordu. Ama Hükümetin Suriye ve Mısır halkının iradesinin üzerine sürülen tankların yanında saf tutmaması hem içeride hem de dışarıda ahmakça ve ahlaksızca bir alayın konusu oldu.

Bu çirkin duruş ve alaycı mantığın arkası boş değil elbette. ABD ve Rusya hem Suriye’de Esed rejimin bekası hem de Mısır’da Sisi cuntası tarafından askeri darbeyle devrilen İhvanı Müslimin/Mursi iktidarının yeryüzünden kazınıp atılması hususunda anlaşmıştı.

Gölgedeki Aydın/İpotek Altındaki Vicdan

İtiraza mahal bırakmayacak bir biçimde sadece Sisi’nin misyonu Suudi Arabistan Kralı Abdullah ile değil aynı zamanda Esed, Nasrallah ve Hamaney’in misyonuyla da kendiliğinden paralelleşiyordu. Gayet net olarak görüldüğü üzere çekişme ve rekabet ahlaki ilkeler ve insani değerler nezdinde değil sadece ve sadece nüfuz alanının daha fazla büyütülmesiyle alakalıydı. Her biri için İslam da mezhep de cemaat de kirli savaş ve ilişkilileri örtmek için kullanılan çirkin bir maskeden ibaretti.

Ancak bu çirkin maskelerin sadece despotik iktidarlarda veya örgüt liderlerinde olduğunu varsaymak büyük bir yanılsama hatta kendi kendini aldatma olur. Suriye’deki katliamlarda İran ve Hizbullah’ın en üst düzeyden ve sistematik olarak oynadığı rolü hala görmezden gelen kimi ‘İslamcı’ aydın ve gazetecileri anmadan geçmek olmaz. Laik-Kemalist ve de NATO üyesi ve AB sürecinde yol alan bir devleti temsilen Başbakan Erdoğan veya Dışişleri Bakanı Davudoğlu’nun Suriye ve Mısır’daki gelişmeler karşısında aldığı pozisyon ortada.

Peki, sırtında yumurta küfesi olsun hiçbir sorumluluğu bulunmayan kimi İslamcı aydınların çürüme ve kokuşma alametlerini çoktan aşan suskunluklarına ne demeli? Mesela Ali Bulaç ve Atasoy Müftüoğlu Suriye’de İran ve Hizbullah savaşçıları eliyle işlenen işgal ve katliamlara ne diyor? Yoksa İran ve Hizbullah’ın Suriye’de icra ettiklerini işgal ve cinayet kategorisi dışında mı görüyorlar?

Mesela Yıldız Ramazanoğlu ve Cihan Aktaş Esed/Baas rejimini ayakta tutma amacıyla Şebbihalaşan, Muhaberatlaşan Kudüs Ordusu ve Hizbullah savaşçıları için ne söylüyorlar? Özellikle hanım aydınlar İran ve Hizbullah savaşçılarının katlettiği anne ve çocuklar için, Esed muhalifi mücahitler için gözyaşlarını nasıl tutuyorlar, kalplerinin sesini nasıl bastırıyorlar? Niçin şimdiye kadar bu ‘duyarlı’ aydınların anlamlı ve etkili bir şekilde sesleri solukları çıkmadı?

İran ve Suriye istihbaratları adına piyasada lobicilik yapan, kamuoyu oluşturan, psikolojik harp yapanları bir tarafa koyuyorum. Asıl olarak Mustafa İslamoğlu ne diyor Suriye’de Esed/Baas rejimin bekası namına İran ve Hizbullah eliyle oluşturulan kan gölü ve ceset tarlaları karşısında. Yoksa muhterem İslamoğlu hocamız halen “Suriye’yi İran’a verseydik ne olurdu?” çizgisinde mi?

Yaramız çok derin ve sanılandan daha büyük. Çünkü sadece emperyalizm ve despotizmden ibaret değil sorunlarımız.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Kenan Alpay Arşivi