Abdullah Yıldız

Abdullah Yıldız

“Allah’ı ve Müminleri Aldatmaya Kalkışanlar”!

“Allah’ı ve Müminleri Aldatmaya Kalkışanlar”!

Yüce Rabbimiz, ‘hayat kitabımız’ Kur’ân’ın hemen başında şöyle bir insan tipine dikkatimizi çeker:
“Kimi insanlar var ki; inanmadıkları halde; ‘Allah’a ve Ahiret gününe inandık’ derler. Bunlar Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar, ama bunun farkında değildirler. Onların kalplerinde hastalık vardır, Allah da bu hastalıklarını artırmıştır, bu yalancılıkları yüzünden onları acı bir azap beklemektedir. Onlara ‘yeryüzünde bozgunculuk yapmayın’ denildiğinde ‘Biz ıslah edicileriz’ derler. İyi bilesiniz ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, fakat bunun farkında değildirler. Onlara ‘Siz de halkın iman ettiği gibi iman edin’ denildiğinde; ‘Biz hiç beyinsizler/budalalar gibi iman eder miyiz?’ derler. Asıl beyinsizler/budalalar kendileridir, ama bunu bilmiyorlar.” (Bakara 2/8-13)
Bu tablo, Kur’ân’ın indiği günlerin Medine’sinde canlı bir realite olarak gerçekten vardı. Fakat zaman ve mekân sınırlarını aşınca; bu tablonun, insanlığın bütün kuşakları boyunca tekrarlanıp yeniden yaşanan bir örnek olduğunu görürüz. Evet, bu tür kimseler Allah’a ve Ahiret gününe inandıklarını ileri sürerler, ama aslında inanmış değillerdir. Onlar inkârcı olduklarını söylemeye ve müminlere karşı gerçekten ne düşündüklerini açıkça söylemeye cesaret edemeyen ikiyüzlü tiplerdir; kendilerini sıradan halk kitlelerini aldatabilen zeki kimseler sanırlar. Oysa Kur’an-ı Kerim onların bu eylemlerinin mahiyetini tanımlıyor: onlar müminleri değil, doğrudan doğruya Allah’ı aldatıyor, daha doğrusu aldatmaya yelteniyorlar…
“Oysa sadece kendilerini aldatırlar, ama bunun farkında değildirler.”
Onlar ikiyüzlülüklerinin kendi çıkarlarını koruyacaklarını sanırlar; fakat bu politikaları bu dünyada da, Ahiret’te de sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Bir grup insanı bir süre kandırmayı başarabilseler de foyaları kısa zamanda ortaya çıkar. Onlar ağır bir gaflet içinde, farkında olmadan sadece kendilerini aldatırlar.
“Onların kalplerinde hastalık vardır.” Yani onların karakterleri bozuktur, hasta ruhludurlar. “Maraz” (hastalık), sağlam bedenin dengesini bozan ve görevini istenilen şekilde yapmamasına sebep olan bir aksama durumudur ve maddî anlamda kullanıldığı gibi manevi anlamda da kullanılır. İşte bunlar, bütün ahlâksızlığın başlangıcı olan, idrak ve iradenin afeti olan büyük bir hastalığa tutulmuşlardır! Bu hastalık, inançsızlık, şek, şüphe ve kuşku hastalığı, kısaca nifak hastalığıdır ki, bu hâl, bütün kötü niyetlerin başıdır.
İşte onlar; açık ve dosdoğru yoldan sapmaları ve ruhlarının tamamen hasta oluşu sebebiyle, yüce Allah, onların bu anormalliklerini daha da artırır: “Allah da bu hastalıklarını arttırmıştır.”
Onlar bu sonucu müzmin ikiyüzlülükleri sebebiyle hak etmişlerdir. Şöyle ki; hastalık, başka bir hastalık doğurur. Sapıklık, işin başında basit, önemsiz görünür ama yanlışa doğru atılan her adım sonunda, doğru çizgi ile aradaki açı genişler, sapma büyür. Bu tavırlarında ‘başarılı’ olduklarını görünce de onun etkin ve iyi bir yol olduğuna inanırlar ve ikiyüzlülüklerine ısrarla devam ederler. Bu duruma göre onlar belli bir akıbete, yüce Allah’ı ve müminleri aldatmaya girişenlerin hak ettikleri kaçınılmaz akıbete doğru doludizgin ilerlerler. Bu akıbet şudur: “Bu yalancılıkları yüzünden onları acı bir azap beklemektedir.”
Bunlar, yaptıklarının cezasını görmemenin verdiği şımarıklıkla tutumlarının doğru olduğunu sanırlar:
Onlara ‘yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın’ denildiği zaman ‘Biz ıslah edici kimseleriz’ derler.
Yani, onlar sadece yalancılık ve aldatma ile yetinmezler, bu kötü sıfatlarına küstahlığı ve kör inadı da eklerler. Bunun sonucu olarak kendilerine “Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın” denilince bozguncu olmadıklarını söylemekle yetinmezler; “Biz yapıcı, düzeltici kimseleriz” demekle daha da ileri giderek işi şımarıklığa ve yaptıklarını haklı göstermeye, kendilerini “ıslah edici” gibi lanse etmeye kalkışırlar.
“İyi biliniz ki, onlar bozguncuların tâ kendileridir ama bunun farkında değildirler.”
Onların asıl yanılgıları ise, halk kitleleri karşısında kendilerini üstün görmeleridir: “Onlara ‘Halkın iman ettiği gibi siz de iman edin’ denilince, ‘Biz hiç beyinsizler gibi iman eder miyiz?’ derler.
Medine’de onlara yöneltilen çağrı; ihlaslı, dosdoğru, ihtiraslardan arınmış bir inançla iman etmeleri idi. Yani bütün varlıkları ile İslâm’a giren, yönlerini sırf Allah’a çeviren, samimi müslüman halk kitlesi gibi. İşte münafıklar, Peygamberimize böylesine bir içtenlikle teslim olmayı reddediyorlar, bu tutumu, yoksul halka yaraşan bir şey sayıyorlardı. “Biz hiç beyinsiz takımı gibi iman eder miyiz?” demeleri bundandı. İslâm’ı samimiyetle kabul edenleri beyinsiz, aptal ve sefih (budala, ayak takımı) olarak niteliyorlardı.
“Oysa asıl beyinsizler/aptallar/budalalar kendileridir, ama bunu(n mahiyetini) bilmezler.”
Çünkü aptal aptallığını; sapık da doğru yoldan uzak düştüğünü anlayıp kavrayamaz!... (Fî Zılâli’l-Kur’ân)

İmdi, bu tip insanlar size çok tanıdık gelmiyor mu?
Özellikle seçim sath-ı mâiline girilen şu günlerde, ‘inanmadıkları halde inandıklarını söyleyen ikiyüzlüler’, müminleri aldatmaya çalışacaklar. Aman dikkat!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Yıldız Arşivi