Öyle bir dramdı ki...

Öyle bir dramdı ki...

üzerinden tam 9 yıl geçti. 17 Ağustos 1999'da, Marmara 7,4 şiddetinde sallandı. Resmi rakamlara göre 17 bin 480 kişi hayatını kaybetti.

Koca şehirler yerle bir oldu. Ortaya çıkan maddi zararı hesaplamak bile mümkün değil. öylesine büyük bir dram ve çaresizlik yaşandı ki... İnsan hatırlamak bile istemiyor!

Deprem, öyle bir saatte vurdu ki, pek çok insan ne olduğunu bile anlayamadan can verdi. Binlerce insan uykudan uyandığında kendisini enkaz altında buldu. On binlercesi de uyku sersemliği içinde, kaçıp kurtulmaya çalıştı. İlk paniği atlatanlar, bu defa felaketin büyüklüğü ile karşı karşıya kaldılar. Enkaz altında kalan yakınlarının feryatları kulaklarında çınlamaya başladı.

Hemen enkazın başına koştular, eşlerini, ana-babalarını, çocuklarını kurtarmak için çırpınmaya başladılar. Zaman geçtikçe güçleri azaldı, çabaları tükendi. Enkaz altından çıkan çıktı, kalanların feryatları giderek kesilmeye başladı. Pek çok insan çaresizliğe teslim oldu!

Yardım beklemeye başladılar. Arama-kurtarma ekipleri geldiğinde, yeni bir umutla hareketlendiler. Aradan zaman geçtikçe, yine kendilerini çaresizliğin kucağında buldular. Ağustos sıcağında şehirleri dayanılmaz bir koku sarmaya başladı. Moraller alabildiğine çöktü. Deprem bölgesinde enkaz başında bekleyenler, bugün anlaşılması güç bir psikoloji içindeydiler. Artık canlı bulma umutları kesilmiş, cesetlere ulaşılmaya çalışılıyordu. Enkaz altından yakınının cesedini çıkarıp, toprağa veren kendisini şanslı sanıyordu.

Yıkıntıların arasında zaman zaman bağrışmalar duyuluyordu. çocuğunun, eşinin ya da bir başka yakınının cesedini çıkaran, adeta bir zafer kazanmışçasına bağırıyordu! Bizzat şahit oldum... Burhan'ın elinde siyah bir poşet vardı. O poşeti sallayarak bize gösteriyordu.

Bağırarak, enkazın tepesinden aşağı doğru sekiyordu:

- Buldum abi, buldum... Burhan'ın "buldum" dediği, yeğeninin minik cesediydi. Bir zafer kazanmışçasına mutluydu. Yeğenini enkaz altında bırakmamıştı. Artık gönül huzuru içinde onun minik bedenini toprağa verebilirdi. O günlerde yaşananlar öylesine farklıydı ki, bugün anlaşılması çok zor!

Deprem bölgesinde bulunduğum süre içinde onlarca cesedin çıkarılmasına şehit oldum...

Kimi, paramparçaydı, ezilmişti. Kokudan kiminin yanına yanaşılmıyordu. Bazıları birbirine sarılmış, ayrılmıyordu. Ayırmak istediğinizde, çürümüş etleri dökülüyordu. Birlikte toprağa verildiler. İnsanlar makineleşmiş gibiydi. çoğu gözyaşı dökmüyor, sadece görevini yapmaya çalışıyordu.

Tarifi zor bir dram yaşanıyordu! Dışarıda bekleyen pek çok kişinin bütün servetleri, üzerlerinde bulunan bir gömlek ve bir pantolondan ibaretti. Yıllarca dişlerinden tırnaklarından artırarak yaptıkları birikimler bir gecede yok olmuştu. Boş gözlerle çevrelerine bakıyorlardı! Maddi manevi her yönden çökmüşlerdi. Bazıları ise, kendi dertlerini unutmuş, bütün yakınlarını depremde kaybeden minikleri bağırlarına basıp, acılarını dindirmeye çalışıyorlardı. 17 Ağustos'ta öyle bir dram yaşandı ki, kağıda döküp, kelimelerle anlatmak imkansız!

Tehlike uzaklaşmış, yok olup gitmiş değil. Bazı uzmanlara göre, daha büyük bir tehlike ile karşı karşıyayız. Yeni 17 Ağustos'lar kapıda. Peki biz ne yapıyoruz? Hiç, sadece bekliyoruz!



Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi