Cemal Nar

Cemal Nar

Gülen'i Kim Dinliyor?

Gülen'i Kim Dinliyor?

Habervaktim’den okuyoruz, Gülen'den mesaj var”mış. “İstanbul'da düzenlenen Türk-Arap Entelektüeller Forumu'nda konuşan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV) Başkanı Mustafa Yeşil, Fethullah Gülen'in güncel meselelerle ilgili bazı değerlendirmelerini katılımcılarla paylaştı.

Mustafa Yeşil, ABD'de yaşayan Fethullah Gülen'in gündemle ilgili görüşlerini anlattı. Yeşil, son günlerde cemaatle ilgili tartışmalara cevap verilmesinin istenmediğini belirterek, Gülen'in mesajını aktardı.”(https://www.habervaktim.com/haber/361620/gulenden-mesaj-var.ht)

Aktarılan mesaj aslının aynı mıydı bilemiyorum. Ama okuyunca garip bir duyguya kapıldım. Söylenilen şeyler güzeldi, ama inandırıcı değildi. Büyük bir duygu sömürüsü ve müthiş bir algı yanıltması vardı. Üzüldüm doğrusu. Bir kibir adına emeklerin hebası çok acıydı.

İşte o mesajdan bazı satır başları;

"Bırakın Kur'an ve Sünnet çerçevesini, hukuk ve insanlıkla bile tevil edilemeyecek söylemlere girilmesi sizi asla tahrik etmesin. Eğer bu söylemlerle istikbalde utanacak olsalar bile siz, onlarla kapınızı bir daha açmayacak şekilde kapatmayın, bir daha onların yüzüne bakmayacak şekilde ağır sözler ve söylem söylemekten mutlaka kaçının. Eğer onlar bir gün bu kadar cümlelere, sözlere ve ifadelere rağmen kapınızı çalacak olurlarsa, kapınızın asla kapalı olmaması gerektiğini asla unutmayın.”

Bunları okurken şu fıkra aklıma geldi: “baba bir hırsız tuttum.” “Bırak gitsin oğlum, Allah’a havale et.” “Baba ben onu bıraktım ama o beni bırakmıyor.” Bedduayı yapan kimdi, unutulmuşa benziyor.

Her neyse, devam edelim:

“Bu söylemlerin içerisinde eğer size 'it' derlerse siz onu kötüye yormayacak, -kardeşlerimizden Allah razı olsun, Cenab-ı Allah'ın yarattığı bir varlık olarak bizi kaale almışlar. Bizi varlık statüsünde değerlendirmişler- deyin. O itin bile bir değerinin olduğunu, kıymeti harbiyesini nazara alarak o sözden kendinizi kıracak bir mana çıkarmayacaksınız.”

Aman Allah’ım, bu ne tevazu gösterisi! “Kalabalıkta tevazu kibir alametidir” diye tespit edilmiştir ahlak ilminde. İşte size büyük bir tevazu şowu! Alıştığımız görsel gösteriler yani. Zannedersem salonda ağlamayan kalmamıştır bu tevazu ve alçakgönüllülük karşısında mektup okunurken. Merak ediyorum, acaba o sırada Sevgili Peygamberimiz de ağlarken görülmüş müdür o salonda? Üç beş gün sonra öğreniriz nasıl olsa.

Sahi siz bu kadar mütevazi ve alçakgönüllü müsünüz?

O zaman “Sevilmeye değmez adamları adam bilip sevdiğinizden dolayı Allah’tan sille yediğinizi” söylerken, neredeydi o tevazu ve alçakgönüllülüğünüz? İnsan böyle bir lafı hele de bir Müslüman için nasıl söyleyebilir Allah aşkına? Bu adamın yüzüne yarın nasıl bakacaksınız? Bu ne kibirdir böyle?

Sonra Allah adına bu ne cür’ettir? Kalpler size kapalı, Allah’a açık iken, siz nasıl kendinizi o Müslümandan üstün görebilirsiniz? Sonra da kalkıp nezaket ve tevazu şowu yapıyorsunuz? Size, kendinizi kontrol etmeyi kaybettirerek bu hallere düşüren duygularınızı bir kere daha düşünüp değerlendirmenizi tavsiye ederim. 

Kim söylüyor bu tevazulu lafları?  

“Yapılan onca bedduadan sonra bir türlü gebermeyen uzun adam” bu sözleri duyunca kim bilir neler düşünecektir!.

“Karunlar, Firavunlar, evlerine ateş dolasıcalar, önleri kesilesiceler, bir şey olamayasıcalar…” bunu duyunca Hoca’nın sözlerinden çok etkilenmişler midir sizce?

Gülen Hoca devam ediyor: “Unutmayın ki bu gerginlikler gelip geçicidir. Geriye dönüp baktığınız zaman yüzünüzü kızartacak, sizi utandıracak, kardeşlerinize karşı sizi mahcup edecek bir kelimeniz olmamalı. Biz sabrı, sükûtu tercih ediyoruz.”

Keşke öyle olsaydı! Keşke “hocam, lütfen bir müddet susunuz. Medyanızdaki bu 24 saat canlı yayındaki hakaret ve ihanetleri durdurunuz” dediğimizde, size bugünleri hatırlattığımızda keşke dinlemiş olsaydınız! Öyle olsaydı, bir etkisi olurdu bu sözlerin. Ama kelimeler ağızdan ölü dökülüyor, hiçbir tesiri yok maalesef.

İyi niyetle sizi uyardık. Allah için tavsiyeler ettik. Ama dinlemediniz. Yangına körükle gittiniz. Biz, “lütfen hocam, ‘benim işim değildi bunlar, pişmanım’ deyiniz” dedikçe siz “Pişman değilim” dediniz üstelik. Şimdi sizde hiç kabahat yokmuş gibi, sizin arkadaşlarınızda hiç suç yokmuş gibi, bakıyorum da zeytinyağı gibi üste çıkmışsınız, büyük bir pişkinlikle kalkmış “size 'it' derlerse siz onu kötüye yormayacaksınız, kalp kırmayacaksınız” diyorsunuz. Vallahi brawo! Pes doğrusu…

Böyle inandırıcı olamazsınız. Söze özeleştiri ile başlamalıydınız. “Biz de bazı yanlışlar yaptık. Belki kardeşlerimizi tahrik ettik. Yanlış yapmalarına sebep olduk. Ben pişmanım” deseniz, belki dinlenirdiniz. Ama diyemiyorsunuz işte. Allah aşkına nedir bu tevazu kılığına girmiş gurur ve kibir?

Bu köşede birkaç yazı evvelinde şunları yazmıştık, size isabet edeceği aklımızdan geçmezdi:

“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir. (Saf 2-3)"                                          

“Gerçekten iman etmiş samimi Müslümanların söz ve eylemleri arasında uyumsuzluk olmaz. Yani doğru ve ideal olanı olmamasıdır. Müslümana yakışan tutum, söylem ile eylem arasında tutarlılığın olmasıdır. En azından buna mümkün mertebe dikkat etmek gerekir.  Ayetler bu dikkat ve özeni göstermek gereğini bildirilmektedir. Bunun aksine bir davranış kişiyi hem sözünün geçersiz olması ve muhatabın gözünden düşmesine, hem de ondan öte Allah Teâlâ’nın katında değerinin düşmesine sebep olur.”

Şimdi “kalp kırmayınız” diyorsunuz, ama sizi kim dinliyor? En yakın arkadaşlarınızın söylem ve eylemlerine bakar mısınız bir? Gazeteleriniz, televizyonlarınız dinliyor mu sizi? Nerde? Ama hala karşı tarafı suçluyorsunuz. Siz kendiniz bile dinlemiyorsunuz kendinizi, kimden ne bekliyorsunuz?

Ben yazı boyunca bir kere olsun “biz de hata yaptık, pişmanız” sözünü aradım durdum, ama bulamadım. Bunun yerine hep kendini beğenme, yaptığını övme, gün gelir anlaşılır olma, iş başarma ve hata yapanları af etme gibi faziletfüruşluktan bahsediyorsunuz.

Mesela “Kimseye kinimiz ve nefretimiz olamaz” diyorsunuz da, daha düne kadar yan yana yürüdüğünüz bu insanlarda sizin tabirinizle bu  kin ve nefretin nasıl oluştuğunu görmezlikten geliyorsunuz.

Ama az çok işin farkında olduğunuzu şu cümleler ele veriyor: “Unutmayın ki demagoji, her lafa bir laf yetiştirme, her söze bir söz yetiştirme, her hakarete bir hakaret yetiştirme, Cenab-ı Hakk'ın rızasıyla tarif edilemez. Ben sadece ve sadece hak üzere konuşmanızı tavsiye ediyorum. Unutmayın ki meşru daire dardır. Bazen meşru dairede kalmak sizi tatmin etmeyecektir. Daha fazla şeyler söylemek isteyeceksiniz. Ama unutmayın sabrın gücü ve meşru dairede kalabilmek, geleceğin inşası ve sizin temel ilkeniz olan müspet hareketin lazımıdır. Olmazsa olmazıdır.”

Ama boş temenniler olarak kalıyor bunlar.

Ya da yarınki tarihe not tutuluyor belki de. Sizin büyük adamlığınızın kayıtları tescilleniyor, kim bilir. “Adama bak! Bu kadar hengamenin içinde ne kadar saf, arı duru, tertemiz duygular besliyor” diyeceklere malzeme üretiliyordur belki de. Evet, gerek olur bu beyanlar yarın, bugünlerin tarihi yazılırken.

Ya şu aba altından sopa göstermek ne kadar da çiğ kaçıyor: “Ama benim korkum, Allah'ın hukukuna girmişlerse, amme hukuku ihlal etmişlerse, onları affetme yetkisi bize ait değildir. O Allah'a aittir.”

Benim tavsiyem, biraz da sizin başkalarının kul haklarını ihlal etmeler karşısında o günahlarınızı affetme yetkisinin Allah'a ait olduğunu düşünmenizdir. Bir hoca olarak bunu bilmiyor olamazsınız değil mi? 

Ben uzaktan İslam Davası için ağlayan, inleyen sesini duyduğum o eski Fethullah Hocayı ne kadar severdim Allah biliyor. Bu yazıları yazarken içim parçalanıyor. Ama eleştirilerimde haklı olmanın huzurunu yaşıyorum. Hala sizin “hiçbir kelamınızla bir mümin kalbini kırmayı aklınızdan, hayalinizden bile geçirmeyin” sözünüzü takdirle karşılıyorum ama görüyorum ki uygulanmıyor, uygulanmayacak. Bütün medyanız yanlış tutumlarınıza devam ediyor. Kimse sizi dinlemiyor. Bu çok acı bir durum. Bunda en büyük hata payı sizde değil mi?

Çok mu zor hatadan dönmek? Çok mu zor “pişmanım” demek? Çok mu zor kibri bırakmak, benliği kırmak, eneyi terketmek?

Evet, çok zordur.

Son sözlerinize katılıyorum:

“Maşeri vicdan (kamu vicdanı) ilk dönemde doğruyu tespit edemez, kitlesel halde savrulur, bir oraya gider, bir buraya gider. Ancak unutmayın ki maşeri vicdanın gelip sükûn edeceği mahal, hak ve hakikattir. Hakk'ın ve hakikatin nerede olduğu ortaya çıkacaktır."

Allah Teâlâ’nın biricik dini İslam aziz olsun. Ümmet izzet ve şeref bulsun. Küfür rezil ve rüsvay olsun. Hakkın hatırı âlîdir, her zaman mübarek olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi