D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Hilafet de nereden çıktı?

Hilafet de nereden çıktı?

Hilafet, tarih kitaplarımıza göre, 1924 yılında kurtulduğumuz lüzumsuz, hatta zararlı bir kurum! Türklere çok zarar veren bu kurumu ilga ederek, TBMM tarafından seçilmiş Osmanlı hanedanından son halifeyi de gece yarısı apar topar hudut dışına çıkararak müthiş bir iş başarmıştık... Bu başarımızın Avrupa ve Amerika’da büyük takdir topladığından şüphe yok. En büyük takdir, 19. Yüzyılın sonunda Osmanlı devletinin yıkılmasını ve hilafetin kaldırılmasını kararlaştırmış olan sömürge imparatorluğu İngiltere’den gelmiş olmalıdır. 

Hilafetin kaldırılması takdirkârları arasında Papalığın da olduğunu bir vesileyle öğrendik. Vatikan Dinlerarası Diyalog Konseyi, Irak’la ilgili açıklamasında “Bütün dünya, modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 29 Ekim 1923’te kaldırdığı hilafetin restorasyonunu hayretle izledi” buyurmuş. 

Bu cümleden hilafetin kaldırılmasının Papalık için de iyi bir iş olduğu açıkca anlaşılıyor, tabii IŞİD türedilerinin hilafet iddiasının ciddiye alınması da diyalogcuların ciddiyetsizliğini ortaya koyuyor! Dünyanın her hangi bir yerinde bir silahlı gücün başındaki kimse kendisini Papa ilan etse, ne kadar kıymeti harbiyesi olabilirdi? 

Açıklamadaki 29 Ekim 1923 tarihi elbette hemen takılabileceğimiz bir yanlış. Çünkü hilafet 29 Ekim 1923’te değil, 3 Mart 1924’te ilga edildi. Aslında tarih yanlış gibi görünmesine rağmen doğru addedilmeli. Çünkü Cumhuriyet ilan eden Türkiye’nin hilafeti lağvetmesi kaçınılmazdı. Eğer bu tarih yanlış ise, doğrusu 24 Temmuz, yani Lozan andlaşmasının imzalanması tarihi olmalıdır. Türkiye Hilafetin kaldırılmasını o gün kabul etmediyse de, o gün taahhüt etti. Elbette imzalanan metinde görünen bir şey değil bu. 

Lozan’a fesle katılan, fakat tören günü o zamanki tabirle “Frenk şapkası” giymiş “Türk” delegelerin imzaladığı anlaşma, şapka inkılabını da, hilafetin kaldırılmasını ta tazammun ediyordu! (Echel taifesine açıklayalım: Tazammun etmek, “havi olmak, içine almak” demektir!)

Türkiye’nin kafa konforu sarsılmamış resmi ideoloji bağımlılarını küplere bindirmek pahasına söyleyelim: Türkiye Millî Mücadele’yi Hilafet’i öne sürerek kazandı!

Öyleydi, böyleydi demenin anlamı yok. Millî Mücadele’nin yönetici kadrosu Sivas’dan Ankara’ya geldi ve gelir gelmez, Hakimiyet-i Milliye isimli gazeteyi yayınlamaya başladı. 1920 Ocağının başında haftalık olarak yayınlanmaya başlanan bu gazetenin 27 Ocak tarihli 5. sayısında birinci sayfanın önemli bir kısmını kaplayan “Hilafet ve âlem-i İslâm” başlıklı yazı yer almaktadır. 

M. Kemal Paşa’nın gazetenin bazı yazılarını dikte ettiği bilinmektedir. İmzasız bazı yazıların onun tarafından yazıldığı, hatta altında yıldız işareti olanları da bizzat kaleme aldığı iddiaları söylentiden ibaret değildir. Bu yazı, bizzat M. Kemal Paşa tarafından yazılmış olabileceği gibi, dikte sûretiyle yazdırılmış da olabilir. Neticede M. Kemal Paşa’nın muhtevasını tasvib ettiği bir metin sözkonusudur. 

“Hilafet ve âlem-i İslâm” başlıkla yazı dönemin siyasetinin anlaşılması bakımından fevkalade önemlidir. Başlangıçta, o günün önemli dünya meseleleri arasında bulunan, Türkiye’nin mukadderatı, yani Osmanlı Devleti’nin merkez topraklarında müstakil bir devletin varlığı, İstanbul’un bu devletin sınırları içinde kalıp kalmayacağı, hilafet ve saltanatın devam edip etmeyeceği (yani Osmanlı Devleti’nin sürüp sürmeyeceği) tartışmalarının belirleyicisi olarak Hind müslümanlarının tepki ve teşebbüsleri gösterilmektedir.  Mağlubiyetten sonra aydınlar, hükümetler ve gazeteler milleti esarete sürüklerken, yani gerekli tepki ve direnci gösteremezken, Londra ve Hindistan’da yükselen “İslâm sesi” daha önce benzeri görülmeyen bir ciddiyetle bizi savunmakta ve Avrupa’nın muhteris siyasetinden hukukumuzun teminini tehdit edici bir dille talep etmektedir. 

Hilafet ve Âlem-i İslâm yazısının bir strateji belgesi olduğu şüphesizdir. Millî Mücadele’nin başlangıcından itibaren, Erzurum  ve Sivas Kongrelerinde teyid edilen Hilafete bağlılık, Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılışında da aynı güçle tekrarlanmıştır. 

Yunan savaşını kazanmış ordu, zafer sonrası İstanbul’u işgal eden İngilizler başta olmak üzere işgalcilerle savaştan neden uzak tutuldu? Bunun bir nevi provası Çanakkale’de yaşanmıştır. Türk birlikleri Boğazı kontrol eden İngiliz birliklerine yaklaşmış, iki taraf da savaş düzeni almış, fakat ordumuz, merkezden gelen talimatla dikenli tellerin önünde durmuştur.

Ülkemizin en önemli şehrinin, payitahtının işgal altında olmasına bakmayarak İngiltere’nin kontrolü/baskısı altında sürdürülen Lozan Konferansı’na katılmayı kabul etmişizdir. 

Konferans’da İngilizlerin iki büyük kozu vardır: Birincisi, henüz devlet olarak tanınmamış bir hükümetle masaya oturmak. İkincisi, tanınmamış hükümetin konferansı terk etmesi halinde, elinde tuttuğu başkentteki iktidarı öne çıkarmak. 

Öyle sanıyoruz ki, konferans bu konularda mutabakat sağlanarak başlanmıştır. Ankara, saltanatı ilga etmiş, fakat hilafete her ihtimale karşı dokunmamıştır. Bunun iç isiyaset açısından olduğu kadar dış siyaset açısından da önemli olduğunu unutmamak gerekir. Ve Lozan mutabakatı, aynı zamanda Hilafet’in kaldırılması ile ilgili bir mutabakat olmalıdır. Bizi Lozan’ı hemen tasdike zorlayan İngiltere, Hilafet kaldırılmadan Lozan Anlaşmasını Meclisi’nin gündemine almamıştır!

Gerçek hilafetin önemini, IŞİD’in uyduruk hilafet ilanının bir daha açıkça ortaya koyduğunu gösterilen tepkilerden çıkarmak zor değildir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
D.Mehmet Doğan Arşivi