Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Kim olursa olsun, ‘haram’a el uzatanlara, lanetler!

Kim olursa olsun, ‘haram’a el uzatanlara, lanetler!

*Pazarları, okuyucu yazışmalarından derlemelere ayrılan bir ‘Hasbihal’e daha, selâmla..
-Leylâ Çolakoğlu İstanbul’dan yazıyor: ‘Deniz Feneri’ konusunda, sadece kendi isimlerini taklid eden bir derneğin durumuna baştan karşı çıkmayışı dolayısiyle, Türkiye’deki ‘Deniz Feneri’nin sorumlularını eleştirmekle yetindiniz.. Ortada bir şeyler yok mu yani?’
*SEÇ: Türkiye’deki ’Deniz Feneri’nin birçok hayırlı hizmetlere vesile olduğu genelde kabul ediliyor.. Avrupa’da da taklidi çıkmış veya kanun gereği, ayrı gibi gösterilmiş.. Ama, bunu da Türkiye’deki derneğin yakından tanıdığı kadroların yürüttüğü anlaşılıyor..
Önce, birden fazla insanın olduğu her yerde, birtakım hileli işlerin olabileceği teorik olarak kabul edilmelidir.. Ama, bu, ‘herkes hırsız veya herkes dürüsttür, hayırseverdir’ mânasında değildir. Hukuken geçerli belge ve bilgilerle kesin hükme varmadıkça, kimse suçlanamaz; herkesin temiz olduğu kabul edilir. Yoksa, suçlanamayacak kimse olmaz.. Ancak, bu gibi yolsuzluk iddiaları, başkasına yakışsa bile, ‘ben müslümanım’ diyenlere asla yakışmaz. En çabuk kirlenen renk, beyaz rengidir ve müslüman beyaz renk hükmündedir. Ve, haram lokmayla onmuş olan yoktur. Acısının bu dünyada dahi çıktığı çok görülmüştür.
Ancak, hele de hayır işlerine öncülük edenlerin işbirliği yaptıkları kişileri seçerken çok dikkatli olmaları, sağlam ayakkabı olmayanların belirlenmesi gerekirdi.. Ama, tıyneti bozuk tipler her yerde çıkabilir..
Hani, Hz. İsâ, bir zina suçlusu için recm hükmü verdiğinde, ilk taşı, bu suçu işlemeyen atsın buyurmuş ve ortaya kimse çıkamamış.. Öyle bir durumun ortaya çıkmaması gerekir..
Derler ki, devamlı leş ve necaset yiyen kelb, idrarını yaparken kirlenmesin diye bacağını kaldırır.. Bu konuda da, feryadı koparanların baştan aşağı bütün yaptıklarına bakınız, ne durumda oldukları anlaşılır.. Ama, bu durum, onların bu konuda söz söyleme hakkını yoketmez.. Bu iddialar gerçek ise, onu bilerek yapanlara lanetler olsun.. O gibilerin alçaklıkları insanlardaki hayırseverlik rûhunu katlediyor..
-Râsim Yılmaz Nürnberg’den yazıyor: ‘Tayyîb Erdoğan’ın geçtiğimiz Şubat’ta Almanya’ya yaptığı gezi sırasında, Köln’de 20 binden fazla insana yaptığı konuşma, alman kamuoyunu haftalarca meşgul etmiş, eleştirilmiş ve hattâ, Alman içsiyasetini etkilemeye çalışıyor gibi suçlamalara bile konu olmuştu.. Şimdi, rövanşı almak için, Türkiye içsiyasetini dolaylı etkileyecek şekilde, bir ‘Deniz Feneri’ yargılamasına, Tayyib Erdoğan’ın adını da karıştırarak, rövanş almaya kalkışıyorlar, denilemez mi? Ki, alman savcısı bile, Erdoğan’ın adının iddianameye nasıl girdiğini kendisinin de bilmediğini itiraf etmiştir.. Tayyîb Bey’in tepkisi, bu iddiaların kendisine de bir cîfe olarak sıçratılmak istenmesinedir ve haklıdır.’
-Feridun Özgümüş yazıyor: ‘Talat Kıbrıs’ta, ‘İşgalci türk ordusu, defol yazdırıyor..’
*SEÇ: Yazınızın muhtevası da başlıktaki bu cümlenizle aynı çizgide.. Ancak, verdiğiniz bilgiler yanıltıcı olmaya.. Sözgelimi, M. Ali Tal’at’ın yazdırdığını söylediğiniz sloganların, 1979’da, Kıbrıs’a gittiğimde, Türkiye kontrolündeki bütün bölgelerin duvarlarında kocaman harflerle yazıldığını bizzat görmüş birisiyim.. Bu size bir şeyler anlatmalıdır..
Kıbrıs’ı kendileri için bir çiftlik haline getirip, sonra da millî dâva takib eden bir ‘ulusal kahraman’ gibi görünme taktiklerine başvuranların 35 küsur yıldır, bir arpaboyu yol alamadıkları ve millete ne büyük yükler yükledikleri de unutulmamalıdır..
Kıbrıs mes’elesinin çözümünde, dünya dengelerini, konjonktürü de gözetlemek ve tarafların hukukunu gözeten bir noktaya yaklaşmak gerekir.. Ya savaşacaksın, ya da uzlaşma yolunu bulacaksın.. Barış yolunu aramak hıyanet ve işi, sürüncemede bırakmak akıl işi değildir..
-Ahmed Furkan (Habervaktim.com’da) yazıyor: ‘Laikliğin ne olduğunu, Yargıtay Başkanı son konuşmasında, (Tanrı’dan nakledildiği öne sürülen ve bu nedenle mutlak gerçek olarak kabul edilen kurallar yerine, akla dayalı ilkeler) diye gösterdi.. Daha ne desindi?
-Sami Gencer yazıyor: ‘Yargıtay Başkanı’nın konuşmasını eleştirirken, Diyanet Başk. Prof. Bardakoğlu’nun mukabelesinin nasıl olacağını sormuştunuz. Bardakoğlu da sözünü söyledi..’
*SEÇ: Evet, Bardakoğlu ‘Devlet organlarının bir konuyu farklı görmesi, din kurallarının da ona ayak uydurması anlamına gelmez..’ dedi, bu güzeldi.. Ancak, ‘Diyanet’in laiklikle sorunu olmayan kurumların başında geldiğini’ ve ‘laikliğin, Osmanlı’ya kadar uzanan derin bir geçmişi ve toplumumuzda artık tartışılan değil üzerinde mutabakat sağlanan bir prensip, ilke ve tavır ve ortak paydalarından birisi olduğunu’ da ekleyerek!..
Laiklik üzerinde nerede ittifak var ve hangi ortak payda? Hem, zarûrî mi bu? Milletin ortak paydası kalbî bir kabul ile, İslâm’dır; laiklik gibi zorla dayatmayla değil.. Ve İslâm, başka inançlara sahib olanlara ise, zâten zorlama yapmıyor..
-Kemal Eriş yazıyor: ‘Harun Uzunalp isimli Ağrı’lı bir işçi göçük altında kalmış.. Bedeninin yarısını toz-toprak içinden çıkarıp, su veriyorlar, içmiyor.. ‘Oruçluyum’ diye..
Z. B. isimli bir soytarı ilahiyatçı prof., hemen onu suçlarcasına konuşuyor; ‘su içmesinde bir mahzur yoktu..’ diye.. O durumda elbette mahzur olmayabilir, ama, içmemesi de orucun insana verdiği bu ruh ve beden disiplinini hafife almayı gerektirir mi?
*SEÇ: Evet, o şartta bile, kendisini kaybetmeyen o işçideki şuûr gerçekten de imrendirici.. Bunu, o ruh disiplininden mahrum ve nasibsiz olanlar ve laik amigolar anlayamaz..
-Bilgiletişim…@....’ yazıyor: ‘İslâmî denilebilecek medyada, gazete veya televizyonlarda yayınlar, eleştirilerinde, edeb sınırlarına riayet etmeli değil mi? Buna riayet edilmediği halleri çok görüyoruz. Ailece, çoluk-çocuk, birlikte okur veya izlerken bazı ifadeler bizi utandırıyor.’
*SEÇ: ‘Evet, sözün, kalemin sorumluluğu asla unutulmamalı.. Tesbitlerinize katılıyorum. Yahudiler gelip Hz. İsâ’ya ağır hakaretler ettiler, o da onlara sukûnetle cevabını verdi.. ‘Niye o ağır hakaretlere öylesine sâkin karşılık verdin..’ diye soranlara, ‘Herkes kendi tıynetine göre davranır, onlar içlerindekini boşalttılar; ben de kendi tıynetime göre..’ buyurdu..
-Şen Güller, Pala Baba (habervaktim.com’da), Aliye Tuzcu, Metin Simkeş (özetle) yazıyor: ‘10 Eylûl yazınızda, ‘Tayyîb Bey, seni Aydın Doğan değil, ama bu duruma seyirci olursan, işte bu vurur!’ dediniz; ‘Ergenekon Savcısı’nın susturulması ihtimaline karşı.. Çok doğru..’
*SEÇ: Evet, Şemdinli İddianâmesi’ndeki facia tekrarlanmadı, oyunlar şimdilik bozuldu..
-3 te rumûzlu kişi (habervaktim.com’da) yazıyor: ‘10 Eylûl yazınıza göre, mâdem laikler istediği gibi yaşar; o zaman Unakıtan niye, içkiye yüzde 500 vergi bindiriyor?’
*SEÇ: Sizin içki tezaqqum etmenizin bedelini de mi millet ödesin, yani?
-Ahmet (haksoz.net’te) yazıyor: ‘11 Eylûl’le ilgili yazınızda, ABD’nin yaptığını anlatmaya çalışıyorsunuz. (El’Kaide) neden fail olmasın? Kaldı ki, onun liderleri bu saldırıyı övdüler..’
*SEÇ: Bu da bir görüş.. Övmeleri, yaptıklarını göstermez.. Amerika, açık bir delil koyamadı, ortaya.. Ayrıca, örgütlerin, kendilerini büyük göstermek için böyle sahiblenmeler de bilinen etkin gözükme taktiklerindendir.’

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi