Cübbeli Ahmet Hoca

Cübbeli Ahmet Hoca

Ta'dil-i erkan vaciptir

Ta'dil-i erkan vaciptir

 AYET-İ KERİME

Zerre kadar hayır işleyen ve zerre kadar şer işleyen, karşılığını görür. Zilzal 7, 8

HADİS-İ ŞERİF

Her peygamber yalnız kendi kavmine geldi, ben ise bütün insanlara gönderildim. Müslim

ALİMLERDEN ÖĞÜTLER

Allahü Teâlâ dilediğini yapar. İster sebepli ister sebepsiz, dilediği gibi azap veya lütfeder. Güzel ve doğru Onun dilediğidir. Seyyid Abdulhakim Arvasi

Her bir ruknün tam manasıyla yerine getirilmesi İmâm-ı A‘zam ve İmâm-ı Muhammed’e göre vâcib, İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Şâfi‘î (Rahimehumullâh) a göre farzdır. Dolayısıyla namaz kılan kişi, rukû‘da ve secdede olsun, rukû‘dan kalkışta ve iki secde arasındaki oturuşta olsun, her bir uzvu yerine yerleşinceye kadar beklemelidir. 

“Lisânü’l-Arab”, “Tâcü’l-arûs”, ve “el-Mis-bâhu’l-münîr” gibi lugatlara, ayrıca “Ravzatü’t-tâlibîn” ve “Fethu’l-Kadîr” gibi fıkıhlara bakıldığında görüleceği üzere; ta’dîl kelimesinin lugat itibariyle iki manası vardır. 

Birinci manası “Tesviye” ve “Takvîm” dir ki, bu, “Bir şeyi doğru ve düzgün yapmak” anlamına gelmektedir. 
İkinci manası ise; “Tezkiye” dir ki, bu da: “Bir şahidin veya rivâyetçinin adâletli olduğuna hükmederek onu temize çıkarmak” demektir.

Sakin ve düzgün

Tabî ki Şer’î ıstılâhtaki (dînî terimdeki) mânâsı, lugat manasından hariç olamayacağına göre, namazdaki ta‘dîl-i erkân birinci anlama gelmekte olup: “Namazın rukünlerini doğru ve düzgün yapmak” manası taşır. (Ravzatü’t-tâlibîn, 3/184; Fethu’l-Kadîr, 1/210; el-Mevsûatü’l-fıkhiyye, 12/240)

Bu durumda “et-Tatarhâniyye”, “el-İhtiyâr” ve “Mu‘addilü’s-salât” gibi eserlerde zikredildiği üzere ta‘dîl-i erkân; rukû‘da, secdede, rukû‘dan kalkıştaki duruş anlamına gelen kavmede ve iki secde arasındaki oturuş demek olan celsede, uzuvları sakin ve düzgün bir halde durdurmaktır.

GÖRÜŞ AYRILIKLARI VAR

“et-Tatarhâniyye”, “el-İhtiyâr” ve “Mu‘ad-dilü’s-salât” gibi eserlerde zikredildiği üzere; Kâzî Sadru’ş-şehîd (Rahimehullâh), ta‘dîl-i erkânın hükmü konusunda çok sıkı ifadeler kullanmış ve şöyle demiştir: 
Her bir ruknün tam manasıyla yerine getirilmesi İmâm-ı A‘zam ve İmâm-ı Muhammed’e göre vâcib, İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Şâfi‘î (Rahimehumullâh) a göre farzdır. 

Dolayısıyla namaz kılan kişi, rukû‘da ve secdede olsun, rukû‘dan kalkışta ve iki secde arasındaki oturuşta olsun, her bir uzvu yerine yerleşinceye kadar beklemelidir. 

4 şey vacip

Bunlardan birini unutarak terk edenin sehiv secdesi yapması gerekir. 

Kasten terkeden ise, kerâhat-i tahrîmiyye ile mekrûh olan bir iş yapmış olur ki bunun açılımı; İmâm-ı Muhammed (Rahimehullâh) a göre haram, İmâm-ı A‘zam ve İmâm-ı Ebû Yûsuf (Rahime-humallâh) a göre ise harama daha yakın bir günâhtır. 

Müctehidler arasında bu konularda bazı görüş ayrılıkları vardır. Nitekim Ebû Yûsuf (Rahimehullâh) a göre; rukû‘dan ve secdeden tam doğrulmak ve oralarda sakin durmak farzdır. 

Ancak bütün mezheplerin görüşlerini ve ulemadan gelen rivâyetleri değerlendirecek olursak sahih olan görüş dört şeyin vâcib oluşudur ki, bunlar:  n Rukû‘ ve secdede sakin durmak, n Rukû‘ ve secdeden başı kaldırmak, n Rukû‘ ve secdeden tam doğrulmak, n Tam doğrulduktan sonra sakin durmaktır. 

Bu durumda bunlardan birini kasten terkeden günâhkâr olur ve o namazı bu dört şeyden hiçbirini terk etmeden iâde etmesi vâcib olur. Bunlardan herhangi birini bilgisizlik nedeniyle terk eden de günâhkâr olur ve onun da namazını iâde etmesi vâcib olur. 

Namazın iadesi

Hatta onun günâhı daha fazla olur. Çünkü vâcib olan bir şeyi öğrenmek de vâcibtir. Bu nedenle o iki vâcibi birden terketmiş olur. 

Zaten vâcib ile farzın yapılmasının gerekliliği hususunda bir fark yoktur. Ancak bir fark vardır ki; o da farzı inkar eden kafir olur. Vâcibi inkar eden kafir olmaz. Yoksa kimsenin farz gibi vâcibi de terketme lüksü yoktur. 

“el-Mevsû‘atü’l-fıkhiyye” de belirtildiği üzere burada Hanefî mezhebinin görüşü ile Cumhûrun görüşü arasındaki fark şu şekilde belirmiştir. 

Hanefîler kendi ıstılahları üzere “Farziyet (farz olma)” tabirini değil de “Vücûb (vâcib olma)” tabirini kullanmışlardır ki bunun getirisi:

“Vâcibi kasten terk eden günahkâr olur. Ama namazı geçerli olur. Fakat bu günahı ortadan kaldırmak için o vâcibi işleyerek namazı iâde etmesi vâcib olur.” 

Namaz batıl olur

Cumhûra göre ise; bahsedilen dört yerde ta‘dîl-i erkân vâcibtir. 

Fakat bu vâcibin manası onların dilinde farz ve rukün anlamına geldiğinden kasten de olsa, yanılarak da olsa ta‘dîl-i erkânın terkiyle namaz batıl (geçersiz) olur. (Merâkı’l-felâh, sh:135-136; Mevâhibü’l-Celîl, 1/125; Muğni’l-muhtâc, 1/163; el-Mevsû‘atü’l-fıkhiyye, 12/241) 

İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sırruhu) bu konuda şöyle buyurmuştur: 

Hanefî ulemasının ekserîsi katında vâcib, İmam-ı Ebû Yûsuf ve Şâfi‘î (Rahmetullâhi Aleyhimâ) indinde farz, bazı hanefî âlimlerince de sünnet olan ta‘dîl-i erkân (namazın rukünlerini yavaş ve doğru yapmak) ekserî insanlarca terk edilmiştir. 

O halde sadece bu ameli ihyâ etmenin sevabı, Allâh yolunda canını vermiş şehidin sevabından daha fazladır. (Mektub no:87, 2/136)

UYKU ARASINDA YAPILACAK DUA

Ubâde ibni’s-Sâmit (Radıyallâhu Anh) dan rivâyet edildiğine göre, Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Her kim gecenin bir kısmında dönüp uyanır da:

 ‘Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiç bir ilâh yoktur. O tektir; ortağı yoktur; mülk ancak O’nundur; hamd de yalnız O’na mahsustur. O her şeye hakkıyla gücü yetendir. 

Bütün hamdler Allâh-u Te’âlâ’ya mahsustur. Allâh-u Te’âlâ noksan sıfatlardan münezzehtir. Allâh-u Te’âlâ’dan başka hiç bir ilâh yoktur ve Allâh-u Te’âlâ en büyüktür. 

NAMAZI KABUL OLUR 

Allâh-u Te’âlâ’nın yardımı olmadan hiç bir günahtan dönüş, hiç bir ibâdete de kuvvet yoktur’ dedikten sonra:
 ‘Ey Allah! Beni mağfiret eyle’ sözünü söyler veya herhangi bir duâ ederse, icabet edilir. Eğer abdest alı(p namaz kıla)rsa (herkesin kabul olunacağı kesin değilse de onun) namazı kabûl olunur.” (Buhârî, Teheccüd 20, no:1103, 1/387; Ebû Dâvûd, Edeb:108, no:5060, 2/734) “Te‘ârra” kelimesinin aslı te‘arara’dır; idgâm edilmiştir. “Gece uyumayıp, döşek içinde kendi kendine söylenerek bir taraftan öbür tarafa dönmek manâsındadır.”
Lâkin, “el-Esâs” ve “en-Nihâye” kitaplarında, uykudan konuşarak uyanıp kalkmak manâsında olduğu zikredilmiştir. Bu uyanma hâli ekseriyâ söz söylemekle birlikte olduğundan, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, bu uyanmayı takip edecek sözün boş bir laf olmayıp, tesbîh ve tehlîl olmasını öğretmeyi arzu etmiştir.

ŞEVVAL AYINDA KILINACAK COK MÜHiM  BiR NAMAZ OLAN 
(17 Temmuz Cuma - 15 Ağustos Cumartesi)
“UTEKA(AZATLILAR NAMAZI)”

Enes (Radıyallahu Anh)dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

“Her kim Şevval ayı içerisinde gece veya gündüz sekiz rekat kılar, her rekatında Fatiha Suresi’nden sonra on beş kere İhlas Suresi okur, namazını bitirince yetmiş kere ‘Sübhanellah’ deyip yetmiş kere de bana salevat okursa beni hak ile peygamber olarak gönderen Allah-u Teala o kişi için kalbine hikmet pınarları akıtır ve dilini hikmetle konuşturur. Ayrıca Allah-u Teâlâ ona dünyanın derdini ve davasını gösterir.

Yine beni hak ile peygamber olarak gönderen Allah-u Teâlâ’ya yemin ederim ki, her kim bu namazı tarif edildiği üzere kılarsa namazın son secdesinden başını kaldırmadan Allah-u Teâlâ onun günahlarını bağışlar, öldüğünde ise affedilmiş bir şehid olarak vefat eder. Hangi bir kul bu namazı seferdeyken kılarsa Allah-u Teâlâ mutlaka ona istediği yere gidip gelmeyi kolay eder. Bu kulun borcu varsa Allah-u Teâlâ borcunu ödettirir ve Allah-u Teâlâ’dan bir isteği varsa onu yerine getirir.

Beni hak ile peygamber olarak gönderen Allah-u Teâlâ’ya yemin ederim ki hangi bir kul bu namazı kılarsa okuduğu her ayet-i kerimeye ve her harfine mukabil olarak Allah-u Teâlâ kendisine cennette bir mahrefe verir”
Bunun üzerine:  “Ya Rasulellah! Mahrefe de nedir?” diye sual edilince “Cennetteki bahçelerdir ki, ağaçlarından bir ağacın altında atlı süvari yüz yıl dolaşır da o ağacı(n kapladığı alanı gezmeyi) bitiremez” buyurdu. (Abdülkadir Ğeylani, Ğunye, 2/249)

ŞEVVAL AYI ORUCU

Ramazan ayından sonra gelen ay Şevval ayıdır. Bu ayda ayrı ayrı günlerde, haftada iki gün olmak üzere altı gün oruç müstehaptır.

Bununla beraber arka arkaya altı gün oruç tutulmasında da, tercih edilen görüşe göre bir sakınca yoktur. Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutmak her daim sünnet olduğundan, Şevval ayında tutulacak olan nafile oruçları bugünlerde tutmak daha evladır.

Bazı alimler ise Şevval ayındaki altı gün orucun, bayramdan sonra vakit geçirmeden hemen tutulmasının iyi olacağını bildirmişler ama “Bu oruçları aralıklı tutmak da caizdir” demişlerdir.

Şevval orucunun fazileti hakkında Ebû Eyyûb el- Ensârî (Radıyallahu Anh)dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Her kim ramazan orucunu tutar sonra da ona Şevval’den altı /gün oruç tutma)yı eklerse, bu bütün seneyi oruç tutmak gibi olur.” (Müslim, Sıyâm:39, no:2815, 3/169; Tîrmizî, Savm: 53, bo:759, 3/132)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Cübbeli Ahmet Hoca Arşivi