Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Deniz Feneri... Ya da Aydın Doğan’a 10 soru!

Deniz Feneri... Ya da Aydın Doğan’a 10 soru!

Yıllardır söylüyoruz, yine söyleyelim... İnancımız odur ki; “imam”ın sarığı “beyaz”dır, asla “leke” kabul etmez... “Başörtülü” veya “çarşaflı”, kısacası “tesettürlü bir kadın”ın da; sokakta, parkta, otobüs, tren ve dolmuşta, hasılı dışarıda, “her istediğini, dilediği gibi yaşama” özgürlüğü olamaz...
“İmam” da, “tesettürlü” bir kadın da, “dine uygun yaşamaya” mecburdur!.. Hayır, bir mecburiyet de değil, böyle olmaya “eli mahkûm”dur!.. Bizler, gerek “Vakit ailesinin bir ferdi” olarak, gerek bir “Müslüman” olarak buna yürekten inanır, daima bunu söyleriz...
Peki, niye böyledir?..
Çünkü “imam”, bir “lider”dir, bir “önder”dir...
Başındaki “beyaz sarık” da, onun bir “misyon sembolü”dür!..
Sarığı “beyaz”dır;
Çünkü “saflığın, arılığın, temizliğin” sembolüdür!..
“İmam”ın görevi, işte bu saflığa kesinlikle ama kesinlikle “leke” düşürmemektir!..
Aynı şekilde;
“Başörtüsü” veya “çarşaf” da bir semboldür...
Evet, “İslâm’ın sembolü”dür!.. Onu başında taşıyan her kadın veya kız, bir “tercih” koymuştur ortaya... “Sıradan bir kadın/kız” olmadığını, bir “misyon” yüklendiğini bütün dünyaya deklâre etmiştir!..
MÜSLÜMAN, SIRADAN BİRİ DEĞİLDİR!
O halde, “söylem”lerine de, “eylem”lerine de dikkat etmek mecburiyetindedir!..
Çünkü, “kendisi” değildir artık!..
“Sıradan bir fert” olmaktan çıkmıştır!..
Bir kadın veya kız ki; eğer “tesettür”e bürünmüşse, toplum tarafından yadırganabilecek bütün “olumsuzluk”lardan uzak durmak zorundadır!.. Eğer insanlara “örnek” olma “yük”ünü taşıyamayacak ise, “tercihini gözden geçirmesinde” yarar vardır!..
Zira, yüklendiği “misyon”, sadece başını örtmekle sınırlı değildir!.. O hanım, “örtünmenin bütün icapları”nı yerine getirmeye mecburdur!..
“Başını örtecek” ama, televizyon ekranlarına çıkıp şakır şakır “göbek” atacak!..
“Tesettüre bürünecek” ama, bilmem hangi şarkıcı bozuntusunun konserine gidip, “ona sarılmaya” çalışacak!..
“Başını örtecek” ama, “çıktığı erkek”le, sokaklarda/parklarda “el ele” tutuşup, “sigara” tüttürecek!..
Yok öyle yağma!..
Ya “örtünmenin icapları”nı yerine getireceksin, yahut “taşıyamadığın misyon”dan sıyrılacaksın!.. Ki, senin “özgür kız/kadın takılmaları”ndan, bu din ve bu dinin “samimi” mensupları zarar görmesin!..
Hiç kimsenin, bu “Yüce Din”e lâf söyletmeye, hele hele “pusuda” bekleyip “açık” arayan “azgın azınlık”ların eline “koz” vermeye hakkı yok!..
Herhangi bir insanın “bireysel bir hata”sının faturasını “tüm camia” ödemek zorunda değil!..
Ya “yaşantını” gözden geçireceksin, ya da yüklendiğin “misyon”dan sıyrılacaksın!..
Bunun başka yolu yok...
DENİZ FENERİ’NDE SON NOKTA!
Yukarıdan beri yazdıklarım “bireyler” için geçerlidir de, “kurumlar” için geçerli değil midir?.. Elbette “kurumlar” için de geçerlidir... O kurumlar, hele de “hayır, hasenat, iyilik ve yardım” gibi “ulvî amaçlar” için kurulmuş ve bu amaç doğrultusunda çalışıyor ise!..
Herhalde anladınız...
Sözü, “Almanya’daki Deniz Feneri Derneği” dâvâsına getirmek istiyorum...
Malûm, bu derneğin “yolsuzluk” veya “usûlsüzlük” yaptığına dair iddialar, gerek Almanya’nın, gerek Türkiye’nin gündemini haftalarca ve hatta aylarca meşgul etti.
Hani; “Bir bardak suda fırtınalar koparıldı” desek, abartı olmaz!.. Evet, bir bardak suda fırtınalar koparıldı ve bu ülkedeki birçok insan, “bir kaşık suda boğulmak” istendi.
Yalan-yanlış haberlerle, “Başbakan” da dahil, birçok insan hakkında “yargısız infaz kampanyaları” açıldı, insanlar “linç” edilmek istendi!..
Sonuçta, “suçlu”lar cezasını buldu...
Malûm;
Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi, dolandırıcılık iddiası ile yargılanan Mehmet Gürhan’a 5 yıl 10 ay, Mehmet Taşkan’a 2 yıl 9 ay, Firdevsi Ermiş’e ise 1 yıl 10 ay hapis cezası verdi.
14 aydır gözaltında bulunan Mehmet Taşkan’ın tutukluluk halinin kaldırılmasına, kalan ceza konusunun görüşüleceğine karar veren mahkeme, Firdevsi Ermiş’in ise kalan 5 aylık cezasını 2 yıl tecil ederek, Ermiş’i serbest bıraktı.
Böylece; “Türkiye’de siyasî malzeme yapılan” bir dâvâ da, sonuçlanmış oldu...
Kararın tartışmaları elbette olacaktır... Ama ben şuna inanıyorum: Ceza almış bile olsalar, bu adamların bu paraları çalıp çırptıklarını ve ceplerini doldurduklarını sanmıyorum...
Sadece ve sadece, topladıkları paraların kaydını-kuydunu tutmadıkları ve dolayısıyla belge gösteremedikleri ya da kestikleri “bağış makbuzları dikkate alınmadığı” için başlarına bu olayın geldiğine inanıyorum... Ama, her ne olursa olsun; nihayetinde “yapılan eylem”den ziyade, “karşıdakinin ne anladığı” önemlidir!..
İşte Alman mahkemesi karar verdi:
“Bu bir yolsuzluktur!”
Sen istediğin kadar “yolsuzluk olmadığını” söyle!..
Kalem onların ellerinde, karar onların dillerinde!..
Senin yapman gereken şey; bir “söylem” veya “eylem”de bulunurken, mümkün olduğu kadar “hiç kimsenin yanlış anlamayacağı” şekilde hareket etmektir!..
Temel’in dediği gibi;
“Ha bu bize ders olsun!”
KARTEL, SÜTTEN ÇIKMIŞ AK KAŞIK MI?
Dünkü “kartel gazeteleri”nde gördüğünüz gibi; “Aydın Doğan’ın kalemşörleri”nin bir zil takıp oynamadıkları kalmış!..
Alman Mahkemesi’nin kararından, “orgazm” derecesinde mutlu olmuşlar!..
Deniz Feneri Derneği’ne öyle “çamur” atmışlar ki; sanki kendileri “sütten çıkmış ak kaşık!”
Oysa, “Alman mahkemesi” gibi bir mahkeme Türkiye’de de olsa, ne “pislik”ler çıkar ortaya, ne pislik ve “yamukluk”lar!..
Meselâ Aydın Doğan, “mahkeme huzuru”na çağrılsa ve kendisine bazı sorular sorulsa, acaba suratı hangi rengi alırdı?..
Kanı çekilir “bembeyaz” mı kesilirdi, “kıpkırmızı” mı olurdu, yoksa “patlıcan moru”na mı dönerdi?..
Haber merkezimizdeki arkadaşlar, “Aydın Doğan’a 10 soru” hazırlamışlar.
Bu “soru”lara Aydın Doğan, acep ne cevap verir?.. Yoksa, “cevap vermek” yerine, hemen “mahkeme”ye koşup, “dilimizi boğazımıza tıkmaya” mı çalışır?..
Aydın Doğan’ın diline pelesenk ettiği “basın özgürlüğü” kavramına sığınarak, şu soruları yöneltiyorum kendisine:
UÇAK FACİASI VE KÂĞIT OLAYI!
- Türk Hava Yolları’nın 8 Ocak 2003 günü Diyarbakır’da düşen uçağında ölen vatandaşların ailelerine hak ettikleri tazminat, yakın bir döneme kadar Doğan Holding bünyesinde bulunan Ray Sigorta tarafından ödendi mi?
Mağdur aileler, tazminatlarını alabildi mi?
- 2001 yılında Vakit Gazetesi 470 dolara kâğıt ithal ederken siz 2001’de kâğıdı 655 dolardan mı ithal ettiniz, yoksa daha ucuza mı?.. Bugün açıkladığınız rakamlarda neden sadece 2007-2008 yılının, o da bazı ayların bilgilerini veriyorsunuz da, 1997-2001 arasını es geçiyorsunuz?..
SPK’nın soruşturmasına konu olan 1997-2001 arasındaki aralıkta kâğıdı kaç paradan getiriyordunuz, açıklayabilir misiniz?.. Evet; Hürriyet gazetesi 1997-2001 yılları arasında gazete kâğıdını kaç liradan almıştır?
- Maliye Müfettişleri’nin Petrol Ofisi hakkında hazırladıkları raporlarda dile getirdikleri şirket birleşmesinden kaynaklanan vergi kaçağı olayı doğru mu? Yanlışsa neden suçu kabul edip Maliye ile uzlaşmaya oturdunuz?.. Uzlaşma sonucu ne kadar ceza ödediniz?..
- Genel Yayın Yönetmeniniz Ertuğrul Özkök’le Güneş Taner arasında geçen karton fabrikası konusundaki teşvik pazarlığı, basına defalarca yansıdı. Bu konuşma sizin talimatınızla mı yapıldı? Yoksa Ertuğrul Özkök, bu pazarlığa kendi kafasından mı girdi?
Özkök bilgileri kimden aldı?
ALTIN HİSSE’YE NE OLDU?!?
- Promosyon yasasına aykırı olarak Sanayi Bakanlığı’nın Milliyet Gazetesi’ne verdiği 4 trilyonluk cezayı zaman aşımına uğratıp, “1 trilyon”la kapattınız mı?..
- Petrol Ofisi hisselerini alırken ihale şartnamesinde devletin elinde bulunan “Altın Hisse” şartı, siz ihaleyi aldıktan sonra Petrol Ofisi’ndeki devlet kontrolünü ortadan kaldıracak şekilde kaldırıldı. Devlet çıkarları aleyhine olan “Altın Hisse” imtiyazı şartını nasıl kaldırttınız?..
- Hilton için bulunduğunuz talebin herkese verilen bir hak olduğunu iddia ederek imtiyaz istemediğinizi ileri sürüyorsunuz... Hilton yakınlarında talep ettiğiniz, 2,7 emsalli sizin satın alma tarihinden sonra yapılmış tek bir inşaat gösterebilir misiniz?..
- Sürekli “Basın özgürlüğü”nden söz ediyorsunuz... Rekabet Yasası çıkmadan önce sizin aleyhinizde yayın yapan ve o zamanlar Uzanlar’a ait olan Star Gazetesi’nin dağıtımını durdurmanız, basın özgürlüğü ile bağdaşır mı?
- Yine “basın özgürlüğü” diyerek Başbakan’ı, bakanları ve milletvekillerini hakarete varan bir şekilde gazeteleriniz ve televizyonlarınızda eleştirirken, Vakit’in, sizinle ilgili yapmış olduğu eleştirilere bu güne kadar kaç dava açtınız, kaçını kazandınız?.. Sizin gazeteleriniz yazarken basın özgürlüğü oluyor da, Vakit’in yazdıkları neden olmuyor?
BU DA BİR SANSÜRCÜLÜK DEĞİL Mİ?
- Ve, son bir soru: Ayna’da, bizzat benim gündeme getirdiğim “Hilton” konusundaki yazı üzerine “50 milyarlık tazminat dâvâsı” açmış olmanız; “basın özgürlüğünün neresinde”dir?.. Her “eleştiri”ye dâvâ açmak, “sansürcü bir kafa”nın ürünü değil midir?..
Şimdilik bu “10 soru”yu soruyor ve Bay Aydın Doğan’dan cevap bekliyorum.
Ama, kendisini uyarıyorum:
Hemen “dilekçe” yazıp, “mahkeme”ye koşma!.. Bana “cevap” yaz ki, millet, neyin ne olduğunu görsün!..
Çünkü sizin “Fener”iniz;
“Deniz”leri değil, “Okyanus”ları “Aydın”latır!..
=================
Ahmet Hakan’ın geçmişi!
Ahmet Hakan ve Yalçın Doğan’ın konuşmalarına “kulak misafiri” olup, onların “Aydın Doğan aleyhindeki konuşmaları”nı duyan Suna Vidinli’nin; “Ahmet Hakan bana cevap yetiştireceğine; Bebek Balıkçısı’nda başka, Hürriyet’teki sütununda başka konuştuğunu izah etsin” açıklamasından sonra, dün de AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Edibe Sözen’in açıklaması geldi.
Edibe Hanım da; mealen “Benim geçmişimde kirler değil, fikirler vardır” diyerek Ahmet Hakan’la ilgili iddiaları gündeme getirdi...
Hani, Milliyet gazetesi Ahmet Hakan’ı “yolsuzluk” yapmakla suçlamış; “Ahmet Hakan Coşmuş”, “İskele Sancak Cepler Dolacak” ve “Ahmet Hakan Lüplemiş” başlıklarını kullanmıştı ya, Edibe Hanım, işte bunlara gönderme yapmış...
Edibe Hanım, bence bir şeyi unutmuş... “Benim geçmişimde kirler değil, fikirler vardır” dedikten sonra, şunu da eklemeliydi:
“Benim geçmişimde askerden kaçmak için dalak aldırmalar ve Ergenekon Terör Örgütü zanlısı Turhan Çömez’lere yaptırılan ameliyatlar yok!”
Deseydi, Ahmet Hakan ne derdi acaba?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi