Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

“Yârin Şifa Kapısı”

“Yârin Şifa Kapısı”

Ali Yurtgezen hoca, Semerkand Dergisi Şubat 2016 sayısında T. Ziya Ergunel müstearıyla yazdığı “Yârin Şifa Kapısı” adlı yazısında, “Eli başının altında, bazen ayağı koltuğunda, düşe kalka sevgilinin lütuf kapısına” varmaya çalışan yâni Allah aşkıyla gam hastası olan, vehbî hüzünlerle “Yâr” i arayan gönüllere yol göstermeye çalışmış. 

 

Haddim değil böyle bir yazının muhatabı olmak. Ama tasavvufî mânada gam, hüzün, içki, meyhâne, sarhoşluk bahsinin geçtiği bir yazı okuduğum da müsbet mânada üstüme alınıyorum. Ulvî hüzne müptelâ olmuş gönlüm gamdan, hüzünden bahseden yazılara dayanamaz, o yazıyla birkaç gece meşk eder.

Böyle bir hâl ile olsa gerek, “Yârin Şifa Kapısı” nda dolanıp duranlara, hamle yapanlara, acı çekenlere, gam derdi olanlara bu yazıdan haberdar etmek istedim:

“Gâhi Zîr-i serde desti, gâh ayağı koltuğunda düşe kalka haste-i gam der-i lûtf-i yâre düşdü.” (Şeyh Gâlib)

(Gam hastası, bazen eli başının altında, bazen ayağı koltuk (değneğinde), düşe kalka Sevgilinin lütuf kapısına vardı.)                                                                           

Yukarıdaki beyti, 18 asır mutasavvıf şairlerinden Şeyh Gâlib’in ‘Yine zevrâk-ı derûnum kırılıb kenara düşdü / Dayanır mı şişedir bu reh-i seng-sâre düşdü.’ Mısralarıyla başlayan meşhur gazelinden aldık. Galata Mevlevihânesi postnişinlerinden Gâlib Dede, bu ilk beytinde gönlünü önce ‘kayalıklara çarpıp parçalanarak kıyıya vuran bir kayığa’, sonra da ‘taşlık bir yere düşüp kırılan sırça şişe’ ye benzetiyor.

Şiirin tamamında parçalanan, dağılan, ol sebeple de istikametini bulmakta, yol almakta zorluk çeken böyle bir gönülden şikâyet var. Yukarıdaki beyitte, sahibine düşe kalka yol aldıran bu parçalanmış gönlü tedavi yahut imar ettirme ümidiyle varılan bir kapıdan bahsediliyor.

Bu kapı kimin kapısıdır, gam hastası kimdir, neden eli başının altında, ayağı koltuğundadır? Bunlardan evvel beytin zâhirden bâtına doğru ilerleyen mâna basamaklarına dikkat çekmemiz gerekiyor. Okuyanı mecazdan hakikate doğru götüren bu basamaklardaki mânalar birbirlerinden farklı olmakla beraber, birbirlerini nakzeder mahiyette değil.

Bir medeniyet edebiyatı olan Divan edebiyatında çokça rastlanan bir hususiyet bu. Aynı beyitte iç içe geçmiş, birbirini destekleyen farklı mânalar, hiç şüphesiz büyük medeniyetlere mahsus bir dikkatin, itinanın, inceliğin, mühendislik hünerinin eseridir ki, mecazdan hakikate yol bulma temrinidir.

Beytin zâhirinde gönül derdine deva olması için düşe kalka kendisini maşukunun kapısına kadar atan bir âşıkın hâli resmedilmiş. Hasret bir yandan, sevgilinin istiğnası bir yandan, ağyarın kınaması diğer yandan, âşığın gönlünü gam ve kederle doldurmuş; onu gam hastası yapmıştır. Mecazî bir aşktır bu. Yemeyi, içmeyi, uykuyu unutturup âşığı mecalsiz bırakan cinstendir. 

Nitekim âşığın ayakta durmaya, yürümeye mecali yoktur. Buna rağmen bilir ki derman sevgilidedir. Bütün gücünü toplamış; dik durmaya çalışarak, düşe kalka sevgilinin kapısına varmıştır. Ümidi, sevgiliyi görüp şifa bulmak; bütün dertlerini unutturacak, kendisini gamdan azad edecek yârin muhabbet nazarına mazhar olmaktır.

İkinci mânaya ‘desti’ ve ‘ayak’ kelimeleri yol verir. Desti, ‘onun eli’ mânasına geldiği gibi, bildiğimiz ‘testi’ yâni ‘gövdesi geniş, boğazı dar, kulplu su kabı’ mânasına da gelir. Ayak da ‘içki kadehi’ demektir. Desti ve ayağa bu ikinci mânaları verdiğimizde düşe kalka yârin kapısına varan gam hastasının bu defa bir ‘sarhoş’ olduğu anlaşılır. Testi ve kadehindeki şarabı içmiş, sarhoş olmuş fakat kederini dağıtamamıştır. Muradı, bir bir sâkinin boşalan içki kaplarını doldurması, ona içki sunmasıdır.

Tasavvufta bazı haller kâle gelmediği için bir takım benzetmelere, sembollere müracaat edilir. Ehli bilir ki şaraptan maksat ‘ilahî aşk’tır. Meyhâne ‘tekke’ veya ‘dergâh’, sâki ise ‘mürşid-i kâmil’ demektir. Dolayısıyla beyitteki gam hastası sarhoş, tasavvuf yoluna girmiş bir ‘sâlik’tir. İlahî aşkın tadını almış, fakat kendinden geçecek kadar kanamamıştır.

Düşe kalka ilerleyebildiğine göre hâlâ kendindedir; kesrette kalmanın gamını, kederini hâlâ hissetmektedir. Kendinden ve nefsinden büsbütün geçip kesretten kurtulması için, daha fazla aşk için feyz ve himmet talebiyle yâr dediği mürşidinin kapısına varmıştır.

Beyitteki üçüncü mâna namaz kılan bir müminin secde hâliyle alâkalıdır. Elin başın altında olması namazdaki tekbire, düşüp kalkmak rüku ve kıyama, ayağın koltukta secdeye işarettir. Fakat neticede düşe kalka yârin kapısına ‘düştüğüne’ göre, hususen secde hâli tasvir edilmiştir. Yâr dediği Cenab-ı Mevlâ’dır ve secde hâli müminin miracı, Rabbi’ne en yakın olduğu andır. Gam, Allah Tealâ’dan ayrı olmanın, bazı zamanlarda zikrullahı ihmâl ile gaflete dalmanın, belki secdeyi miraç kılamamanın üzüntüsüdür. (…)

Şeyh Gâlib, Allah Tealâ’ya ulaşmak isteyenlerin katetmesi gereken üç merhaleyi anlatmak için beytine bu üç farklı mânayı yerleştirmiştir. Adeta, çoğu zaman aşk gibi maveraî bir duyguyu tanıyabilmek için mahlûkata duyulan mecazî aşkla başlayani bir mürşid-i kâmil muhabbetiyle yol bulduran ve nihayetinde Cemal-i Mutlak olan Allah Azimüşşan’a ulaştıran bir yolculuk târif edilmektedir.

Bu yolculuğun her merhalesinde gam mukadderdir. Aşktaki samimiyet cefaya tahammülle belli olur. Öyleyse azmi elden bırakmadan düşe kalka da olsa yol almaya çalışmak gerekir.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi