Maalesef eğitimin kalitesi yok ama ruhu da yok
Yıl 1968, İstanbul İmam Hatip Lisesi’ne girmek için sınavlara hazırlanıyoruz. O yıllarda imam hatip okullarının müfredatı günümüzle karşılaştırılamayacak kadar bir kalitenin simgesiydi. Mesela İstanbul’da bir tek imam hatip vardı ve bu okulda para vererek yatılı kalabilmek için, özel olarak yapılan giriş sınavında 90’ın üzerinde puan almanız gerekiyordu.
1968 yazında Dursunbey Kur’an Kursu’nda çok sıkı bir hazırlık dönemi geçirdik. Bütün yaz boyunca Türkçe ve matematik dersleri gördük. Hala bugün gibi hatırlıyorum, o yaz tam 65 adet kompozisyon yazmıştık. Okula başladığımızda farkettim ki, birinci sınıfta okumamız gereken Türkçe ve matematik derslerinin neredeyse tamamını yaz boyunca okumuşuz.
İmam hatipte üç yıllık bir eğitim hayatım oldu; zira 1971 muhtırası sonrasında kurulan Nihat Erim ‘ara rejim’ hükümeti döneminde İHL’lerin orta kısımları kapatıldığı için, biraz hüzünlü de olsa, normal düz liseye geçmek zorunda kaldım.
Hayatımda çok özel bir yere sahip olan bu anekdotu dikkatlerinize sunmamın bir tek nedeni var; eğitimde kalitenin altını çizmek...
Eğitimde müfredatın tartışıldığı şu günlerde, geçmişte yaşanan tecrübelere bakmakta yarar var. Somut bir örnekleme yapmak gerekirse; bugün okullarımızda okutulan edebiyat derslerini 1970’li ve 80’li yıllarda okutulan edebiyat kitaplarıyla karşılaştırdığımızda kelimenin tam anlamıyla edebi bir fukaralıkla karşı karşıya olduğumuzu görürüz.
***
Evet, bugün de derme çatma bir edebiyat kitabı var; bir takım yazarlardan, edebi kurallardan söz ediliyor. Ama bu metinlerin hiçbirinde edebiyatın ve Türkçe’nin ruhu yok. Şunu açıkça ifade etmek gerekiyor ki, bugün okullarda okutulan edebiyat kitapları, maalesef çocuklarımızı medeniyetimizin klasik eserlerine yöneltmiyor. Ruhunu kaybetmiş olan bu Türkçe eğitim anlayışıyla yetişen çocuklar, hiçbir zaman Fuzuli’yi, Şeyh Galip’i, Nedim’i anlayamayacaktır. Ama aynı zamanda Yahya Kemal’i de, Necip Fazıl’ı da, Sezai Karakoç’u da, Nazım’ı da, Can Yücel’i de, Edip Cansever’i de, İlhan Berk’i de, Turgut Uyar’ı da, Abdülbaki Gölpınarlı’yı da, Ömer Seyfettin’i de, Sait Faik’i de, Reşat Ekrem Koçu’yu da, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı da, Peyami Safa’yı da, Oğuz Atay’ı da, Orhan Kemal’i de, Yaşar Kemal’i de, Tarık Buğra’yı da, Cahit Zarifoğlu’nu da, İsmet Özel’i de okumayacaktır. Çünkü bizim eğitim sistemimizin ruhu yok. Daha çok üniversite sınavında ‘ne tür edebiyat soruları çıkar’ anlayışına dayalı bir müfredatın ömrü de ne yazık ki ancak sınav sonuna kadar sürüyor.
Daha da trajik olanı, bu ülkenin çocukları her an dilimizden düşürmediğimiz, nutuk çekme ihtiyacı hissettiğimizde çokça kullandığımız Yunus Emre’nin, Mevlana’nın ve Mehmet Akif’in misyonundan bile bihaber yetişmektedirler.
Öncelikle bu eğitim mantalitesinin değişmesi gerekiyor. Yıllar önce rahmetli Tarık Buğra verdiği bir mülakatta bu konuda ufuk açıcı tespitlerde bulunuyor: “Bütün ülkelerin ana kitapları vardır. Türkiye’de ana kitaplar yok. Ben şaşarım bir Kutadgu Bilik bilinmez, bir Dede Korkut okunmaz. Bunlar halbuki bu toplumun oluşumunu anlatan eserlerdir. Bunlar okullarda okutulmaz. Gidin bir Fransız, İngiliz okuluna, ilkokuldan başlayarak mutlaka bir Fransız, İngiliz klasiği okutulur. Bizde bu yok. Bunun için ipi kopmuş tespih taneleri gibiyiz. Herkes kendine göre bir dünya kurmuş, toplumsal yapımız teşekkül etmiyor, pekişmiyor, bencil oluyoruz. Ana kitaplar çok önemli. Neyi önerebilirim? Evrensel olan değerlerin olduğu kitapları. Mesela evrensel olan bir Yunus Emre’yi okursanız, Yunus Emre yeterince tanıtılırsa şiir kendini kurtarır Türkiye’de, parazitlerden arınır.”
Yeni hazırlanan müfredattan çok umutlu değilim ama, sadece Türkçe sevdasını genç nesillerin zihnine nakşedecek bir adım atılsa doğrusu çok mutlu olacağım.
Bir Türkçe sevdalısı olan Nihat Sami Banarlı’nın “Türkçe’nin Sırları” kitabında diyor ki: “Öğretmen değil de anne ve baba iseniz, abla ve ağabey iseniz, bu sizin daha sevgili vazifenizdir. Yavrularınıza, sözlerini halk dehasının yarattığı ve bestesi yine halk sanatından yükselen ninniler söylemekten başlayarak, öğreteceğiniz en güzel şey, Türkçe’dir.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.