Abdulkadir Özkan

Abdulkadir Özkan

Batı’nın dışlayıcılığına daha ne kadar evet diyeceğiz?

Batı’nın dışlayıcılığına daha ne kadar evet diyeceğiz?

Sadece referandum kampanyası sırasında ve Suriye’deki iç çatışmalar sebebiyle değil, uzun yıllardan beri Batı’nın (ABD-AB) Türkiye karşıtlığını esas alan tavır ve tutumları ile mücadele ediyoruz. Gündemde AB ve ABD’nin haksızlık ve saygısızlıkları konuşuluyor, tartışılıyor. Tartışmaların esasını da yapılanlar karşısında duyulan öfke ve tepki oluşturuyor. Bu tepkinin dile getirilmesi elbette gerekli. Yapılanlar ve uygulamalar karşısında bu ülkenin sadece yönetim kademesinde bulunanların değil, hiçbir ferdinin ilgisiz ve sessiz kalması mümkün değil. Ancak, ister yönetim kademelerinden, ister medyada dile getirilen bu tepkilerden bir sonuç alınamamasına rağmen alternatif bir teklif gündeme gelmiyor. Yani, Batı’nın ülkemize yönelik tavrının yanlışlığı, hatta saygısızlık derecesinde devam ettiğini söylemek soruna çözüm olmuyor. Bu bakımdan karşı teklif gündeme getirmek gerekiyor. Daha doğrusu teklifi olanların bunu tartışmaya açmaları gerekiyor. Milli Görüşçüler, ısrarlı bir şekilde dile getirdikleri Batı ile birlikte barış, huzur içinde eşit şartlarda birlikte yürümemizin mümkün olmadığını, 70 yıllık ilişkilerimizin dış politikada yeni bir arayış ve hedef tespit edilmesini vurguluyor, bunun için de İslam Birliği’nin gerçekleştirilmesi gerektiğini her fırsatta dile getiriyorlar. Bu teklif karşısında yönetim kadrosunda olanlar ile iktidar yanlısı medya mensupları ile akademisyenler ne bir farklı teklif gündeme geçtiriyorlar ne de İslam Birliği’ni tartışmaya açıyorlar.
 
Bu konuya ilgisiz kalmayanlar ise İslam ülkelerinin yöneticileri ile Türkiye’nin bir araya gelmesinin mümkün olmadığı, bunların her birin bir takım dış ilişkilerinin olduğunu, bu ilişkileri bir yana bırakarak İslam Birliği’nin tesisinde rol almayacaklarını ileri sürüyorlar. Bir bakıma Türkiye’yi Batı’ya mecbur ve mahkûm gibi gösteriyorlar. Hemen belirteyim ki elbette İslam ülkelerinin pek çoğunun yönetim kadroları bağımsız hareket edemeyecektir, bunun için de İslam Birliği’nin kurulmasının önünde bazı zorluklar vardır. Bu noktada öncelikli olarak D-8’lerin rahmetli Erbakan Hocam tarafından 11 aylık bir süre içinde gerçekleştirildiğini unutmamak gerekiyor. İkinci olarak da bugün Avrupa Birliği denen örgütün 1959 yılında temelinin Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) olarak atıldığını hatırlatarak, bu birliği oluşturan ülkelerin 1945 yılında son bulan İkinci Dünya Savaşı’nın üzerinden 14 yıl geçtikten sonra bir araya geldiklerini unutmamak gerekiyor. Bunu özellikle hatırlatıyorum. Çünkü İkinci Dünya Savışı’nda kesin rakam tam olarak bilinmemekle birlikte söz konusu savaşta hayatını kaybedenlerin sayısı milyonlarla ifade ediliyor. Avrupa’nın bir uçtan öbür uca tahrip olduğunu, adeta taş üstünde taş bırakılmadığını, buna rağmen aradan geçen 14 yıl zarfında bu kanlı bıçaklı olmuş ülkelerin bir araya gelebilmiş olmalarını iyi değerlendirmek gerekiyor. Türkiye ile diğer İslam ülkeler arasında böyle bir savaş ve tahribat da olmamıştır. Bu gerçeği düşündüğümüzde bazılarının iddia ettikleri gibi İslam ülkelerinin birlik oluşturması imkânsız değil, AB ülkelerine göre çok daha rahat bir araya gelebileceklerini düşünmek yanlış olmaz. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından masa başında oluşturulan bugünkü pek çok İslam ülkesi ile geçmişten gelen bir düşmanlık da söz konusu değildir. Aksine ortak bir inanca sahibiz. Müslümanlar kardeştir anlayışının birleştirici bir unsur olması da ayrı bir avantajdır. Durum böyle iken özellikle de iktidar mensupları ve destekçilerinin Batı’dan görülen bunca dışlama ve aşağılamaya rağmen hâlâ birlikte yürümek gerektiği hususunda ahkâm kesmelerini anlamak güçtür. Eğer bu yaklaşım ve ısrar Batı âşıklığından kaynaklanıyorsa bu aşkı artık herkesin yeniden değerlendirmesi gerekiyor. Çünkü bu azat kabul etmez kara sevdanın etkisinden kurtulmadan alternatif arayışı mümkün olmayacağı, sunulan alternatif de bu kesimler tarafından topluma yanlış aktırılmaya devam edilecektir. Böyle olunca da Türkiye sanki Batı’ya mecbur ve mahkûmmuş gibi bir algı ve görüntü oluşturuluyor. Bu ise, “Yeter artık! Sizinle birlikte yürümeye mecbur değiliz” denmesini engelliyor. Kısacası, peşin olarak İslam Birliği’ne karşı çıkanların bilerek ya da bilmeyerek Batı’nın şakşakçılığını yaptığını söylemek yanlış olmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdulkadir Özkan Arşivi