Abdullah Büyük

Abdullah Büyük

Bilgi vermekte zorlanıyoruz

Bilgi vermekte zorlanıyoruz

Niçin zorlanıyoruz? Çünkü gelişen ve değişen tüm olayları, hadiseleri, "bana göre", "sana göre" olarak değil, kitap ve sünnete göre ele aldığımız zaman, mesajlarımız sanki Cuma günleri okunan hutbeler gibi anlaşılıyor. "Efendim vaaz vereceksen git camiye, gazetenin kendi özel bir yayın politikası vardır. İçeriğinin nasıl olması teamüllerle belirtilmiş bir özelliğe sahiptir" gibi sözlerle karşılaşmaktayız ve hatta bazen yapıcı tenkitler de alıyoruz.
Bu haftaki mesajımda böyle bir sıkıntımızı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Biliyoruz ki 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, politik (siyasi) güç, dinin önüne geçmiştir. Hayatın şekillenmesinde temel güç ve adres, politika olmuştur. Din tamamen dışlanmış, sadece itikat ve amel bağlantılı konular, diyanet işleri tarafından organize edilmiş veya ettirilmiştir.
Meşhur(!) 163. madde ile devletin siyasi, hukuki, iktisadi ve sosyal yapısı ile alakalı konuşmalar, yazışmalar, yapılanmalar mercek altına alınmış, en küçük aleyhte bir cümle ve o cümlenin sahibi hemen hesaba çekilmiştir.
1924 yılında devlet ile din tamamen birbirinden ayrılmış ve din, devlet tarafından kontrol ve denetim altında tutulmuştur.
Eski ile yeni kavramları devreye konularak, din bağlantılı ne varsa eski olarak belirtilmiş ve yenilenmenin önünü tıkayan(!) her şey saf dışı edilmiş, sistem dini nereye koyacağını becerememiştir.
İşte özet olarak belirttiğimiz gelişimi olmayan değişim, sistem olarak bugün tıkanmış, halkını sırtında taşıyamaz hale gelmiş veya getirilmiştir.
Bugün ortaya çıkan nice konular, hadiseler, kişisel görüş ve kanaatlerle ele alınmakta, ilgili konular ile alakalı Allah ne diyor, Peygamber ne diyor, sahasına girilmemektedir. Hadise ve olayları kitap ve sünnet ölçüleri ile tahlil edenlerimizin sayısı ise yok denecek kadar azdır. Bir tarafta nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülke, diğer taraftan küçük bir azınlık tarafından yönlendirilmeye çalışılan; batıyı, Avrupa'yı ölçü alan kesim.
Şimdi bir örnek verelim. Günümüzde hepimizi tedirgin eden konular, olaylar vardır. Bunlardan biri de terördür. Terörü onaylamak, haklı çıkarmak aklı başında olan bir insan için mümkün değildir. Ancak, “Terör nedir? Nasıl oluşur? Nasıl tedavi edilir?” gibi soruları cevaplandırırken herkes kendi görüş ve kanaatini ortaya koymaktadır. Peki, “Terör hakkında Kur'an ne diyor? Peygamberimiz terörü nasıl ele almış?” gibi yaklaşım sağladığın zaman, tahmin edilmeyeceek tavırlar ve sözler devreye girmektedir. Niçin? Çünkü 2. Dünya Savaşı’ndan sonra din devre dışı edilmiş, hayat ve olaylar zincirinde politika esas kabul edilmiştir.
Buraya kadar getirdiğimiz konumuz ile alakalı bir örnek daha sunmak istiyor ve düşünmenizi rica ediyoruz.
"Ben Müslümanım" diyen her insan, İslâm dininin ihyasından, tatbikatından sorumludur. Kıyamet kopunca ve ilahi mahkeme kurulunca her Müslüman insan bu konudan hesaba çekilecektir. "Ben de Müslümanım" diyen insan kim olursa olsun fark etmez. Köylü, şehirli, zengin, fakir, amir, memur, asker, polis, tüccar, ithalatçı, holding başkanı vs.
Allah'ın dininin ihyasından, hayata hakim kılınmış görevinden sorumlu olmayanlar bellidir:
1. Mükellef olmayan çocuklar. 2. Zayıf ve çaresiz erkek ve kadınlar. 3. Dine muhatap olmayanlar. 4. Bedeni ve zihni yönden hasta olanlar...
Bu dört gurup insanın dışında olup, Allah'a iman etmiş ve Müslüman olduğunu söyleyen her insan, Allah'ın dininden hesaba çekilecektir. Bu gerçeği hiçbir sebep örtbas edemez. Bu kadar önem arzeden bu konuyu, sıradan, basit bir olay gibi kabul edemeyiz. Dünyada kalışımızın temel gerekçesi budur. Yani Müslüman olduktan sonra, Müslümanca hayat sürüp, Müslümanca ölmek mücadelesi. Bu inancı paylaştığımız zaman, hayat ve gidişata, Allah ve Resul ölçüleri ışığında ve istikametinde bakmak imanımızın gereğidir. Ama ne yazık ki olay ve hadiselere Allah ve Resul ölçüleri istikametinde baktığımız zaman, bizleri bekleyen yafta hazırdır. Dinci, dinci gazete, dinci vakıf, dinci dernek vs. Üstelik bu yaftayı vuran insanları, Teşvikiye, Hacı Bayram, Şişli camilerinde namaz kılarken, cenaze namazını eda ederken görmekteyiz. Ne kadar komik ve o kadar da acınacak bir hal öyle değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Büyük Arşivi