İstanbul'u dinlemek.. İstanbul'u yaşamak..

İstanbul'u dinlemek.. İstanbul'u yaşamak..

Geçtiğimiz hafta İstanbul’u konu alan bir güzel geceye şahitlik ettim.. Boğazın en mutena semtlerinden biri olan Çengelköy’deydim..
Adalet eski Bakanı İsmail Müftüoğlu Beyefendi’nin başkanı olduğu İstanbul Platformu’nun davetine icabet ettim.. Bu toplantı her ayın ilk Çarşamba gecesi yapılıyor.. İsmail Beyin değerli mahdumu Haluk Müftüoğlu idaresindeki Martı Restoran’da, davetli kişiler hiç değilse ayda bir birbirlerini görme imkanını yakalıyorlar..
Martı Restoranın hemen yanı başında ecdat yadigarı Kaymak Mustafa Paşa Camii var.. Katılımcıların namaz kılanları, yatsı namazını boğazın dalgalarıyla iç içe olan Cami’de huşu içinde eda ediyor.. Ardından restorana geçilip nefis deniz ürünlerinden müteşekkil olan yemekler yeniyor ve her ay İsmail Müftüoğlu’nun tespit ettiği bir konuşmacının sunumu oluyor.. Sonra da ikram edilen demli çaylarla birlikte program sona eriyor..
Bu toplantıda da İstanbul yatırıldı masaya.. Konuşmacı, kendisini aziz İstanbul’umuza adeta vakfetmiş bir kişi olan Prof. Dr. Sadettin Ökten’di..
Platformun bu ay ki konuşmacısının İstanbul sevdalısı Sadettin Ökten olduğunu duyunca, yoğun işlerimi bir kenara bırakıp ve de kendime İstanbul hatırına izin verip, soluğu Martı Restoran’da aldım..
Sadettin Hoca Yüksek İnşaat Mühendisi.. Şehir ve İslâm medeniyeti konularında entelektüel birikimi olan, özellikle de İstanbul konusunda söz söylemeye ehliyetli bir akademisyen!.. Ama hepsinden önemlisi, hoca, aynen bizim gibi bir İstanbul aşığı..
İstanbul aziz İstanbul.. Bizlere, dedemizden, babamızdan, miras.. Semtlerinin pek çoğunda güzel hatıralarımızın olduğu bu asude şehir ne yazık ki şimdilerde mazisini arıyor..
Aslen Karadeniz dolaylarından olan Prof. Dr. Sadettin Ökten’de bir İstanbullu.. Bir zamanlar İstanbul asilzadelerinin yaşadığı Beyazıt’ın Soğanağa mahallesinde doğmuş.. Ve ömrünün sonraki yıllarını Adalar’da, Boğaziçi’nde ve Fatih’te geçirmiş..
Sadettin Hoca o gece uzun uzun İstanbul’u anlattı.. Hocanın muhabbeti tatlı.. Halkın anlayabileceği bir tarza sahip.. Üslubu ise yumuşak.. Eline mikrofonu geçiren kimi goygoycular gibi insanları bıktırmıyor!.. Tabii durum böyle olunca da dinleyenler rahat ediyor.. Kafalara da bir şeyler girmiş oluyor..
Hoca anlatıyor.. Biz dinliyoruz.. Ökten Hoca öyle noktalara temas ediyor ki ister istemez maziye seyahat ediyoruz..
Evet dostlar, Sadettin Hoca anlatırken biz de geçmişe kulaç atıyoruz..
İstanbul herkesi önce güzellikleriyle hayran eder kendine!.. İki kıtanın birbirine dokunacak kadar yaklaştığı Boğaziçi.. Hisar’ları.. Emirgân’ı.. Tarabya’sı.. İstinye’si.. Kanlıca’sı.. Kavak’ı.. Vapurları ve martıları..
Sadece bunlar değil elbet.. Roma’dan, Bizans’tan, Ceneviz’den ve Mısr-ı Kadim’den hatıralar bulabildiğimiz başka bir eşsiz tarih var mı acaba?..
Sadettin Hoca konuşuyor ve ben sırtımı boğazın nazlı sularına dayamış bir biçimde dalıp gidiyorum.. Şehrin her tarafında, camileriyle, çeşmeleriyle, türbeleriyle, çarşılarıyla, hamamlarıyla, sebilleriyle, medreseleriyle, saraylarıyla karşımıza çıkan Cihan Devleti Osmanlı’nın muhteşem mirası aziz İstanbul’u düşünüp duruyorum..
Yanılmıyorsam önceki seneydi.. Etrafıma toplanan gençlerle ayaküstü yaptığım bir sohbeti hatırladım.. Çocuklar samimi ve ateş gibiydiler. Ve de konu İstanbul’dan açılmıştı.. İstanbul’u konuşmak istiyorum ama konuşulacak ne kaldı ki?.. Her gelen bir tarafından kırptı.. Sağdan kesti, soldan biçti.. Şimdi yeniden tamirat yapılıyor.. Yollar genişletiliyor, kavşaklara yenileri ekleniyor ama kaç para?.. Her sene 200 bin aracın İstanbul sokaklarına adımını attığı bir şehirde ne yapılabilir?.. Yapılsa da ne kadar gözükür?.. Belediye hizmetleri de aslında küçümsenmemeli.. İmkan nisbetinde önemli işlere imza atılıyor.. Dava zamanında kaybedilmiş!.. İstanbul, Arnavut kaldırımlarıyla, cumbalı, bahçeli ahşap evleriyle, meyve sebze bostanlarıyla, tarihe şahitlik edercesine muhafaza edilmeliydi.. Yeni şehir yapacaksanız yapın surun dışına!. Yapıldı mı peki?. Yapıldı, ama nasıl?. Önce sur içi mahvedildi, ardından da şehir İzmit’e, Tekirdağ’a kadar uzatılarak İstanbul anormalleşti..
Tabii işin bir de politika ayağı var.. İstanbul zaman geldi siyasete kurban edildi.. Seçmenlere peşkeş çekildi.. “0y gelsin de nasıl gelirse gelsin” mantığıyla hareket edilerek adeta işgal ettirildi.. Bunlara, gözünü para hırsı bürümüş, çoğu köy inşaatçılarının ve kasaba müteahhitlerinin plansız yapıları da eklenince, tarih dolu İstanbul’un canına okundu..
Kısacası; aziz İstanbul tarumar oldu..
Sormuştum o muhabbette gençlere; Emirgan’daki Çınar altını bilir misiniz ey gençler?.. Şimdikini değil ama eskisini.. 0rada içilen tavşan kanı çayın lezzetini?.. Ya da şerbet tadındaki Karakulak suyunu?.. Taşdelen’i, Sırmakeş’i, Hünkar’ı, Neşet suyunu, Dereseki’yi, Çubuklu’yu?..
Ses yok!.. Gençlerin ne suçu var?.. Kabahat, onlara güzel bir İstanbul emanet edemeyen bizlerde..
Devam ettim sormaya; “Anadolu Hisarında hatıralarıyla yaşayan 300 küsur yılık Amcazade Hüseyin Paşa yalısından kaçınızın haberi var?. Ya bir zamanlar Fatih Camii'nin etrafındaki minyatür arsalarda yapılan bayrak maçlarından?.. Peki Kanlıca’da yoğurt yemeyi denediniz mi?.. Sakın yedik demeyin, inanmam!.. İçine kaşık girmeyen halis koyun sütünden yapılan yoğurt, şimdi yok ki.. Dilburnundan güneşin batışını, Üsküdar’dan Kız Kulesinin adeta bir sülün gibi arz-ı endam edişini izlediniz mi?.. Hamiyet Yüceses bülbül gibi şakırdı; ‘Adalar Sahilinde Bekliyorum’ derdi!.. Dinlediniz mi hiç?.. Çamlıca sırtlarında oturup şiir yazdınız mı?.. Beykoz'un paçasını, Balat’ın işkembe çorbasını, Kavak'ın incirini, Çengelköy’ün bademini, Yedikule’nin marulunu bilir misiniz?..”
Elbette bütün bunlara şimdilerde de eksiğiyle gediğiyle ulaşabilirsiniz.. Ama o lezzetleri hissedebilecek gerçek İstanbul sevdalılarından kaç tane kaldı?..
İstanbul neden bu kadar önemli?.. Ya da İstanbul’u niye bu kadar çok seviyoruz?.. Manevi boyut da var işin içinde de ondan!.. Çünkü alemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) methine mazhar olmuş bir şehir İstanbul.. Ne demişti şerefli Peygamber; “Ne mutlu o kumandana ki Konstantin’in şehrini fethedecektir ve ne mutlu onun askerlerine!..” Bir başka ifadeyle, Resulullah’ın(sav) methettiği kumandan olan Fatih Sultan Mehmed’in bizlere armağan ettiği şehirdir İstanbul..
Daha da neler neler.. Eyüp Sultan ismiyle bilinen Halid bin Zeyd Ebu Eyyub-i Ensari Hazretleri.. Yavuz Sultan Selim Han.. Kanuni Sultan Süleyman Han.. Sultan Ahmed Han.. Sultan Abdülhamid Han.. Sultan Abdülmecid Han.. Sultan Abdülaziz Han ve daha nice Allah dostu padişahlar, vezirler, şeyhülislâmlar, misafir bu mübarek beldede..
Netice-i kelam; nezaketiyle, zarafetiyle, İstanbullu olmak!..
Ve de İstanbul’da yaşamak!..
Bir kısmet, bir şans gerçekten!..
Ne mutlu kendini İstanbullu hissedenlere!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi