Denetimsiz güvenlik gücü, suç örgütüne dönüşür

Denetimsiz güvenlik gücü, suç örgütüne dönüşür

Ergenekon davası sessiz sedasız ilerliyor. "Sessiz sedasız" sözü ile, kamuoyu ilgisinin azalmasını kastediyorum. Medya davanın önemiyle mütenasip bir haber akışını ve dikkati sürdürmüyor.

Bu durumun çok fazla sakıncası yok. Çünkü dava yargının sağlam ve serinkanlı ellerinde. Dava süreci başladıktan sonra sonuç nasıl olsa elde edilecek.

Ergenekon davası Türkiye'de bir devri kapatıp yeni bir devir açacak kadar önemli bir dava. Önemi, sadece devlet içine yerleşmiş suç örgütlerinin tasfiyesi ile sınırlı değil. Bu dava devletin üstlendiği en önemli sorumluluğun, yani güvenlik hizmetinin nasıl suiistimal edildiğini; ülke ve vatandaşlara yönelik bir tehlikeye dönüştüğünü gösteriyor.

Devleti lüzumlu kılan en önemli ihtiyaç güvenlik ihtiyacıdır. Devletin varlık sebebi olan güvenlik birimleri suç işliyorsa, suç örgütlerini içinde barındırıyorsa geride devlet diye bir şey kalmaz. Bu yüzden devlet düzeninin en temel kuralı, güvenlik hizmeti veren kurumların denetlenmesidir. Denetlenemeyen, kontrol altına alınamayan güç, her şeyi tahrip eder.

Ergenekon davasındaki gelişmeler, bu denetimsizliğin ne kadar derin olduğunu sergiliyor. Türkiye'de eline verilen silahı ve yetkileri güvenliği sağlamak yerine kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için kullanmanın, örgütlü bir şekilde yapılması kaydıyla hiçbir engeli yok. Güvenlik birimlerine üstlendikleri sorumlulukların gereği olarak verilen "gizlilik" ayrıcalığı da büyük ölçüde bu suçlara koruma sağlıyor. Yakalamaya kalktığınızda suçlular "gizlilik" maskesi arkasında sırra kadem basıyor.

Sabah Gazetesi'nin yayınladığı Tuncay Güney ile MİT arasındaki ilişkiyi kanıtlayan belge hakkında MİT'in açıklaması, tersinden okunduğu zaman bu denetimsizliğin de bir belgesi. Devlet içindeki güvenlik ve istihbarat birimleri o kadar denetimsiz bir güç kullanıyorlar ki, güç temerküzü kendi içinde rekabet doğuruyor. Suiistimaller de ancak bu birimler içindeki rekabetin kural dışı bir türevi olarak ortalığa dökülüyor. Bugüne kadar devlet kurumları içinde işlenen suçlara, oluşturulan suç örgütlerine dair bilgilere istisnasız olarak, ancak hizip çatışmaları sayesinde vâkıf olduk. Bir hizip diğerinin kuyruğuna bastığı, öbürü diğerine zarar vermeye kalktığı zaman bir savaş başlıyor. Savaşın cephaneliği olarak karşı tarafın kanunsuz işleri açığa çıkıyor.

Bu işte bir tuhaflık yok mu? İstisnası olmayan bu tuhaflık, kural olarak devlet içindeki güvenlik birimlerinin hiç denetlenemediğini göstermiyor mu? Bu durum, bırakın bir demokratik siyasî düzeni, asgarî bir devlet düzenini bile muhafaza edecek araçlara sahip olmadığımızı göstermiyor mu? MİT'in Sabah gazetesinde yayımlanan belgeye dair açıklaması satır satır okunduğu zaman ortaya vahim bir tablo çıkıyor. Önemli bir ayrıntı, işlenen suçlara ışık tutan bir belgenin yayımlanması mevcut denetimsiz yapı içinde sadece ağır cezayı gerektiren bir suç oluyor.

28 Şubat sürecinde inanılmaz bir komedi yaşanmıştı. Dönemin Başbakanı Erbakan, Emniyet İstihbarat'ın ordu içindeki cunta örgütlenmelerine dair kendisine ulaştırdığı bir raporu, Cumhurbaşkanı Demirel'e vermiş, Demirel de bu belgeyi Genelkurmay'a göndermişti. Sonuçta bu cunta örgütlenmesi değil, Emniyet İstihbarat birimi takibata uğramıştı. Güvenlik birimleri üzerinde çok güçlü ve etkili bir siyasî denetim mekanizmasına ihtiyacımız var. Ergenekon davası bize özlü bir şekilde bu ihtiyacı anlatıyor. Hem Başbakanlığın hem de TBMM'nin bu alanda inisiyatif sahibi olması ve bu inisiyatifin kurumlaşması şart. Denetimsiz gücün verdiği zararların, taşıdığı potansiyel tehlikelerin başka türlü önünün alınması mümkün değil. Aslında demokratik düzeni, demokratik iradenin üstünlüğünü devlet nizamına hakim kılmanın başka yolu da yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi