Türban ve çağdaş taassub

Türban ve çağdaş taassub

 Bu günlerde Sayın Başbakan’ın Madrit’te ki konuşması ile türban sorunu tekrar gündeme gelmiştir. Ezeli bir problem olan türbanın ebedi olmamasını diliyorum. Artık bu konuya son noktanın konulması gerekiyor. Hem demokrasi açısından, hem İslam dini açısından bunu yapmak zaruridir. İnsanımızın zihnen ve vicdanen rahatlaması ve toplumun kalkınma yolunda koşar adımlarla ilerlemesi için bunu yapmak bir görev haline gelmiştir.

 Medyayı izlendiğimiz kadarıyla, azınlıkta da olsa bazı yazarlar türbanın toplumu yeniden gereceği düşüncesini işliyorlar, ya da bu gerilim felsefesini kafalarında ki doğrulara dayanak yapmaya çalışıyorlar.
 Kanaatimizce, türban toplumu germez, çünkü toplumun yüzde 75’inin bu yasağa karşı olduğu anketlerden net olarak anlaşılmaktadır. Aynı zamanda bu milletin tarihinden gelen bir örftür. Bundan herkesin mutlu olacağına inanıyoruz. O halde, türban sorunu toplumu germez, belki azınlıkta kalan düşünce taassubuna kapılmış bazı kesimlerin kafasını gerer. Buna göre hareket etmek, azınlığın çoğunluğa tahakkümünü savunmaktır. Bu görüşü savunanlar demokrasiye açıkça cephe almış oluyorlar. Zira kafasının içinde ki programa uyunca demokrasiyi kabul etmek, bu programla çeliştiği zaman öfkelenmek, gerilim fırtınası koparmak mantıklı bir yol değildir.

Bu anlayışı bilisel açıdan değerlendirecek olursak, tam anlamıyla bir taassup olduğunu görürüz.. Buna çağdaş taassup da diyebiliriz. Oysa Laiklik taassuba karşıdır. Demokrasi de taassuba karşıdır. Taassup sabit fikirlilik demektir; kafasında yerleşmiş olan bir düşünceyi iman esası gibi kabul ederek ona göre hareket etmek ve ortamı germek demektir. Taassup özellikle toplumsal alanda çok daha zararlıdır. Tarihte insanlar taassuptan çok çektiler, bunun acıları hala yaşanmaktadır. Artık tarihte ki taassubun devamı olan çağdaş taassuba bu toplumun tahammülü yoktur.

Bu pencereden bakarak, konu üzerinde fikir imal etmeye devam edelim. ‘Türban siyasi bir simgedir, o halde yasaklanmalıdır.’ Düşüncesinin mantıkî bir temeli yoktur. Bu güne kadar klasik anlamda başörtüsü takan bir hanım, şayet hoşuna gider de türban modasına uyarak başına türban biçiminde bir örtü alırsa, siyasi bir kişilik mi kazanmış olacak? Bununla şahsiyeti, anlayış ve tutumları değişmiş mi olacak? Bu ana kadar devletine, milletine bağlı bir vatandaş olarak yaşarken, bu kararını uygulamaya koyduktan sonra, devlete karşı olduğunu ilan mı etmiş olacak? Türban onu rejime karşı hale mi getirecek? Bunun tam tersini de düşünebiliriz. Böyle bir hanım başını açacak olsa, kafasının içinde ki düşünce otomatikman değişmiş mi olacak? Bu türban denilen nesne, öyle sihirli bir alet midir ki, başına takanların kafalarını da değiştiriyor; onları siyasi bir kişilik haline getiriyor yahut başını açanların düşüncelerini ters yüz ediyor? Oysa başı türbanlı olmadığı halde, devlet-millet düşmanı olan, laiklik karşıtı olan çok insan varıdır bu ülkede. O zaman bu gibi vatandaşlar için de başını açma yasağı mı getirilmesi gerekir?

Simge meselesi, modern ve çağdaş mutaassıpların ne kadar mantıksız düşündüklerini ortaya koyuyor. Eğer türban siyasi simge ise (Laikliğe muhalefet anlamında, belli bir siyasi teşekküle bağlılık anlamında), bunun tersi simge olan bir başka başörtüsü biçimi seçilsin ve o simgeyi takanlar da o siyasetin bağlısı olarak tanınmış olsun, böylece korku giderilmiş olsun. Ya da siyasette başarılı olamayan ve giderek taraftar erozyonuna uğrayarak oy kaybeden siyasi partiler, insanların kafalarını bu simge ile değiştirerek zafer kazansınlar. Madem maharet örtünün siyasi olmasındadır, onlar da onun tersi siyasi bir simge edinsinler… O zaman kolayca iktidar olma şansını da elde etmiş olurlar. Eğer iddialarında doğru iseler, bu mantıktan hareket edebilirler.. Değilse o zaman bu siyasi simge lafı bir kalkan olarak kullanılıyor demektir. Kişilerin kafalarının içinde, kadının başını zorla açma düşüncesi yatıyor, fakat onu açıklayamıyorlar da bu gibi kalkanlara sığınıyorlar.

Milleti kendilerine benzetmek isteyenler, bu düşünceyi bırakıp da kendileri millete benzemeye çalışsalar, hem laikliğe daha uygun hareket etmiş olurlar, hem de millet ile bütünleşerek devamlı hizmet verme şansını elde etmiş olurlar.

Bu gibi sosyal konularda gerilim politikası izlemek, toplumu hiçe sayan anlayışlar sergilemek, bunu yapanlara çok zarar verir. Birçok kabiliyetler sahneden silinip gider. çünkü millet affetmez. Keskin sirke küpüne zarar verir, diye bir atasözü vardır. Türbana mantıksız bir şekilde karşı çıkıp gençlerin, kutsal ilim tahsil etme özgürlüğüne karşı çıkanlar, bir müddet sonra topyekün sahneden silinmeleri söz konusu olabilir. Taassuba sarıldıkça kafalar geriliyor. Seçimlerden önce ki gerilim politikaları bu yolu izleyenlerin millet tarafından cezalandırıldığını göstermiştir. Aklın yolundan gitmeyip, onun yolunu kendilerine kapatanlar ne tarafa giderlerse gitsinler, hiçbir şekilde hedefe ulaşamazlar.

Türban, İslam dinin bir emridir. Bu emri yerine getirmek isteyenlere engel olmak kadar büyük bir zulüm düşünülemez. çünkü dinini yaşamak isteyenlere engel olmak, din ve vicdan özgürlüğüne karşı çıkmaktır. Din ile uğraşmaktır. Fakat din ile uğraşılmaz. çünkü din Allah’ın dinidir. Son Hak din olan İslam, onun insanlığa gönderdiği son ilahi yoldur. Onun emir ve talimatlarına karşı çıkmak yanlıştır. Türbana karşı çıkanların bu mantıktan hareketle, namazı da haccı da yasaklamalar gerekir. çünkü namaz kılanların da belli bir siyasi tutumları vardır, bu tutumun namazdan kaynaklandığını iddia emek de mümkündür. Ne taraftan bakılırsa bakılsın, türban tartışmalarında yasakçı zihniyetin tutarlı akl-i selime dayalı hiç bir tutamakları yoktur. Sadece tek bir tutamakları vardır. O da kafalarının içinde ki doğrulardır. Bu doğruların adı ise taassuptur. Biz buna çağdaş taassup da diyebiliriz.

Türkiye Cumhuriyeti taassuba karşı bir yol izlediği halde, Cumhuriyet adına taassubu ilke edinenlerin var olması çok düşündürürcüdür. Cumhuriyet ile taassubu yan yana getirmek Cumhuriyete karşı büyük ihanettir. Türbanlılar bundan beridir, fakat türbana karşı olanlar maalesef bu hastalıkla malul görünmektedir.

Bu mantıksız yasakçılığın arkasında yatan düşünce şudur: Türbanlılar ya okumasınlar yahut dini hassasiyetlerini bir kenara bırakarak bizim kafamızın içinde saklı olan doğrulara uysunlar. Yani dindarlıkla okumak ve devlet adamı olmak, entelektüel olmak yan yana getirilemez. İşte bu tutum anayasanın eşitlik ilkesine aykırıdır. İnsan haklarına aykırıdır. Gerçek laikliğe aykırıdır.  
Şunu unutmamak lazımdır ki, tarihte özgürlük taraftarları daima başarılı olmuştur, bundan sonra da mutlaka başarılı olacaklardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi