Niçin 'özür dilemiyorum'?

Niçin 'özür dilemiyorum'?

"Özür" bildirisini yanlış buldum. Usul ve esasa dair yanlışlıklardan önce, bildirinin kısa içeriği ile maksadı arasında da uçurum var. Yol açtığı akla zarar tartışmalar ve anlamsız kutuplaşmalar başka bir şeyin değil doğrudan bu hataların ürünü.

Önce iki cümleden mürekkep bildiriyi hatırlayalım: "1915'te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felaket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum..." İlk cümlenin altına imza koymak, bu hadiselerin dışında kalan üçüncü kişi olmak anlamına geliyor. "Duyarsız kalmak" insanî, özellikle vicdanî olmayan bir durum. "İnkâr etmek" ise hem taraflara hem de üçüncü kişilere yönelik anlamsız bir suçlama. Çünkü "Felaket"i inkâr eden kimse yok. Sadece felaketin boyutları, soykırım olup olmadığı ve suçluları konusunda bir tartışma var. Peşinden gelen ikinci cümlenin varacağı yer ise "bireysel özür" değil bir "acıya saygı" ifadesi olmalıydı. Bildirinin maksadı ile içeriği arasındaki uçurumu da bu "özür" oluşturuyor.

Tarihle hesaplaşmak, bugüne dair sorunları çözmek içindir. Devletlerin, devletleri yönetenlerin farklı zamanlarda, farklı hesapları ve planları olur. Tarih bu hesap ve planların gereği devletlerin giriştiği katliam örnekleriyle dolu. Hiç kimsenin bugüne kadar iddia etmediği ve aklından geçirmediği bir durum: 1915'te yaşanan "Ermeni tehcir ve taktili"nin bir "Türk-Ermeni mukatelesi" olduğu iddiası. Bildiri tek tek bireylerin "kendi payına" düşen sorumluluğun sonucu olan "özür"ü vurgulayarak, "Felaket"i devletin sorumluluğundan alıp halkın sırtına yüklüyor. Ermenilerin doğumla kazandıkları etnik kimliklerinden dolayı gadre uğramaları bir "felaket". Ama, bu topraklarda yaşayanların verili kimliklerinden dolayı "sorumlu" tutulmaları ve onlardan işlemedikleri kabahatleri için özür beklenmesi adaletsizlik ve haksızlık değil mi?

Bugüne dair kestirmeden bir sonuç çıkartalım. Türkiye'nin dev gibi bir "Kürt sorunu" var. Bu sorunun Türkler ve Kürtler arasında bir sorun olduğunu iddia edebilecek biri var mı?

"Özür bildirisi"nin esasa müteallik yanlışları şunlar: Birincisi, tarihçilerin ve devletlerin siyasî bir konu olarak tartıştıkları bir konu hakkında kesin bir hüküm inşa etmek mümkün mü? Bildiriyi imzalayanlardan kaçı, o döneme ait olayları, meselâ İttihat Terakki'nin tehcir kararnamesinin Rum nüfusu da kapsadığını biliyor? Bildiriyi savunanların ve karşı çıkanların hemen ilk elden o döneme dair karşıt tezler sıralamaları, üzerine "sorumluluk ve özür" inşa edilen hükmü tartışmalı hale getiriyor. Halbuki "acıya saygı"yı dillendiren bir metin, bu tartışmaları gereksiz kılabilirdi. İkincisi bu "Büyük Felaket", birçok başka felaketin yaşandığı bir dönemin parçası. Dünyanın hiçbir bölgesi, bizim yaşadığımız topraklara düşen acı ve gözyaşı yoğunluğunun yanına yaklaşamaz. Anayurtlarından sürülen her üç Çerkes'ten ikisinin yolda hayatını kaybettiği Çerkes muhacereti ile milyonlarca Müslüman'ın hayatına mal olan Balkan Felaketi, sadece yakın iki örnekten ibaret.Ulus devletler çağında, ulus devletler arasında tartışılan bir soruna taraf olmak ne ölçüde bir "vicdan" sorunu olarak kalabilir?

"Özür bildirisi" sonrasında zincirinden boşanan ırkçılık, maalesef getirmediğini gösteriyor. Bildiriyi kaleme alanların ve savunanların, bu bildiriyi gündeme getirmekteki amaçlarının tam tersi bir sonuç elde ettikleri ortada değil mi? Bu bildiri konusunda en yapıcı yaklaşımı sergileyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün sülalesinde Ermeni bulunmadığını açıklamaya zorlanması, hangi vicdanı tatmin etti? Hangi acıya saygı getirdi?

Acıya duyarsız kalmamak için biraz da emek harcamak lâzım. Hiç olmazsa Sivas Zaralı Kirkor Ceyhan'ı okuyup, bu topraklarda yaşayan Ermenilerin bu topraklara özgü kültürüne vakıf olmadan yine bu topraklara, yani bize ait acıları hissetmeden hüküm sahibi olmak kolay değil.

Doğrusu "özür" değil, "acıya saygı" olmalıydı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi