Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Her daim “ağla yüreğim” modundayız!

Her daim “ağla yüreğim” modundayız!

Bir yanımız “Küresel kriz” ise, öteki yanımız Gazze...
İçimiz-dışımız endişe, elem, sarsıntı!.. Enkaza döndük.
Önceki yıllarımız da bundan pek farklı değildi: Kimi zaman Kıbrıs’taki varlığımıza ağlamıştık, kimi zaman açlıktan ve yokluktan ölen Somalili çocuklarımıza...
Kimi zaman Kırım ya da Musul-Kerkük Türklerine, kimi zaman Afganistan işgaline, Gorazde katliamına, Irak’a, Kudüs’e...
Daha önceleri de kâh Balkanlar’da son verilen varlığımıza, kâh Allahüekber Dağları’ndaki buzullarda yahut Trablusgarp’ta, Necef çöllerinde şehit olmuş dedelerimize, gidip dönülmeyen Yemen’imize, Çanakkale’de, Sakarya’da dövüşen askerimize ağlamakla geçmişti.
Özet olarak söylemek gerekirse, tarihin labirentlerini geçerken o kadar üzüldük, o kadar yorulduk, o kadar ağladık, o kadar çok sevdiğimizi yüreğimize gömdük ki, yüreğimiz mezarlığa dönüştü.
Bir nevi biz de “Acıların çocuğu”yuz!
Dün ve bugün her şey yüreğimizi çözüp direncimizi kırmak üzere hazırlanmış sanki...
Bir yandan ideolojik devletin dayatmaları, bir yandan medyanın abuk sabuklukları, bir yandan sözde “sanat çevreleri”nin “sapma”ları... Falcıları, medyumları, üfürükçüleri, tükürükçüleriyle rayından çıkmış bir “sosyal yapı”nın tüm olumsuzları...
Bu çileler yetmez gibi, bir de “küresel kriz” ve de beterin beteri Gazze katliamı.
Olumsuzluklar her birimizi yüreğimizden vuruyor...
Üst üste vurgun yemiş dalgıçlar gibiyiz: Kendimizi bir türlü toparlayamıyoruz. Çünkü tam toparlarken, bir vurgun daha yiyoruz.
Son vurgun Gazze!
Sonra kimbilir neresi?..
Eğer bir imparatorluğun tam merkezinde oturuyorsanız, eski topraklarınızda cereyan eden her olumsuzluk yüreğinize düşer...
Her anlamda sarsılırsınız.
Çünkü siz, İsrail’in eski Başbakanlarından Bayan Golda Meir’in dediği gibi, “Bir çavuş, onbeş yeniçeri ile yüzyıllar boyu o topraklarda kurtla kuzuyu yürütme maharetini göstermiş Osmanlı Devleti”nin mirasçısısınız.
Osmanlı Devleti 20 milyon kilometrekare yüzölçümü olan koskoca bir coğrafya üzerinde onlarca farklı inancı, farklı dili, farklı kültürü ve farklı milliyeti ne birbirleriyle ne de kendisiyle çatıştırmadan asırlar boyu yönetmek gibi büyük bir maharet sergiledi...
Bunun sırrı, kendisini diğer insanlardan üstün tutmayan “âdil”, “eşitlikçi” ve “hoşgörülü” yönetim anlayışıydı...
Hz. Ömer, Sultan Selahaddin Eyyûbi ve Yavuz Sultan Selim sırasıyla Gazze’ye (Filistin’e) girdiler ve yüzyıllarca kaldılar.
Uyguladıkları yönetim anlayışı aynı idi...
Bu anlayışın temelinde “âdalet” vardı, “eşitlik” vardı, “hoşgörü” vardı...
Hz. Ömer, fethettiği Kudüs’ün papazlarının ısrarlarına rağmen, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği yerde yapılan “Kıyamet Kilisesi”nde namaz kılmıyor, “Benden sonra gelecek olan halifeler benim burada namaz kılmamı bahane edip çok kutsal saydığınız kilisenizi elinizden alabilirler” düşüncesiyle, namazını avluda kılıyordu.
Mehmed Âkif’in deyişiyle, “Şark’ın en sevgili Sultanı Selâhaddin”, aynı hassasiyeti gösteriyor, Filistin’den gitmek isteyen papazlara ve halka kolaylık sağlıyor, kalmak isteyenlere ise başta “inanç özgürlüğü” olmak üzere, her türlü özgürlüğü bahşediyordu.
Kendisini aynı sürecin devamı sayan Yavuz Sultan Selim, “Hadimul Haremeyn” (Kutsal yerlerin hizmetkârı) anlayışını Mescid-i Aksa’nın gölgesinde de sürdürüyor, seleflerinin duruşunu aynen devam ettiriyordu.
Müslüman hâkimiyetinde iken Kudüs ve Filistin hep özgür kaldı...
İsteyen istediğine inandı, dilediği gibi ibadet etti...
Kimse kimseyi aşağılamaya yeltenmedi, kendi ırkı konusunda “üstün ırk” iddiasında bulunmadı.
İşte bu yüzden Müslümanların hâkimiyeti döneminde Filistin’de, özellikle de dinlerin ve milliyetlerin harman olduğu Kudüs’te (ve tabii Gazze’de) Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Museviler huzur içinde yüzyıllarca yaşadılar... Komşuluk yaptılar... Ortaklıklar kurdular.
Aynı topraklar ne zaman Haçlıların ya da Yahudilerin eline geçtiyse yürekler kanamaya başladı. Haçlılar hâkimiyetinde Müslümanlarla Musevilerin canı yandı...
Yahudi hâkimiyetinde ise Müslümanlar ve Hıristiyanlar nefes alamaz oldular.
Tüm özgürlükler kısıtlandı...
Hâkim unsur, kendi dininden ve ırkından olmayanlara “köle” muamelesi çekti.
Dramatik olaylar, envai çeşit acılar yaşandı.
Ve yaşanıyor.
¥
Bugünkü dünyanın işte bu “fark”ı kavramaya ihtiyacı var...
Nereye kadar insanları döverek insanlara hükmedebilirsiniz ki?..
Nereye kadar korkutarak itaat altında tutabilirsiniz?
Zalimin zevali yakındır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi