Hezeyândan fayda dermek bâbında... Varan 2

Hezeyândan fayda dermek bâbında... Varan 2

Latince bir özdeyiş vardır: “In vino veritas” diye. Düz bir tercümeyle: “Hakikat şaraptadır” demek... Hemen Mü’min/Mü’mine Müslümanlar olarak telâşa kapılıp: “Tövbe! Hâşâ!” zırhını kuşanmaya gerek yok! Zira bu pek hikmetli söz, aslında/öz îtibâriyle şunu demektedir:
“Şarabın insan zihnine/aklına örttüğü alkol, dolayısıyla sarhoşluk perdesi, o insanın kendi üzerindeki kontrolünü kaybetmesine öylesine yol açar ki, o kişi artık hakîkî yüzünü/hakîkî düşüncelerini gizleyemez olur... Maskesi düşer, hakîkat ortaya çıkar!”
Malûm, bizde de aynı mânâya gelen: “Takke düştü, kel göründü!” diye bir deyiş vardır. Peki neden bizim bu masûm deyişimizi kullanmak yerine bu Latin özdeyişini kullanmayı tercih ettim?
önce zihnin/aklın ve düşünme melekelerinin, sonra da en geniş mânâda nefs kontrolünün tamamen elden çıkması demek olan ve adına “sarhoşluk” denen son derece tehlikeli, ama bir o kadar da utanç verici/insanı rezîl-rüsvay edici hâle atıfta bulunduğu için!
Malûm, âlemlerin Rabbi Yüce Allah, azze ve celle, Mü’min/Mü’mine Müslüman yani bir başka deyişle akl-ı selîm, vicdan ve edeb/ahlâk sahibi kullarına yalnızca alkollü içki içmeyi değil, zihnin/aklın ve düşünme melekelerinin, sonra da en geniş mânâda nefs kontrolünün tamamen elden çıkmasına yol açan, bilâ istisnâ herşeyi haram kılmıştır!
Dolayısıyla öfkeyi ve kini/nefreti de zihnin/aklın ve düşünme melekelerinin, sonra da en geniş mânâda nefs kontrolünün tamamen elden çıkmasına yol açacak seviyeye tırmandırmak da haramdır Mü’min/Mü’mine Müslüman için!
Haramlara en büyük titizliği göstererek riâyet etmemek, insanı yalnızca günahkâr/mücrîm kılmakla kalmaz, aynı zamanda rezîl-rüsvay eder.
Sayın bay Deniz Baykal dün öylesine düşmüş ki -kanaat-i âcizâneme göre, kökünde yalnızca bütün ihtirâsına rağmen bunca yıldır bir türlü muktedir olamama yatan- zıvanadan çıkmış bir öfkenin “sarhoş”luğuna, her zaman ustaca gizlemeye çalıştığı “çifte standardlı dünya görüşü” apaçık ortaya çıkıverdi!
Şöyle haykırıyor sayın bay Deniz Baykal kürsüden:
“Nedir bu türban? 50 yıl önce türban var mıydı? 50 yıl önce insanlar Müslüman değil miydi? Yani İslâmiyet’in ayrılmaz parçası olarak sanki, takdim edilmek istenen türban, gerçekten İslâmiyet’in ayrılmaz parçasıysa, 40-50 yıl önce Müslüman olanlar, bunun farkında değil miydi? İslâmiyet yeniden mi yorumlandı? Yeni peygamber mi geldi?”
Breh, breh, breh!
Bu cümleleri aslında tek tek tahlîl etmek gerekir...
Ama asıl değinmek istediğim sayın bay Baykal’ın şu evlere şenlik tesbîti:
“Bu düzenleme, sadece üniversitelerde değil, tüm resmi eğitim sistemi içinde türban denilen, geleneklerimizin parçası olmayan, dışarıdan dayatılmış olan ithal kıyafetin, devlet sisteminin içine doğru gelişmesinin önünü açmıştır. Anadolu’daki kadınlarımızın yaşmağı, başörtüsü değildir. Gelen, Arap-Vahabi, Abbasi-Emevi İslâm yorumunun Anadolu halkına dayatıldığı bir yabancı üniformadır!”
Bir ân için durup, seksen küsûr yıl öncesine gidelim ve bir muhalif önderin, TBMM çatısı altında, kürsüden, ateş püskürerek, tehdîd eder bir edâ içinde şu cümleleri sarf ettiğini düşünelim:
“Şapka ve kravat, geleneklerimizin parçası olmayan, dışarıdan dayatılmış ithâl bir kıyafetin, ğayr-i Müslîm dünyânın simgeleridir! Şapka Anadolu’daki erkeklerimizin serpûşu olmadığı gibi, kravatın da geleneğimizde yeri yoktur! Gerek Batı tarzı kılık kıyâfet, gerekse onun mütemmim cüzleri olan şapka ve kravat, Anadolu halkına dayatılmaya çalışılan, üstelik âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, dîni İslâm’a kökten ve ilkesel olarak karşı olan, Mü’min/Mü’mine Müslümanlara etmediği eziyeti bırakmayan, kanlarını döken, aralarına fitne-fesâd sokan Yahûdî-Hristiyan Batı dünyasından taklîden alınmış bir yabancı üniformadır!”
Ne olurdu sizce?
Fazla düşünmeye gerek yok!
Yakın tarihimiz bu konuda “insan hakları ve demokrasi”, dahası “insanlık” açısından dehşet ve utanç verici örneklerle dolup taşmaktadır!
Sayın bay Baykal, “şecaat arz edeyim derken sirkatini fâş etme” durumuna düşmüştür – hem de hiç farkına varmadan!
Bismillâhirrahmânirrahîm... Ama âyetlerimizi yalanlamaya şartlanmış olan kimselere gelince; Biz onları, ne olup bittiğini fark etmeyecekleri şekilde adım adım alçaltacağız/derece derece düşüşe yuvarlayacağız. (7:182)
Ama işin en güzel kısmını, araya yeni birşeyler girmeyecek olursa tabiî, bundan sonraki yazıma saklıyorum, inşaallah!
Müteyakkız olalım, müteyakkız kalalım!


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi