Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Farklı bir mahkeme

Farklı bir mahkeme

Ergenekon duruşmalarını izlemekten yorulanlar için farklı bir mahkeme safahatı sunuyorum. Bazılarımıza çok ilginç gelebilir.
-
Mahkeme salonu gün ortası tenhalığındaydı. İlginç bir dava olmadığı için salonda fazla seyirci yoktu. Davalı ve davacı yerinde ise yaşlı bir kadınla bir erkek oturuyordu.
Gencecik hâkim salona girince ikisi de zar zor ayağa kalktı. Hâkim, yerine oturdu. Önündeki dosyaya bir göz attıktan sonra, yüzünü buruşturup içinden söylendi: “Al bir boşanma davası daha!”
Davacı ile davalıya bakınca, şaşırdı. İkisi de yetmişini aşkın görünüyordu.
“Sekseninde filan olmalılar” diye düşündü, “Bu yaştan sonra da boşanma davası açılır mı? Neyse barıştırıp davayı düşürürüz.”
Yaşlı çifti barıştıracağından emin olarak sesini yükseltti:
“Anlat bakalım nine, dededen neden boşanmak istiyorsun?”
Yaşlı kadının gözleri doluydu. Kırpıştıra kırpıştıra torunu yaşındaki hâkime baktı. Ve inim inim bir sesle anlatmaya başladı:
“Elli yıl kadar önce evlendik. Evlendiğimiz yıl kocam olacak adam bana bir buket sedef çiçeği verdi...”
Genç hâkim “çok güzel bir olay” demeye hazırlanırken, yaşlı kadın yaşlı adama bakarak söylendi: “Kendisi o kadar duyarsızdır ki, eminim bunu hatırlamayacaktır.”
Tekrar genç hâkime döndü: “Sedef çiçeği yapraklarını saksıya ektim. Bunlarla yeni sedef çiçekleri ürettim. Bir zaman sonra salonum çiçek bahçesine döndü. Hepsini çok seviyordum. Çünkü hepsinin özünde bir zamanlar kocamın bana armağan ettiği sedef çiçeği yaşıyordu.”
Derin bir nefes aldıktan sonra devam etti: “Çiçeklerime bu kadar düşkün olmamı yadırgayabilirsiniz. Ama ne yapayım, çocuğumuz olmadığı için bütün sevgimi onlara vermiştim...”
Derin derin öksürdü: “Bir gün baktım bütün sedef çiçeklerim ölüyor. Kocam askerliğini bahçıvan olarak yaptığı için, neden öldüklerini sordum. Bana dedi ki, fesleğenler gündüz sulandığında ölürmüş, gece yarısı sonrasında sulamak lâzımmış. Bunu duymamla, her gece kalkıp çiçeklerimi sulamaya başladım.”
Yaşlı kadın derinden bir iç çekti, bu defa hâkime bakmamaya çalışarak konuşmasını sürdürdü: “Hastalıkta-sağlıkta, soğukta-sıcakta tam elli yıl boyunca her gece yatağımdan kalkıp sedef çiçeklerimi suladım. Şu benim boşanmak istediğim adam, bir sabah da ben kalkayım demedi. Hiçbir yardımını görmedim.”
“Peki, boşanmak için bunca sene neden bekledin nine?” diye sordu gencecik hâkim, “Üç sene, beş sene, baktın kafana göre değil, o zaman boşansaydın ya...”
“Ailenin kutsal olduğunu öğrettiler bize evlâdım, zırt-pırt boşanma olmaz. Bıçağın kemiğe dayanması lâzım...”
“Anladım” derken gülümsedi hâkim, “Bıçak ne zaman kemiğe dayandı?”
“Birkaç gün önce” diye soruya cevap verdi yaşlı kadın, “Yorgunluktan, belki de yaşlılıktan o sabah uyuyakalmışım. Çiçeklerime su veremedim. Yavrucaklar susuzluktan öldüler. Kuruyuverdiler.”
Yine derin derin iç çekti, kocasına bir göz attı, sonra tekrar hâkime döndü: “Hiç olmazsa tek bir gece yardım etseydi. Ama etmedi. Onun yüzünden yavrucağımı kaybettim. Böyle bir adamla artık bir dakika bile evli kalamam hâkim evlâdım, lütfen bizi boşa. Onsuz daha huzurlu yaşayacağıma eminim.”
Kadın sustu. Gözlerini sildi. Gencecik hâkim yaşlı adama çevirdi gözlerini:
“Eşini duydun” diye konuştu, “Söyleyeceğin bir şey var mı?”
“Var” dedi yaşlı adam, karısı tarafından ağır şekilde suçlandığı için önüne bakarak, “Ancak nereden başlayacağımı bilemiyorum.”
“Ta başından başla” dedi hâkim, “En başından.”
“Tamam” dedi yaşlı adam. Ve hikâyesini anlatmaya başladı:
“Askerliğimi reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptığım sırada tanıdım karımı: Fesleğenlerle, krizantemlerle, açelyalar ve sedef çiçekleriyle birlikte... Birbirimizi ölümüne sevdik. Ona en güzel çiçeklerden buketler yaptım. Sonra evlendik. Evliliğimizin ilk yıllarında boyun ağrısı çektiği için doktora götürmüştüm. Doktor boyun kireçlenmesi teşhisi koydu. Uzun süre yatakta kalırsa boynundaki kireçlenmenin artacağını, bu sebeple her gece kalkıp gezinmesi gerektiğini söyledi. ‘Her gece en az bir kere yataktan kalkıp dolaşsın’ dedi. Fakat eşim doktoru dinlemedi. Bu konuda beni de dinlemedi. Aramızda bu tartışma sürerken sedef çiçeklerinden en gösterişlileri kurumaya yüz tutmaz mı, hemen aklıma bir cinlik geldi: Gece yarısı sularsa yeniden yeşereceğini söyledim. Çiçeklerini o kadar çok seviyordu ki her gece sulayacağını biliyordum. Ancak uykusu ağırdır karımın. Bunun da bir yolunu buldum. Ne yaptım ettim, onu her gece uyandırdım. Ve sevdiğim kadını, evladı gibi sevdiği çiçeklerini sularken, her gece gizlice seyrettim. Ama geçen gece, yaşlılık işte, uyanamamışım. Uyanamayınca karımı da uyandıramadım. Çiçek susuz kaldı. Bu yüzden suçluyor ve benden boşanmak istiyor. İnsafınıza havale ediyorum, hâkim oğlum.”
Ne dersiniz sevgili dostlarım, belki de hayat görüldüğü, yahut sanıldığı gibi değildir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi