Muhsin Bey'in ardından, öğretilen kindarlık ve “özcülük” sor

Muhsin Bey'in ardından, öğretilen kindarlık ve “özcülük” sor

Belli insanlar hakkındaki algılarımız, mutlaka o insanlarla ilgili geçmiş deneyimlerimizden etkilenir. Hiç kimseyi önceden hakkında sahip olduğumuz kanaatlerimizden bağımsız bir biçimde algılayıp karşılayamıyoruz. Hatta hiç tanımadığımız insanları bile ilk karşılaşmamızda tanıdığımız ve bir tecrübemizin bulunduğu insanlara benzeterek haklarında bir ön-kanaat sergilemekten genellikle kaçınamıyoruz. İnsan bilincinin malul olduğu bir özelliktir bu: Tipolojiler yaparak, tipolojileri çalıştırarak çalışır insan zihni.

Oysa yeni tanıştığımız insanları önceden bildiğimiz insanlara benzer yanları dolayısıyla aynı kefeye koyup değerlendirmekle yetindiğimizde insan olma vasfımızı çalıştırmaya da gerek duymamış oluyoruz. Çünkü insan olmak, her şeyden önce yeni, alabildiğine yeni insanları tanımaya, yeni tecrübelere girmeye de açık olmak anlamına gelir. İnsan olmak yeniyle ünsiyete açık olmanın ta kendisidir, bu açıklık hem "öteki"yi kendi ötekiliği içinde gören gözün ferasetinde hem de, dolayısıyla, kendi tutumlarının bir kalıpta donup kalmayacak şekilde her an bir değişime de açık olmasında kendini ifade eder.

Al-i İmran suresinde geçen "Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Sizler birbirinizin düşmanları iken O, sizin kalplerinizde bir uzlaştırma meydana getirdi ve O'nun nimeti sayesinde uyanıp kardeş oldunuz" ayet-i kerimesi üzerinde hiç düşündünüz mü? Bu ifadeler Müslümanın düşmanına bile "özde" bir düşmanlık besleyemeyeceğini, düşmanlığın insanın sadece isterse değiştirebileceği tavrına karşı olduğunu, bu tavrı değiştiren düşmanla kardeş bile olunabileceğini, üstelik düşmanın kardeş haline gelmesinin şükredilecek bir nimet olduğunu öğretir.

Dahası, bir kavme olan öfkenin o kavme karşı adaletsizliğe sevk etmemesi gerektiğini idrak eden bir kalbin insanlara karşı genellemeci, toptancı, özcü ve ırkçı bir tutum içinde olması mümkün değildir.

Bana göre siyasallığın kalitesi de ancak bu düsturun yeterince idrak edilmesiyle temin edilebilir. Dünyanın donuk bir resim olmadığını, hayat denilen canlı, dinamik bir sürece tabi olduğunu anlamak ve değişen dünya karşısında kendi duygularını, düşüncelerini, tutumlarını da sağlıklı bir biçimde uyarlayabilmek, sağlıklı siyasetin psikolojik, epistemolojik ve teorik temeli bundan başka ne olabilir?

Muhsin Yazıcıoğlu'nun vefatının ardından özellikle bazı internet siteleri ve bloglarında yazılanlara ve söylenenlere bakıldığında siyasetin bu temelinin ne kadar zayıf olduğunu bir kez daha hayretle ve esefle müşahede ettik.

12 Eylül sonrası, hapishanede, işkenceli ve zor yıllardan geçmiştir Muhsin bey. Bu yıllarda kendisi de dâhil olmak üzere bütün ülke insanlarının nasıl bir tezgâha getirilmiş olduğunu çok iyi görmüş, dünyayı paylaşamadığı solcularla iki buçuk metrekarelik bir alanı paylaşarak kader ortağı olabilmenin dersini almıştır. Hapisten çıktıktan sonra bu dersi çok iyi aldığını her bakımdan kanıtlamış, darbelere karşı alabildiğine asil bir direniş ve muhalefet sergilemiş, devlet ve ırk yerine milleti baz alan bir milliyetçilik arayışına girişmiş, kendi parti örgütünün 12 Eylül öncesindeki gibi kullanılmasına karşı alabildiğine duyarlı ve tedbirli davranmış, belki bundan dolayı ölümünü getiren saldırıların hedefi de olmuştu.

Onun değişimi ve siyasete kattığı kalite milyonlarca insanın şahit olduğu bir şeydi. Ama yaşadığı değişimin yine de ikna edemediği insanlar var. Bunlar Muhsin beyi hâlâ Kahramanmaraş ve 12 Eylül öncesi sağ-sol kavgası içindeki hâliyle hatırlıyor, hâlâ hafızalarına kazınmış o donuk resimde tutmaya çalışıyorlar.

Oysa Maraş'taki rolü konusunda da sadece söylentiler vardır ve sağ-sol çatışmasının her iki tarafı aynı şekilde kullanılmıştır, ama bu resimden Muhsin bey sonradan ne yapmış ve ne olmuş olursa olsun "ebedî faşist" yaftasını taşımaktan kurtulamayacaktır.

Muhsin bey hakkında yazılanlara hakim olan bu sol jargona bakıldığında Türkiye'de solun neden siyasallığa bu kadar yabancı kalabildiğini anlamak zor olmuyor. Kuşkusuz sol adına genellemeci ve tüketici bir yargıda bulunamayız, ancak Muhsin bey örneğinde sadece bir kez daha sergilenen son derece ağır bir "özcülük" sorunu vardır. İflah olmaz bir kindarlık ve nefretle insanlara hiçbir değişme şansı tanımayan, "faşistlik", "gericilik" gibi yaftaları insanın sabit özellikleri olarak kodlayan bu yaklaşımın siyasallıktan fersah fersah uzak ve uzaklaştırıcı olduğunu söylemeye gerek bile yok.

Ancak bir şeyi her zaman ve her fırsatta söylemeye devam etmek gerek: İdeolojik olarak öğretilen ve paylaşılan kindarlık ve nefretten insana yakışır bir vasıf çıkmayacağı gibi sol bir değer de çıkmaz.

İnsana bazı yaftaları sabit ırksal özellikler gibi yapıştırmanın insan olma vasfından, insanın siyasal tabiatından çok şey alıp götürdüğü ise gün gibi açıktır. Çünkü insan olmak yeniyle ünsiyete açık olmanın ta kendisidir.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi