Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Kendi soyuna ihanet!

Kendi soyuna ihanet!

önce tarihimizden bir tevatür…
Günlerden bir gün Yavuz Sultan Selim, çarşı-pazarı denetlemek maksadıyla tebdil (tanınmayacak şekilde kıyafet değiştirip) çıkmış…
Fiyatlara baka baka, esnafla konuşa konuşa Kuşlar çarşısı'nı girmiş. Avcılar ve tuzakçılar avladıkları kuşları önce güzelce eğitiyor, sonra da getirip bu pazarda satıyorlarmış.
Bir ara gözleri kekliklere takılmış. Fiyatlarına bakmış ve hayretler içinde kalmış: Bir grup kekliğin üzerindeki etikette, “tanesi 1 altın” yazarken, kenardaki altın kafesin içindeki kekliğin üzerinde “fiyatı 300 altın” yazıyormuş.
"Ne iştir?.." diye sormuş satıcıya, "bu kekliğin diğerlerinden ne farkı var ki, diğerleri 1 altın, buna ise 300 altın istiyorsun? Sen ümmete hile mi yapıyorsun?"
Satıcı, “Selim Han’ın memleketinde hile yapmaya kimse cesaret edemez” diye konuşmuş, “ancak bu keklik diğerlerinden çok farklı.”
Ve başlamış anlatmaya: “Bu çok özel bir kekliktir. O kadar güzel öter ki, ötüşünü duyan bütün keklikler etrafına doluşurlar. Tabii avcılar da rahatça keklikleri avlarlar."
Yavuz Padişah elini kuşağına atıp bir kese çıkarmış ve kuşçuya uzatmış: "Bu kekliği alıyorum.”
Kuşçu sevinç içinde keseyi alıp kuşağının arasına yerleştirdikten sonra, maharetli kekliği kafesiyle birlikte Yavuz Padişah’a uzatmış: “Buyurun beyzadem, size iyi avlanmalar diliyorum.”
Yavuz Sultan Selim, kafesi aldığı gibi, yanında sivil kıyafetle dolaşan Bostancıbaşı’ya uzatmış:
“Vur kekliğin kellesini…”
Fermanı alan Bostancıbaşı, anında kekliğin başını gövdesinden ayırmış. Kuşçu hayretler içinde sormuş avcı sandığı Padişah’a: "Bre ne iştir! Onca paraya kıyıp kuşu aldınız, sonra da boynunu vurdunuz?”
Yavuz Padişah, pala bıyıklarını çekiştire çekiştire cevap vermiş kuşçuya:
“Kendi soyuna ihanet edenden hayır gelmez!”
Yine de tarih kitapları, kendi soyuna ihanet eden insanların ibretli hikâyeleriyle doludur, sevgili dostlarım…
Aslında “farklı”lıkları hazmedemeyen insanların “farklı” insanları yok etmeye çalıştıkları dönemleri “faşizm” ve “komünizm”le birlikte geride bıraktığımızı düşünürdük.
Geride kalmış bile olsa, zaman zaman hortlaması engellenemiyor işte. Engellenemiyor ve aslı “siyaset” tartışması olan bir “kıyafet” tartışması, bir kez daha, tüm yakıcılığıyla gündemimize giriyor: “Benim gibi giyinmeyen ölsün!”
Zihinler “cahiliye devri”ne (kızların diri diri toprağa gömüldüğü Peygamber-i âlişan öncesine) döndü: Tek fark, tüm kızların değil, sadece başörtülü olanların gömülmesi!
Biz demokratlar ise, bu “kördövüşü”ne akıl-mantık çerçeveli cevaplar vermeye çalışıyoruz. Hukuku bir kenara atanlara “hukuk çerçevesi”nden, kendi kıyafeti, siyaseti, fikriyatı dışındakilere özgürlük tanımayanlara, “kişisel hak ve özgürlükler”den, bürokratik diktatörlüğü halk egemenliğine tercih edenlere “demokrasi”den söz ediyoruz…
“Türban isyanı”na (Meclisten benim düşünceme aykırı olarak çıkacak kanunları tanımayacağım demek isyandır) akıl-mantık çerçeveli yaklaşımlarda bulunuyoruz…
Oysa bu işin içinde her nasılsa kalmış olan mantık kırıntıları da Deniz Baykal’ın ve rektörlerin çıkışlarıyla tarumar oldu.
“Kelime-i şahadetin yerini türban aldı” diye hüküm vermenin akılla-mantıkla ilişkisi ne?
“Türban gelirse laiklik gider” anlayışının akılla-mantıkla, bilimle ilgisi ne?
Yapılan işin adı, bürokratik diktatörlüğü halkın iradesinin üzerinde tutmak suretiyle iktidara tutunmaktır.
Halkın bunca yıl sonra nihayet gerçek anlamda iktidara gelmeye ve egemenlik hakkını ellerine almaya başladığını görüyorlar. Bu yüzden hakla, hukukla, mantıkla ilgilenmiyorlar. İlimle, insafla, izanla, akılla yaklaşılması gereken sosyal bir konuya, yine bu yüzden savaş mantığıyla yaklaşıyorlar.
Belli ki jakoben azınlık, 1950’den beri CHP zihniyetini iktidara getirmeyen milletten intikam almaya çalışıyor! Aynısını 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat müdahalelerinde de yapmışlardı.
Hatırlayın: 28 Şubat süreci öncesinde askerin verdiği brifinglere katılan savcıların, hâkimlerin, rektörlerin, dekanların, öğretim üyelerinin, politikacıların, gazetecilerin vesairelerin niyeti hukukun üstünlüğünü mü savunmaktı, yoksa halkın oylarıyla iktidar olmuş siyasi kadroların yerlerine mi oturmaktı?
Millet bu zihniyeti istemiyor. üstelik her seçimde isteksizliğini artırıyor.
Yani bu zihniyetin halkla barışıp halkı yönetmek gibi bir umudu artık kalmadı. Tek çare, milletin tepesine inmek!..
Dellenmeleri bundandır… Babalanmaları bundandır… Heyheylenmeleri bundandır… Bağırıp çığırmaları, “istemezüüüük” çığlıkları atmaları bundandır.
Bu zihniyet, halka tepeden bakacak, halkı aşağılayacak, halkın iradesine el koyacak fırsatı nihayet yakaladığını zannediyor…
Bu yüzden bastırdıkça bastırıyor…
Bu çılgın yönelişin birilerini ayağa kaldıracağını ve milletin oylarıyla gelinen makamlara kendilerini getireceğini, ülkeye kendi zihniyetlerini hâkim kılacağını zannediyorlar.
Her zaman olduğu gibi yine aldanıyorlar.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi