Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Devletin uykusu gelirse ne yapar?

Devletin uykusu gelirse ne yapar?

İstanbul’da kenar semtlerden birinde oturan yaşlı bir kadın (hiçbir kadın ihtiyarlamaz, sadece yaşlanırlar) devrin Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın huzuruna çıkmak için Zülüflü Baltacılara dakikalarca dil döküyor, ama razı edemiyor. “Padişahla görüşülmez, derdini bize söyle” diyorlar.
Sonunda müthiş kızıyor ve kötü kötü beddua etmeye başlıyor. Yaşlı kadınla başa çıkamayan Zülüflü Baltacıların komutanı durumu üst komutanına bildiriyor:
“Kapıda yaşlı bir kadın var, canımıza okuyor.”
“Ne istiyor peki?”
“Hünkârla görüşmek…”
Komutan gülüyor: “Hadi bre, aklını yemiş o. Bunca senenin Baltacıbaşısıyım, Padişah Efendimizi üç-beş kere görmüşlüğüm ya var, ya yoktur. Onu da yüzüne bakamadım. Sokakta görsem tanımam…”
Sonra emrediyor: “Bana getirin.” Kadını getiriyorlar. “Derdini bana söyle” diye dil döküyor komutan, “sırayı bozmak olmaz. Sen bana diyeceksin, ben komutanıma diyeceğim, o komutanına diyecek.” Derin bir nefes çektikten sonra devam ediyor: “Komutan birinci vezire, birinci vezir ikinci vezire, ikinci vezir üçüncü vezire, üçüncü vezir münasıp görürse Vezir-i âzama haber verecek. Vezir-i âzam da eğer müşkilini halledemezse, Padişahımıza arz eyleyecek...”
Takkesini kafasından alıp asker başlığı giydikten sonra, yaşlı kadına bakıyor: “Sen şimdi bu koca merdiveni basamak basamak çıkmayayım, alsın beni bir Zümrüd-ü Anka kuşu, en tepeye kondursun demektesin. Olacak iş midir?”
Duyduklarından bir şeycikler anlayamayan kenar semtin yaşlı kadını, öfkeyle belediği gözlerini komutana kilitliyor: “Bana bak akılsız! Ben tumturaklı saray dilini bilmem. Bildiğim şu ki, onca perdeyi geçene kadar benim canım çıkar. Şurada kaç günlük ömrüm kaldı ki zaten... Ben lamı cimi yok Padişahla görüşeceğim.”
Çaresiz kalan kumandan: “Bari birkaç kademe atlayalım” diye düşünüyor, emir bekleyen baltacılarına dönüyor: “Destur isteyip müsaitçe ise üçüncü vezir hazretlerine götüresuz. Yaşlıcadur kırmak olmaz.”
Bu kez yaşlı kadını üçüncü vezire götürüyorlar. Vezir derdini dinlemek istiyor, ancak kadın ona da yüz vermiyor: “Ben illa ki Padişahla görüşmek isterim. Derdimi ancak ona söyleyeceğim.”
Kadın ortalığı velveleye verince, çaresiz durumu Sadrazam’a bildiriyorlar: “Böyle iken böyle Koca Sadrazam, yaşlı kadına laf anlatamıyor, söz dinletemiyoruz. Nuh diyor, peygamber diyor, amma velâkin derdini demiyor. İlla da Hünkârla görüşeceğim diye tutturdu gidiyor.”
Sadrazam, “Ben ikna ederim, ne de olsa padişah yarısı sayılırım” diye düşünmüş olmalı ki, kadının huzuruna getirilmesini emrediyor.
Yaşlı kadın ak sakallı Sadrazam’ı görünce, yekten gürlüyor: “Padişah sen misun?”
“Yok diyor Sadrazam, bir yandan da ‘lahavle’ çekerek; “Padişah Efendimiz devlet işlerinden yorgun düşmüşler, istirahat buyuruyorlar. Derdini dinlemeye beni memur etti.”
Yaşlı kadın dişi kaplan gibi kükrüyor: “Olmaaaz! İlle de Padişah gelmeli.”
Öylesine avaz avaz bağırıyor ki, sesini, yedi kat kapının arkasında çalışan Padişah’a bile ulaştırıyor. “Bu hal ne haldür?” diye soruyor çevresine. Öğrenmeye seğirtiyorlar. Durum açıklığa kavuştuğunda ise Padişah’a arz ediyorlar: “Yaşlı bir kadıncağız illa da sizinle görüşmek istiyor, görüşemeyeceği söylendiği için de ortalığı velveleye boğuyor. Emrederseniz defedelim.”
“Sakın” diyor Padişah, “Buralara kadar gelip sesini Padişah’a bile ulaştırmayı başaran kadın yaman olmalı. Huzura alın!.” Kadını alıp geliyorlar. “Padişah sen misin?” diye soruyor kadın Kanuni’ye, hesap sorar gibi. “Beli, Padişah menem.”
“O zaman dinle ey Padişah!. Dün gece, evim soyuldu. Neyim var neyim yok çalındı.”
“Karakolhaneye şikâyete gitseydin yahut Kadı Efendi’ye. Neden bana geldin?”
Kadın hâlâ öfkeli gözlerle Kanuni’ye bakıyor: “Çünkü balık baştan kokar. Sana geldim ki, hal-i ahvali bilesin.”
“Peki hırsızları gördün mü?”
“Görmedim, uyuyordum.”
“Tıkırtıları da mı duymadın?”
“Uyuyordum dedim ya, duymadım.”
“Be hey kadın, bu ne derin uykudur?”
Yaşlı kadın dik dik Padişah’a bakıyor: “Yaşlılık uykusu Padişahım. Ne bileyim, sizi ve devletinizi uyanık zannettiğimden mışıl mışıl uyumuşum. Geldim gördüm ki, gaflet uykusundasınız. Gayri damla uyku girmez gözüme! Artık uyuyamam!”
Padişah donup kaldı, yaşlı kadın feracesini savura savura çıktı gitti.

998’e kadar ordunun silahları muayyen merkezlerde toprağa gömülü halde imiş… Ama bundan ne Cumhurbaşkanlarının ne Başbakanların, ne de bakanların haberi vardı!
Ergenekon Çetesi yılların meselesi: Bundan da devletin haberi yoktu!
Sivil irade Ali Kalkancı, Fadime ve Müslüm’ün aniden nasıl ortaya çıktıklarını, sonra aniden nasıl ortadan kaybolduklarını bilmiyor…
35 senedir PKK terörü sürüyor. Her “Sildik süpürdük!.. mahvettik!.. çökerttik!.. belini kırdık!.. çözüldü!.. kaçıyorlar!.. teslim oluyorlar” haberlerinden sonra, daha büyük ve yaralayıcı bir eylem ortaya koyuyorlar. Gazeteler çığlık çığlığa: “On şehit daha!”
Hikmet Sami Türk’e yönelik suikastta kullanılan “canlı bomba” patlasaydı, ne olurdu hiç düşündünüz mü?
Uyuyabilirseniz uyuyun artık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi