Büyükanıt’a Noter muamelesi ve Kutlu Doğum

Büyükanıt’a Noter muamelesi ve Kutlu Doğum

Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Kanal D’deki açıklamaları, altına imza attığı 27 Nisan Bildirisi’ne dair spekülasyonları yeniden gündeme getirdi. Hürriyet, Metehan Demir imzası ve ‘27 Nisan’ın şifreleri’ başlığı altında yayınladığı haberle, tartışmalara yeni bir pencere açtı.

Haberin kurgusu özetle şöyle: Yaşar Büyükanıt, Kutlu Doğum Haftası nedeniyle dini içerikli toplantılarda çocukların kullanılmasına fena halde içerliyor, bu tepkisi 27 Nisan gecesi bildiriye dönüşüyor.

Ayrıca o gün, Genelkurmay karargahında olağanüstü bir toplantı yapılmıyor, normal mesaiden sonra Büyükanıt, 18.45’de karargahtan ayrılıyor, bildiriyi evde bizzat kendi kalem alıyor, sonra kurye aracılığıyla yayınlanmak üzere karargaha gönderiyor.

Metinde herhangi bir düzeltme yapılmıyor, Demir’in ifadesiyle ‘ufak tefek noktalama ve harf hataları’ düzeltiliyor. Ardından internette saat 23.17’de servise konuyor. Kendi ise saat 22.00 sularında başbakana yakın iki isimle yemekteyken haberdar oluyor, misafirleri tesadüfen öğrendiği bu bilgiyi başbakana iletiyor.

Sevgili Metehan haberi bu şekilde oluştururken, bilgileri olaya tanık olan komutanlar üzerinden aktardığına dikkat çekiyor. Haddim değil ama Metehan’ın haber kaynaklarını yeniden gözden geçirmesinde fayda olduğunu düşünüyorum.

Önce o günün sıcak gündemini hatırlayalım; 27 Nisan’da Cumhurbaşkanlığı seçimi ilk tur oylaması yapıldı, 361 milletvekili oylamaya katıldı, Abdullah Gül’e 357 oy çıkarken, 3 vekil geçersiz 1 vekil de boş oy kullandı. Oylamanın hemen ardından akşam saatlerinde CHP, katılımın 367 olması gerektiğini iddia ederek yürütmenin durdurulması için Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulundu.

Aynı saatlerde Genelkurmay hareketliydi. Mazereti olan bir iki kişi hariç tüm orgeneraller Genelkurmay’daydı. Cumhurbaşkanlığı seçimini tartıştılar. O gün Genelkurmay’a gizlice girdikleri tespit edilen iki gazeteci vardı. Biri temsilci, diğeri akademik yönü ön planda olan isimdi.

Bize bilgi verenler, Metehan’ın aksine, Büyükanıt’ın bu bildiriye karşı olduğunu, yoğun baskı altında kerhen bildiriye evet dediğini iddia ettiler. O nedenle Genelkurmay’daki toplantıyı erken terk ederek evine gittiğini, kurye aracılığıyla kendine gönderilen metnin son halini gördükten sonra yayınına izin verdiğini söylediler.

Elbette bu söylenenleri ispat etmem şimdilik mümkün değil. Ama kesin olarak bildiğim şudur; Başbakan Erdoğan, Metehan’ın telefonu çaldığında yanında bulunan Ömer Çelik’ten değil daha önce başka bir kaynaktan bildiri hazırlığını öğrendi. Ayrıca, öncesinde akredite tüm gazetelerin savunma muhabirlerine Genelkurmay’dan bilgi verildi, Sabah’ın savunma muhabiri olmadığı için Metehan’a ulaşmak isteyenler bir başka savunma muhabirinden telefonunu alarak hazırlık hakkında bilgilendirdiler.

Bir an için Hürriyet’teki haberi esas alacak olursak; Büyükanıt’ın eve gittikten sonra birikime dayalı öfke patlaması sonucu bildiri hazırladığı, yayınlanmak üzere karargaha gönderdiği, oradaki komutanların noktalama ve harf hatalarını düzelttikten sonra servise koyduğu iddiası, ne ölçüde inandırıcıdır?

Emir komuta hiyerarşisi içinde Genelkurmay Başkanı’nın hazırladığı metnin noktasına bile dokunmak kimin haddinedir? Muhtıra gibi açıklama televizyon izlerken ‘canım sıkıldı’ denilerek yazılır mı? Büyükanıt’ın TV izlerken bildiri hazırlayacağını umarak karargahta onca general bekler mi? Normal mesai, toplu halde mi yapılır?

Anlaşılan, gerçeklerin tüm çıplaklığıyla gün ışığına çıkması için biraz daha beklemek zorundayız.


Türk, Üskül’ü tehdit mi etti?

TBMM İnsan Hakları Komisyonu, geçen hafta, Mardin katliamıyla ilgili iddiaları incelemek üzere alt komisyon kurdu. Üyeler oylamayla seçildi. DTP’li hiçbir üyenin komisyona seçilememesi, tartışma konusu oldu.

En sert tepki, komisyona katılmak isteyen ancak oylamayı kaybeden DTP Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’dan geldi. Oylama öncesi ve sonrası Komisyon Başkanı Zafer Üskül ile Birdal arasında sert tartışmalar yaşandı.

İddia o ki, Birdal, salondan ayrılırken ‘aşağılık adam’ diye bağırdı. Bu küfrün kendine söylendiğini düşünen Üskül, bazı tanıkların imzasıyla olay hakkında tutanak düzenledi.

Bir süre sonra Üskül’ü DTP Genel Başkanı Ahmet Türk aradı. Türk sitemkardı: ‘Mardin’deki inceleme için partimizden hiçbir milletvekilinin komisyona alınmaması demokratik bir tavır değildir.’

Türk’ün konuşmanın ilerleyen bölümünde Üskül’e ‘Bizden üye seçmeniz için illa orayı basmamız mı gerekiyor?’ diyerek tehdit ettiği söylentisi, meclis kulislerinde günün konusu oldu.

Ahmet Türk’ü aradım. Dönmedi.

Ancak bu konuşmanın hemen ardından Mersin’e hareket eden Üskül’ün koruma talep etmesi, söylentiye ayrı bir boyut kazandırdı. Geçen hafta sonunu Mersin’de koruma eşliğinde geçiren Üskül, daimi koruma almayı düşünüyormuş.

Hadise gerçekten böyleyse, çok vahim. Hem Üskül’ün hem Türk’ün kamuoyuna açıklama mecburiyeti vardır.

Buyurun...


Yeşil’i toz ederdim

Yeşil kitabının yankıları sürüyor. Kitapta eroin kaçakçısı ve Susurluk ekibinin işbirlikçisi olarak tanıtılan Hüseyin Baybaşin ile Abdullah Baybaşin’den mesaj geldi. Hüseyin Baybaşin, Yeşil’i ‘fırsat düşkünü leş kargası’ olarak nitelendirirken, oğlu Murat Yıldırım’ı babasının eylemlerinden dolayı özür dilemeye davet etti.

Yeşil’in bugün bazı kesimlerce ‘kahraman’ olarak görülmesinde Tansu Çiller’in rolü olduğunu öne süren Baybaşin, Susurluk sürecinde tehdit edilip iki kez kurşunlanınca yurt dışına kaçmak zorunda kaldığını, ancak tehdit kaynağının Yeşil olmadığını söyledi: ‘Beni Yeşil tehdit etseydi, ben, onu ve sülalesini Türkiye den toz ederdim.’

Tarık Ümit’in kaçırılması ve iki İranlının öldürülmesinden sonra Silivri’deki yazlığında kan izleri bulunduğu iddiasıyla ilgili açıklama yapan Abdullah Baybaşin ise bu iddiayı ilk defa Şevket Kazan’ın gündeme getirdiğini, o bölgede yazlığı olmadığını ifade etti: ‘Benim hiçbir zaman çete unsurları ile işbirliğim, uyuşturucu kaçakçılığı ile bağlantım olmamıştır.’

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi