Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Bir kız annesini öldürmüş...

Bir kız annesini öldürmüş...

Biz “Cennet anaların ayakları altındadır” diyen bir Peygamber-i Âlişan’ın ümmetiyiz...
Altıyüz sene onun bayrağını taşıdık ve tüm dünya yüzünde şanla, şerefle dalgalandırdık.
Ayrıca biz, “Bir evlat, annesini yedi kez sırtında Kâbe’ye götürse bile hakkından kurtulamaz” anlayışını aile kültürünün temeli yapmış, anneye buna göre muamele etmiş bir milletin çocuklarıyız...
“Ana başta tâc imiş / Her derde ilâç imiş,
“Bir evlât pîr olsa da, anaya muhtaç imiş...” dizeleri toplumu “anneye saygı” duruşunda bütünlemeye çalışan “milli bir duruş”tan geliyoruz...
Dini ve millî duruşumuzda bir “sapma” olmasaydı, evlâtlar annelerini katletmezdi!
Adana’da bir ilköğretim okulu öğrencisinin (7. sınıf) SBS’ye (sınav) girmesine izin vermeyen annesini öldürdüğünü gazetelerde okuyunca şok oldum!
Şoktan çıkar çıkmaz da bunları düşündüm.
Bize olanlar olmuş dostlar! Artık evlât anayı, ana evlâdı katlediyor.
Kimse, Adana’daki son olayı “bireysel olay” olarak görüp avunmaya çalışmasın...
Birincisi: Bu tür olaylar artık sık sık yaşanmaya başladı... (Bir süre önce de ordudan atılma bir başçavuş ailesinin tüm bireylerini öldürmüştü)...
İkincisi: Her “bireysel olay”ın toplumsal kökleri vardır. Her “bireysel olay” toplumsal boyutlar kazanmaya adaydır...
Böyle bir tehlikenin yaklaşmakta olduğu konusunda bir ikazdır!
Bu bağlamda değerlendirilmeli, “bireysel” demeden, çocuklarımızı yetiştirirken nerede hata ettiğimiz sorgulanmalıdır.
Yanlış eğitim, televizyonların yanlış yayın politikasıyla beslenip, ailenin ilgisizliğiyle desteklenince böyle facialar kaçınılmaz hale geliyor.
Eğitimin ve televizyonun hatalı yönlendirmeleri ailenin bilgili müdahaleleriyle telafi edilebilir, ancak aileler de maalesef evlatlarına vakit ayırmıyorlar, ayıramıyorlar.
Dünya işleri bütün zamanımızı emiyor. Kalanını televizyon, internet, ya da oyuncağa dönüştürdüğümüz cep telefonu kemiriyor.
Artık dürüst olalım ve birkaç soru soralım kendimize...
1. Ailemize yeteri kadar vakit ayırıyor muyuz?..
2. Çocuklarımızla düşe-kalka oynuyor muyuz?..
3. Akrabalarımızla, komşularımızla, arkadaşlarımızla gerektiği sıklıkta görüşüyor muyuz?
Çoğumuz bunları yapamıyoruz. Çünkü vaktimiz yok. Hepimiz her gün müthiş bir koşturmaca içindeyiz. Bu koşturmaca içinde eşimizi-dostumuzu, akrabalarımızı, hatta ailemizi bile ihmal ediyoruz.
Bunu da “Ekmek kavgası” olarak görüyor ve açıklıyoruz.
“Ekmek peşinde koşturuyoruz abi!..”
Çocuklarımıza karşı ilgisizliğimizi bu “makul” ve “mantıklı” gibi gözüken mazeretle açıklamaktan yanayız, ama evlâdımızı bir şekilde kaybettikten sonra bu mazeret hiçbir işe yaramayacaktır.
O zaman “mazeret”e sığınmayı bir tarafa bırakıp gerçekçi olmamız lâzım geliyor.
“Gerçekçi” olmak demek, kendimize “mazeret” üretmemek demektir.
Yani “ekmek parası” kazanmak için çalışmak zorunda olmanın eşimizi, çocuklarımızı ve yakın akrabalarımızı ihmal etmemizi gerektirmediğine inanmaktır.
Bence, her akşam televizyona harcadığımız zamanın (araştırmalara göre her gün beş saatimizi televizyon başında geçiriyoruz) yarısını tasarruf edebilsek, hem kekemeye dönen evlilik hayatımızı, (anne-babanın da hayatını) hem de çocuklarımızın geleceğini kurtarabiliriz.
Bunun üç ön şartı var:
1. Sevgi (Anne babalar çocuklarını dengeli biçimde sevmeli ve bunu abartmadan göstermelidirler).
2. Bilgi (Anne ve babalar çocuk yetiştirme konusunda yeterli bilgi donanımına sahip olmalıdırlar).
3. İlgi (Aileler çocuklarına her konuda yeterli ilgiyi göstererek, onların dengeli bireyler olarak yetişmesini sağlamalıdırlar).
Mesela aileler çocukların okuduklarıyla, izledikleriyle ve en önemlisi arkadaşlarıyla meşgul olmalıdırlar...
Çocuklarını soru sormaya teşvik etmelidirler. (Tabii bunun için sorulara cevap verebilecek donanımda olmak gerekiyor, oysa anne ve babaların çoğu donanımsız oldukları için çocuklarının sorularından bir şekilde kaçıyorlar)...
Çocuklarla birlikte zaman zaman bir kitapçı dükkânına gidip kitap satın almalıdırlar. (Bu hareket çocuğu öğrenmeye teşvik eder).
Bilmedikleri şeyleri çocuklarıyla birlikte öğrenme yürekliliğini göstermelidirler. (“Bunu ben de bilmiyorum evlât, hadi birlikte öğrenelim” diyebilmek... Bu davranış çocuğun güvenini kazanır.)
Anne-babalar bir birlerine karşı duydukları sevgi ve saygıyı hem tavırlarına yansıtmalı, hem de çocukların yanında bunu bir birlerine söylemekten çekinmemelidirler.
Aile ortamı belki bu suretle daha yaşanır olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi