Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Ramazan hasreti

Ramazan hasreti

Eskilerimiz hasretle kucaklarlardı ramazanı, biz de hasretle kucaklıyoruz...
Eskisi kadar neşeli kutluyoruz ramazanı, ama tabii şartlar çok farklı...
Eskiden ramazan hilâlı gözlenir, hilâl görülür görülmez her türlü iletişim aracıyla ramazanın başladığı ilân edilirdi...
Ama yüreği oruçta olmayanın kulağı neylesin...
Duymazdan gelenler az da olsa vardı.
Bunlardan biri de sıkı bir tiryaki idi. Tütün ve kahve içmeden duramayan tiryaki, ramazanın geldiğini duymamak için kendince bazı tedbirler almıştı.
Perdeleri sımsıkı kapalı tutuyor, gece sokağa çıkması gerekirse, gökyüzündeki hilâlı görmemek için sürekli önüne bakıyordu.
Ama bunlar işe yaramadı. Bir gece kahveye giderken, birden önündeki su birikintisinde ramazan hilâlinin yansımasını gördü.
İrkildi ve ağzından şöyle bir cümle çıktı:
“Anladık gelmişsin be mübarek, bari gözüme girme!”
Bazılarının gözüne girse de, ramazan yüreğine girmiyor...
Sonuçta her şey nasiptir.
İlk teravihler, özellikle selâtin camilerinde bayram yerine dönüşürdü...
Selâtin camileri sabaha kadar açık olurdu, insanlar burada itikâfa çekilebilirlerdi.
Osmanlı dönemi seyyahlarının ilettiğine göre, ramazanlarda camiler dolar, taşardı.
Ramazan Ayına has toplu ibadetlerden biri de camilerde, büyük konaklarda ve bazı evlerde topluca “mukabele” okunmasıydı ki, bu güzel gelenek hâlâ da geçerliliğini koruyor.
Ramazanlarda evler Kur’an kursuna, mahalleler sevda çeşmesine dönüşüyor.
Eski insanımız ramazan boyunca imkânları ölçüsünde güzel giyinir, sandıklarda özene-bezene sakladıkları giysileri ramazan hürmetine çıkarır, bayram kıyafetiyle camileri dolaşırlardı...
Ramazan, bu topraklarda daima “aziz misafir” muamelesi görmüştür. Şimdi de aynı muameleyi görmektedir...
Çünkü bu topraklarda aynı insanlar aynı ortak duyarlılıkları asırlardan beri yaşıyoruz.
İftarlarda soğan sarımsak yemekten kaçınırlardı. Teravihte omuz omuza saf tutacak mü’min kardeşlerinin huşu ve huzurunu bozmamak için, böyle bir fedakârlık yaparlardı.
Camilerdeki halılar yündü. Bu yüzden camiler ter ve çorap kokmazdı.
Padişahlar her ramazan öncesinde, adına “Tambihnâme” denilen bir “hatt-ı Hümâyûn” yayınlar, keyfi fiyat artışlarının engellenmesini isterlerdi.
“Tembihnâme”lerden biri de Sultan IV. Mustafa’ya aittir.
Başbakanlık Arşivi’nde 53351 numara ile kayıtlı bulunan 1807 tarihli fermanda, Sultan IV. Mustafa, ramazan öncesinde oluşabilecek keyfi fiyat artışlarına dikkat çekip hem esnafı, hem de halkı uyarmaktadır.
Herkesin narha (hükümetin belirlediği fiyat) dikkat etmesini, tamahkârlık edilmemesini, bakkalların fiyatları keyfi olarak arttırmaktan kaçınmalarını, bu konuda imamların halkı ikaz etmelerini isteyen Padişah, bereketiyle gelen ramazanın lâyıkı vechiyle karşılanmasını da istemektedir.
Ramazan öncesinde, yalnızca padişahlar değil, Osmanlı hükümetleri de “tambihnâme”ler yayınlarlardı...
Bu tembihnâmelerde evlerin, camilerin, dükkânların ve sokakların, ramazan hürmetine temizlenmesi istenir, uyulması gereken kurallar hatırlatılır, ramazanın huzurunu bozacak davranışlardan kaçınılması tembihlenirdi...
Tabii ki amaç halkın ramazan ayını huzur ve güven içinde yaşamasıydı.
19. yüzyılın ilk yarısında, Sultan II. Mahmud döneminden itibaren “Ramazan Tembihnâmeleri” Osmanlı Devleti’nin resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi’de ilân edilmeye ve ayrıca broşür olarak bastırılıp, halka dağıtılmaya başlanırdı. Tembihnâmelerde, Ramazanı ilgilendiren düzenlemelerin yanısıra şehir hayatıyla ilgili düzenlemelere de yer verilirdi.
Halkın yiyecek sıkıntısı çekmemesi ve fiyatların artmaması için sıkı sıkı önlemler alınırdı. Yiyeceklerin fiyatı, özellikle unlu mamullerin gramajları ve içlerine nelerin konulacağı devlet tarafından ilan edilir ve sıkı sıkı emirlere uyulup uyulmadığı takip edilirdi.
Gayrimüslimlerin (Müslüman olmayanların) yoğun olarak yaşadığı Fener, Balat, Hasköy gibi semtlerde bile meyhaneler, ramazana hürmeten kapanır, kapıya, o meyhanenin ramazan boyunca kapalı kalacağına ilişkin bir kâğıt yapıştırılırdı...
Hiçbir gayrimüslim, yahut Müslüman açıkça oruç yemezdi. Bunun yasak olması bir yana, bu davranışın özünde, oruç tutanlara karşı duyulan saygı vardı.
Eskiden farklı dinlere mensup vatandaşlar bir birlerinin inancına böyle saygı gösterirken, şimdi aynı dinin mensupları asgarî bir saygı kırıntısı bile göstermeyip ramazanda oruçlunun suratına sigara dumanı üflüyor...
Ne diyelim? Zaten Osmanlı en güzelini söylemiş: Edeb yahu!
Ramazanınız mübarek olsun.
NOT: Sevgili dostlarım, Allah izin verirse her iftar vakti Tv. Net’de olacağım. Görüşürüz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi