Maslahat-ı Mürsele, Sebeb ve İllet Kavramları Üzerine Notlar

Maslahat-ı Mürsele, Sebeb ve İllet Kavramları Üzerine Notlar

Cemiyet halinde yaşayan insanların, dünya hayatıyla ilgili ihtiyaçlarının tamamını tesbit etmek mümkün olmadığı ğibi, tasnif etmek de kolay değildir. Buna mukâbil Kur'an-ı Kerim'de yer alan ahkâm âyetleri ve sünnetle sabit olan hükümler sınırlıdır. İslâm dini kıyamete kadar baki olduğuna göre, ortaya çıkan yeni meselelerin çözülmesi zaruridir. Allah'ın (cc) kemâle erdirdiği ve razı olduğu dinin adı, tek kelime ile İslâmdır. Bu hakikat muhkem nassla sabittir: "Bugün dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Din olarak sizin için islâmı seçtim ve ondan razı oldum" (El Maide Sûresi:3) Dinin kemâle ermesinden maksad; insanların ihtiyaç duyacakları zaruri, hâci, tahsini ve ahlâki keyfiyete hâiz nassların tamamlanmasıdır. Hakkında nass bulunmayan konularda, ictihad yapılması da kemâlata dahildir. Zira fer'i hükümlerin sonu yoktur. Sayıyla ifâde edilmeleri de mümkün değildir. (1) Hükmü muhkem nassla sabit olan meseleler, içtihadın konusu değildir.
Muhakkak ki Allah (cc) hükümlerini, kullarının maslahatı için koymuştur. Bu maslahat "ya faydalı olanı elde etmek (celb-i menfaat) veya zararlı olanı ortadan kaldırmak" (def-i mazarrat) şeklinde tezahür edebilir. Allah'ın (cc) indirdiği hükümlerle, insanoğlunun dünyevi ve uhrevi maslahatı arasında bir tenakuzun (çelişkinin) bulunması mümkün değildir. Maslahat terimi," Salâh" kelimesinin masdarı olarak kullanıldığı zaman "fayda, menfaat, iyilik, istikâmet, bir şeyin kendisinden beklenen amaca uygun olması, âdil ve dürüst olmak" gibi manaları ifâde eder. Eğer "mesâlih" kelimesinin müfredi (tekili) olarak kullanılırsa anlamı "fert ve toplum için hayrı gerçekleştiren şey, fayda, menfaat, uygunluk, iyilik ve bunlara sebep olan şeydir.(2) Arapça'da maslahatın mürâdifi olarak kullanılan "hikmet", "mahbûb (arzulanan)", "ma'nâ , "hayır", "nef (fayda)", "hasen" (iyilik, güzellik), "taat (ibadet)" ve "urf (iyi)" kelimeler, ortak bir özelliğe hâizdir. Kur'ân-ı Kerim'de maslahat için, "hasenat" (iyilikler) kavramı kullanılmıştır.(3) İslâmî ıstılahta maslahat; hem lügat mânası, hem sonradan kazandığı keyfiyet dikkate alınarak tarif edilmiştir. Maslahat, insanların zaruri emniyetlerinin muhafazası ve İslâm'ın temel hedeflerinin gerçekleştirilmesidir. Mücerred fayda anlayışının istismara vesile olacağını dikkate alan fakihler, maslahatı islâmın temel hedefleriyle izah etmişlerdir. Meselâ: İmam-ı Gazali "Bizim maslahattan kasdımız, şeriatın maksadıyla (temel hedefiyle) sınırlıdır. İnsanların can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerinin muhafaza edilmesi farzdır. Bu beş şeyin korunmasına yönelik her şey maslahattır. Bu beş şeyin zayi olmasına sebeb olan şeyler mefsedet hükmündedir. Bunun (mefsedetin) ortadan kaldırılması da maslahattır."(4) Hanbeli fukahasından Necmeddin et-Tûfî, maslahatı örfi anlamda "salah (iyilik) ve faydaya götüren sebep" olarak değerlendirmiş ve şu tarifi esas almıştır: "ibâdet olsun, muâmele olsun şâri'nin maksadına ulaştıran her şey maslahattır"(5)
İslâm âlimleri, fıkıh ilminin hedefini "insanoğlunun dünya ve âhiret saadetlerine vesile olmakla" açıklamış ve bunu maslahatın temini olarak ifâde etmişlerdir. (6) Hanbeli ûlemasından İbn Kayyım El Cevziyye "İslâm'ın esası hikmete mebnidir. İnsanların dünya ve âhiret maslahatlarının temin edilmesi şarttır. İslâm'ın tamamı adâlettir, hikmettir, rahmettir ve maslahattır. Adâletten zulme, maslahattan mefsedete ve hikmetten abese çıkan hiç bir şey İslâm'dan değildir."(7) diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir. Bu noktada
bir inceliğe işaret etmekte fayda vardır. İnsanların şahsi kanaatlerine göre şekillenen maslahat anlayışının, fesada (mefsedete) sebeb olması mümkündür. İmam-ı Gazali (rh.a) "muteber olan ve olmayan" maslahatı izah ettikten sonra, maslahat-ı mürsele'nin mevhum bir delil olduğunu belirtmiş ve kendisine sorulan "Bu verdiğimiz misallerde, daha çok maslahata meylettiniz. Sonra bunu mevhum deliller arasında saydınız. Maslahat-ı mürsele sahih deliller arasında sayılsa, yani Kitap, Sünnet, İcma-i ümmet ve kıyas-ı fukahadan sonra beşinci delil olsa ne dersiniz?" sualine şu cevabı vermiştir:" Bu mevhum delillerdendir. Kim bunun beşinci delil olduğunu zannederse hata eder. Zira biz maslahatı, şeriatın maksatlarının muhafazası olarak ifâde ettik. Şeriatın maksatları ise, Kitap, Sünnet ve İcma-ı ümmetle bilinir. Bu keyfiyete hâiz olmayan maslahat anlayışı batıldır. Kim böyle bir maslahata binaen hüküm ihdas ederse, yeni bir din koymuş olur. Şer'î bir maksada dayanan ve maksad olduğu Kitap, Sünnet ve îcma-ı ümmetle bilinen her maslahat bu kaynakların dışında değildir. Ancak bu, kıyas olarak değil, mürsel maslahat olarak isimlendirilir. çünkü kıyas muayyen bir asla dayanır. Bazı maslahatların maksad olduğu; tek bir delille değil, Kitap, Sünnet, İcma-i ümmet ve diğer delâletlerden (karaini'l ahval ve tefariki'l emarat) elde edildiği malûmdur. Bundan dolayı mürsel maslahat olarak isimlendirilmiştir. Maslahatı, Şari'nin maksadının gerçekleştirilmesi olarak anlarsak, buna uymakta ihtilafa yer kalmaz. Bilakis kesin olarak delil olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bu noktada bir ihtilaftan bahsedildiği zaman, bu iki maksad veya maslahat arasındaki tearuzdan kaynaklanır. Bu durumda daha kuvvetli olanın tercih edilmesi gerekir. İzdırar halinde küfre götüren sözlerin telaffuz edilebileceğini veya başkasının malının izni olmadan yenilebileceğini" söyledik. çünkü canın korunması, bu işlerden daha önemlidir. (8)
Muteber olduğu hususunda delil bulunan maslahatlar, son tahlilde kıyas-ı fukahaya dayanır. Kıyas-ı fukaha; hükmün nassında bulunan âlemetten veya teşrii hikmetinin makûlünden elde edilen hükümdür. İnsanı serhoş eden yiyeceklerin ve içeceklerin hükmü, şaraba kıyasla tesbit edilmiştir. Bu hükmün illeti ve hikmeti, aklın korunmasıdır. Allahü Teâla'nın (cc) şarabı haram kılması, akıl emniyetinin korunmasıyla ilgilidir. Kendilerinden daha üstün bir maslahat bulunduğu için terk edilen (mercuh) maslahatların bulunması da mümkündür. Bunlara mülga maslahat denilir. Meselâ:Kendi maslahatını (menfaatini) düşünerek mâli ibâdetleri (zekat, sadaka, infak vb) edâ etmeyen mükellefin durumu" mülga maslahatın delilidir. Keza, İslâm'ın haram kıldığı şeylerde var kabul edilen maslahatlar da bu şekildedir. Faizin ve içki ticaretinin sağladığı menfaat ile kumarda kazanan tarafın elde ettiği menfaatler, mülga maslahat cümlesindendir. Bu tür maslahatların ilga edilmesinin sebebi; daha üstün bir maslahatın bulunması veya beraberinde bir mefsedetin sözkonusu olmasıdır.(9) Bir başka açıdan bakıldığında; bu tür maslahatların, İslâm'ın temel hedefleriyle ilgisinin olmadığı anlaşılır ve bunlara itibar edilmez. Bu kapının açılması, yani nassa rağmen (var zannedilen) maslahatın tercih edilmesi İslâm'ın hükümlerinin ve nasslarının, bir takım zanlara binaen değiştirilmesi anlamına gelir. Halbuki, muhkem nasslarla sabit olan maslahat delil, nassa mukabil tercih edilen maslahat ise (zanna bina edildiği için) hüccet değildir. Zannî olan kanaatin, muhkem olan hakikate tercih edilmesi düşünülemez. Bu gibi maslahatlara hüküm bina edilmeyeceği konusunda İslâm uleması arasında görüş birliği vardır.(10) Mürsel maslahat, hakkında muayyen bir delil olmamakla beraber, muteber olduğu birden çok delille anlaşılan ve dinin hükümleriyle uyum içerisinde olan maslahatlardır.(11)
Kur'ân-ı Kerimde ve Sünnette yer alan nasslarm maksadını (temel hedefini) araştıran selim akıl sahibi her mükellefin, emredilen ahkamın maslahata mebni olduğunu ve mefsedetin izalesi için konulduğunu tesbit etmesi mümkündür. (12) Maslahatın tesbiti için; kitap, sünnet ve icma-i ümmetle sabit olan ahkamın hikmete uygun olarak tahlil edilmesi ve illetlerinin bilinmesi zaruridir. Bazı usûl âlimleri "Hikmet; hükmü ve teşrii (kanun koymayı) gerektiren sebebtir. İllet ise; nassın hükmüne alâmet kılınan vasıftır"(13) diyerek, hikmetin ve illetin keyfiyetini ortaya koymuşlardır.İslâm fıkhında; illeti akılla kavranabilen hükümler bulunduğu gibi, teabbûdi olan hükümler de vardır. Bazı usûl alimleri; illeti akılla kavranan ahkâmla ilgili olarak"Hüküm illetiyle beraber vardır veya yoktur" (14) kaidesini benimsemişlerdir. Yani hüküm belirli bir maslahatın elde edilmesi veya zararın ortadan kaldırılması için konulmuşsa, önemli olan şekli değil, neticesidir.
Fıkıh usulü kitaplarında İllet; "menat", "delil", "bâis" ve "el-Vasfu'1-cami" terimleriyle de ifade edilmiştir. İmam Fahrü'l-islam Pezdevi, "illet, kıyasın rüknüdür, yani dayandığı esastır" demiştir. Bazı âlimler illetin; "Zahir, mazbut ve hüküm için uygun bir vasıf." olduğuna dikkati çekmişlerdir. Meselâ; hamr'a (şaraba) nisbetle sarhoş edicilik ve kılıca nisbetle kasden adam öldürme fiili- vasfı böyle bir illettir. ölüm cezasının (kısasın) uygulanması için , mükellefin "öldürücü bir alet kullanarak" masum bir kimseyi öldürmüş olması şarttır. Asr-ı saadette ve Hülafa-i raşidiyn döneminde; ateşli silahların kullanılması sözkonusu olmadığı için, kurşunla adam öldürme hususunda hiçbir hüküm yoktur. Dolayısıyle kurşunla adam öldürmek, topkı kılıçla adam öldürmek gibidir. Teammüden ve öldürücü bir aletle bu cürüm işlendiği için hüküm kıyas yoluyla tesbit edilir.. Bazı usulcüler de, illeti, hükmün kendisine bağlı olduğunu göstermek üzere "hakkında şer'i bir delil bulunan belli bir vasıftır" diye tanımlamışlardı ki, bu tanım da anlam bakımından önceki tariflerle aynı keyfiyete haizdir. Bu noktada "hükümlerin illetiyle", onları gerektiren sebebleri ve hikmetleri birbirinden ayırmak mümkün müdür? suali zihnimiza takılabilir.
Usûl alimlerinden bazılarına göre sebep, hüküm ile arasında bir münasebet olmayan şeye denir. Meselâ: vakit, namazın vücubu için bir sebeptir. Ancak ibadetin illeti değildir. İçkinin haram kılınışının illeti olan sarhoşluk, hükmün sebebi değildir. Sadece sarhoşluk ile tahrim arasında bir münasebet vardır. Yolculuk da orucu bozmanın cevazına bir illettir; sebep değildir. çünkü burada da hüküm ile yolculuk arasında bir münasebet vardır. Dolayısıyle bu usulcülere göre illet, uygun ve etkili bir özelliktir. Hükümde de etkisi vardır. Sebep ise böyle değildir. Gerçi her ikisi de netice itibariyle Şarî'nin hükmü için birer emâredir. Aslında bu ihtilaf, terim ve kelime üzerindedir. Bazı usûlcülere göre sebeb ile illet arasında önemli bir fark yoktur. Hükmün illeti ile sebebini birlikte mütalâa eden fakihler , iki nokta üzerinde durmuşlardır. Birincisi: Hükümle arasında bir münasebet bulunmayan sebep. Bu durumda illet ile sebeb birleşmektedir. İkinci si: Hükümle arasında bir münasebet bulunan sebebin, illetten farklı olduğu zahindir.. Şart bulunur ve mani bulunmazsa sebep, teklifi hükmün kaynağını teşkil edebilir, Şart gerçekleşmez ve mani' bulunursa; sebep bir netice vermez. Mesela; mûris ölse, fakat varisin sağ olup olmadığı bilinmese mirasçı olmaz. Murisi, varis olan kimsenin öldürdüğü bilinirs, yine mirasçı olamaz.(15)
Fıkıh usulünde illet, kıyasın esası ve değişmeyen-zaruri olan rüknüdür. Kıyas,nassm illetin bilinmesi ve fer'de bu illetin varlığının ispat edilmesi halinde gerçekleşir. Böylece hakkında nass bulunan hükmün sadece o meseleye has olmadığı ve kendilerinde hükmün illetinin tahakkuk ettiği bütün
meselelere bunun tatbik edileceği ortaya çıkar. Meselâ:, hakkında yasaklayıcı nass bulunması sebebiyle kişinin din kardeşinin alış-verişi üzerine alış-veriş yapması ve nişanı üzerine nişan yapması caiz değildir. (16) Hükmün illeti başkasını sıkıntıya sokmak, başkasının hakkına tecavüz etmek, zarar vermek ve neticede ortaya çıkan kin ve husûmettir. Başkasının kiralama mutabakatı üzerine kiralama ameliyesinde bulunma konusunda nass yoktur. Ancak hakkında nass bulunan yukarıdaki meseleyle aynı ilete sahip olduklarından bu konuda da aynı hüküm geçerlidir.(17)
İLLETİN ŞARTLARI
A) İllet zahir (açık, anlaşılır) olmalıdır. İllet anlaşılamayacak derecede açık değilse, hükmü keyfiyetini tesbit etmek mümkün değildir. İçkideki iskâr (sarhoş edicilik) vasfı gibi. Sarhoş edicilik içkinin haram kılınmasının illetidir, sarhoş edicilik vasfı bulunan her türlü mâi, meşrubat haramdır. Eğer illet gizli bir vasıfsa şeriat sahibi (Şâri) ona delalet eden açık bir vasıf koyar. Karşılıklı bedel verme suretiyle yapılan muamelelerdeki karşılıklı rıza gibi. Bu karşılıklı rıza mülkiyetin intikalinin illetidir. Rıza ise kalble ilgili ve gizli bir vasıftır. Bunun yerine şâri ona delalet eden akdin sigasını(icab-kabul) koymuştur.
B) İllet mazbut (zabdedilebilir, standart) bir vasıf olmalıdır. Yani illet şahis ve durumların
değişmesiyle değişmemelidir, yahut önemsiz değişiklik arzetmelidir. Buna göre, yolculukta namazın
kasredilebilmesinin hükmünün illeti sefer olup; meşakkat olamaz. çünkü meşakkat, şahısların şartların ve
durumların değişmesiyle farklılık arzeden bir vasıftır. Bunun için İslâm alimleri "Seferde olan kimse
namazım nasıl kılar?" sualine cevap varmış, meşakkat halindeki kimse üzerinde durmamıştır. Bazen seferde
olmadığı halde, meşakkat haline düşen mükellef olabilir.Bazı kimseler buradaki illeti kavrayamadığı için
"Günümüzde teknoloji ilerlemiş, meşakkat kalmamıştır" diyerek, namazın kasredilmesini yanlış
yorumlamaktadırlar.
C) İllet, hükme münasib bir vasıf olmalıdır. Şeriat sahibi, hükümleri kulların maslahatını
gerçekleştirmek için koymuştur. İşte hükümden şeriat sahibinin kastettiği maslahat, hükmün bu vasfa
bağlanmasıyla gerçekleşmelidir. Meselâ: zülmen ve kasıtlı olarak "bir insanı öldürmek", kendisine kısasın
bağlanması için münasib bir vasıftır. Zira bu bağlanış, hükmün meşru kılınmasındaki hikmeti gerçekleştirme
özelliği taşımaktadır. Bu durumda can emniyeti sağlanmış, huzur temin edilmiş ve insanlar arasında kinin
(ve nefretin) yayılması önlenmiş olur.
D) İllet "asl"a mahsus bir vasıf olmamalıdır. Eğer illet asl'a mahsus kılınmamış ise bunun "fer"e
geçmesi mümkün değildir ve kıyas gerçekleşemez. Yolcu veya hastanın ramazan ayında oruç
tutmamalarının illeti yolculuk ve hastalıktır. Bu illet sadece yolcuda ve hastada bulunur, (kafi nassdaki
(asl'daki) illet yolcu ve hastaya mahsustur) Meselâ: maden ocağındaki bir işçi büyük bir meşakkatle
karşılaşsa bile oruç tutmamazhk edemez; illlet onlara geçmez.(18)
İLLETİ TESBİT ETME YOLLARI
1- Nass: Bazan naslar, hükmün illeti olarak belli bir vasfı tayin edebilirler. Ancak nassın illete
delaleti, sarih (açık) olabileceği gibi, ima ve işaretle de olabilir.
İlletten başkasına ihtimali bulunmayan, kafi sarih nassın illet'e delaleti, illeti göstermeye mahsus kelime ve kelime yapılan ile tahakkuk eder: "liecli" için, "likeylâ" olmaması için, "keylâ" olmasın diye vb. gibi: "Kendilerinden sonra, insanların Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın diye (liella yekûne) peygamberleri müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik"( En Nisa Sûresi: 165.) ayetinde peygamberlerin gönderilme illletinin "insanların Allah'a karşı bir bahanelerinin olmaması", olduğu nass tarafından sarih olarak belirtilmiştir.
2- İcma: İlletin icma ile tayinine misal, hem baba hem de anne tarafından akrabalığın, miras
sıralamasında baba bir erkek kardeşten önce gelmesinin illeti olduğu hususundaki icmadır. Bu duruma
ana-baba bir erkek kardeşin, baba bir erkek kardeşten, şahıs üzerine velayet hakkının da önce gelmesi kıyas
olunur.
3- Sebr ve taksim: Asıldaki hükmün illetine uygun vasıfları biraraya toplayıp illetliği bu vasıflara
teker teker vererek hükümde müessir ve illet olma şartlarını haiz olup olmadıklarını incelemek ve illet olma
vasfını haiz olmayanları elemek suretiyle illeti bulmak!.. Meselâ: aralarında riba (faiz) cereyan eden
maddelerde, hükme illet olan vasıf nedir? Renkleri mi, yenilebilirliği mi, tartılabilirliği mi, ölçülebilirliği mi,
saklanabilirliği mi? Müctehid bunları biraraya toplayıp illet olamayacak olanları eledikten sonra illeti tesbit
eder. Hanefiler, buğday ve arpada riba (faiz) cereyanına illet olarak cins ile birlikte ölçülebilir; Şafiiler
yenilebilir; Malikiler ise yenilebilir, saklanabilir vasıflarını kabul etmişlerdir. Sebr ve taksim ile illet bulma
bir ictihad meselesi olduğundan farklı görüşler ortaya çıkabilmektedir. Mezheplerin bazen bir mesele de
değişik görüşe sahip olmalarının sebeplerinden biri de, illetin farklı şekilde tesbitinden kaynaklanmaktadır.
Tahricü'l menat ve tahkiku'l-menat:
Tahricü'l-menat: nass veya icma tarafından belirtilmemiş olan hükmün illetinin, illeti bulma yollarından birisiyle mesela sebr ve taksim yoluyla bulunup ortaya çıkarılması demektir.
Tahkiku'l-menat ise, aslın illetinin bilinmesinden sonra bu illetin "fer" de bulunup bulunmadığının tetkik edilmesidir. (19)
İllet ile hüküm arasında dört tür münasebet vardır:
A), El Münasibü'l-müessir (uygun vasıf): Bu vasıf bizzat şeriat sahibinin hükmün kendisi için illet saydığını gösterdiği vasıftır. Hükümler için en kuvvetli illet budur. "Sana kadınların hayızını (ay halini) soruyorlar. De ki; o bir ezadır. Onun için hayız halindeki kadınlarınızdan uzak duran" (El Bakara Sûresi:222.) ayetinde, hayız halinde kadınla cinsi münasebetin yasaklandığının illeti olarak belirtilmiştir.
B) El -Münasibü'l-mülayim (elverişli vasıf): Hakkında bizzat Şari tarafından muteber sayıldığını
gösteren bir delil bulunmayan, fakat o hüküm cinsinden bir hükmün illleti olduğuna, vasfın cinsinin böyle
bir hüküm için illet sayıldığına, vasfın cinsinin hükmün cinsi için illet olduğuna dair hakkında nass veya
icma bulunan vasfı denir. Mesela çocuk kendi malını korumaktan aciz olduğundan baba çocuğun malı
üzerinde tasarruf hakkına maliktir. Velayetin illeti "sığar" (küçüklük)dır. Buna göre fukaha çocukluk ve acz
illetini, şahıs üzerindeki velayet için de elverişli bir illet olarak kabul etmişlerdir. O halde velisi, küçük
çocuğu nikahlayabilir.
C) El -Münasibü'l-mürsel: Muteber olduğuna veya ilga edildiğine dair Şer'i bir delil bulunmayan
illettir. Bu durum müctehidlerin takdirine bırakılmış bir konudur
D) El -Münasibü'l-mülga (yürürlükten kaldırılmış vasıf): Şari tarafından illetin ilga edildiğine dair bir işaret ve delalet bulunan vasıftır. Miras konusundaki illet karabet (hısımlık)tır. ölen bir kişinin oğlu ve kızı arasındaki miras meselesinde aynı yakınlığa sahip olmalarına rağmen oğlun iki, kız ise bir hisse alır. Mirasta kızın erkeğe eşit olması ilga edilmiştir.(20)
Yukarıda zikrettiğimiz; sebeb ve illetle ilğili hükümler, ana kaidelerdir. Müctehid imamların ihtilâfını kavramayan bazı çevreler, ellerindeki nimetin kadr-ü kıymetini bilmemektedirler. İslâm'ın temel hedeflerini kavrayabilmek için; Şari'nin hükmüne esas olan sebebleri ve illetleri öğrenmemiz zaruridir.


(1) İmam-ı Şâtibi-El İtîsâm- Beyrut: 1986 C: 1 Sh: 305, Ayrıca İmam-ı Kurtubi- El Camii Li
Ahkamû'l Kur'an-Kahire: 1967 C: 6 Sh: 62
(2) İbn-i Manzûr -Lisânu'l Arab-Beyrut: 1955 C: 4 Sh: 2474, Ayrıca Ebû Tâhir Mecduddin El
Fîrûzâbâdî- Kâmûsû'l Muhît -Beyrut 1987.Sh: 293
(3) İzzuddin İbn-i Abdisselâm- Kavâidu'l-Ahkâm fî Mesâlihi'1-Enâm -Beyrut 1990 Sh: 6 vd.
(4) İmam-ı Gazâlî-El Mustasfâ min İlmi'l Usûl- Beyrut: 1937 C: 1 Sh: 286-287
(5) Necmeddîn Et Tûfi- Er Risale- Beyrut: 1954 Sh: 18 ( Bu risale, Tûfî'nin, İmam-ı Nevevî'nin
"El Erba'în" isimli eserinin otuz ikinci hadisinin şerhiyle ilgilidir. Maslahatla ilgili görüşlerini bu hadisi
şerhederken ortaya koymuştur)
(6) Seyfuddin Ali b. Ebû Ali El âmidî- El İhkâm fî Usûli'l-Ahkâm Kahire: ty C:3 Sh: 69 Ayrıca
İmam-ı Şâtıbî- El Muvafakat- Beyrut: 1991 C:2 Sh: 4
(7) İbn Kayyım el Cevziyye- İ'lâmu'l-Muvakkıîn- Beyrut 1991. C:3 Sh: 11
(8) İmam-ı Gazâlî-A.g.e. C: 1 Sh: 310-312
(9) Ahmed Reysûnî- Nazariyyetu'l Makâsıd -Beyrut 1992 Sh: 215.

(10) Abdülkerim Zeydan- El Vecîz fî Usûli'1-Fıkh- İstanbul ty. Sh: 237.
(11) İmam-ı Gâzalî-Şifâu'l Galîl-Bağdat 1971 Sh: 188.
(12) İzzuddin İbn-i Abdisselâm- A.g.e. Sh: 334
(13) Molla Hüsrev- Mir'at el Usûl- İst: 1307 C:l Sh:241,Ayrıca Prof. Muhammed Ebû Zehra-
İslâm Hukuku Metodolojisi- Ank: 1979 Sh: 53 vd.
(14) İmam-ı Serahsi- Temhidû'l Füsûl fi ilmû'l Usûl- Beyrut: 1393 C: 2 Sh: 180
(15) Prof.Muhammed Ebû Zehra- İslâm Hukuku Metodolojisi (Usûl-i Fıkh) Ank: 1979 Sh:68.
(16) Sahih-i Buhari- İst: 1401 K.Nikâh:45, Ayrıca Sahıh-i Müslim-K.Nikâh:38, Sünen-i Ebû
Davud-K.Nikâh:17, Sünen-i Tirmizi-K.Nikâh:38, Sünen-i Nesaî-K.Büyû: 19,
(17) Prof.A. Kerim Zeydan-El Veciz-Şam: 1985 Sh:196 vd.
(18) Prof.Abdülvahhâb Hallaf-İlmû Usûl-i Fıkh-Kahire:1956 Sh:75-78. Ayrıca Prof.Vehbi
Zuhayli-Usûl-i Fıkhı'l İslâmi-Şam:1986 C:l Sh:652 vd.
(19) Prof.A.Kerim Zeydan-A.g.e. Sh:212 vd, Ayrıca Prof. Abdülvehhâb Hallaf-A.g.e. Sh:84 vd.
Fahreddin Atar-Fıkıh Usülü-İst: 1988 Sh:68 vd.
(20) Prof.A.Kerim Zeydan A.g.e. Sh:208 vd, Ayrıca Prof. Abdülvehhâb Hallaf-A.g.e. Sh:78-83.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi