Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

“Kim olduğumu biliyor musun?”

“Kim olduğumu biliyor musun?”

“Benim kim olduğumu biliyor musun?” diye sordu mercedesin arka koltuğunda oturan şişman adam, ehliyet-ruhsat isteyen trafik polisine...
Tanıdık bir soyadı verdi...
Genç trafik polisi gülümseyerek şöyle dedi adama: “Kanunları zaten onlar çıkarıyor, çıkarırken de akrabalarımıza uygulanmasın diye bir not koymuyorlar...”
Lüks mercedesin arka koltuğundaki şişman adam apışıp kaldı...
İçin için gülümseyerek gencecik polis memurunu tebrik ettim.
Sonra da geri kalmış ülkelerin insanlarına mahsus alışkanlıklarımızı hâlâ yenememiş olmanın hüznüne bulandım.
Kanunların garibanlar için olduğu yolundaki kanaatimiz maalesef sürüyor...
Yüksek mevkilerde bir dayımızın bulunması halinde kanunlara uyma mecburiyetimizin ortadan kalkacağı yolunda garip bir mantığımız var.
Bu yüzden sıkıştığımız her yerde aynı soruyu soruyoruz:
“Benim kim olduğumu biliyor musun?”
Bu ilkel tehdidi her duymamda “Sen müstakbel bir ölüsün” demek gelir içimden, “toprak kokulusun!” Sadece bu gerçeği bilenler, “Hiç” olmakla “Hiç kimse” olmak arasında gelir giderler.
“Hiç” olmak “kulluk” vurgusu, “Hiç kimse” olmak ise kıymet ölçüsüdür. “Hiç kimse” olmak, birilerinin sırtına binip varlık taslamaktan çok daha yüce bir makamdır... Haddini bilmektir... Hayata “kulluk” burcundan bakmaktır. “Gurur” denen şeytan çekicinin altında örselenmemektir.
Kısacası “Hiç” olmak, “Taç” olmaktan, ya da kendini öyle zannetmekten evlâdır...
Bugün varlıklarıyla övündüğümüz insanlar bile varlıklarını “hiçlik”lerine borçludur.
“Hiç”leştikçe yücelmişler ve “kulluk” burcunda Allah’a ulaşmışlardır.
Bu örneklerden hareketle diyebileceğim şudur: İsterse insan, “herkes”, yahut “hiç kimse” olabilir. “Her şey”, ya da “hiçbir şey!” arasında gel-git yapabilir!
Zaten “ben”liğin ne önemi var? Her “ben”den bencilliğe yol olduktan sonra...

İnsanız... İnsan olmak hasebiyle bir birine benzer dünyalarımız var...
Benzer yanlışlarla, beklentilerle, ihtiraslarla, iştiyaklarla, inatlarla, baskılarla, öfkelerle, dalkavukluklarla ve envai çeşit zaaflarla malulüz.
Öncelikle “dürüstlük” sorunumuz var: Dürüstlük insanı “insan” yapan en önemli hasletlerden biridir, ama çoğumuz dürüst değiliz! İçimizde çok sayıda “ben” var. Bir tarafımız doğru, bir tarafımız yanlış; bir tarafımız sevap, bir tarafımız günah; bir tarafımız cesur, bir tarafımız korkak; bir tarafımız atılgan, bir tarafımız ürkek; bir tarafımız güçlü, bir tarafımız zayıf; bir tarafımız doğrucu, bir tarafımız yalancı; bir tarafımız bonkör, bir tarafımız nankör...
Yerine göre demokrat, yerine göre diktatör...
Çoğumuz dünyaya karşı zayıfız: Yiyebileceğimizden, giyebileceğimizden daha fazlasını isteriz. Daha iyi yemekler yemek, daha gösterişli elbiseler giymek, daha görkemli evlerde oturmak, daha lüks otomobillere binmek...
Sonuçta hemen hepimiz korkarız: Ama korkularımıza ne kadar teslim olmazsak, o kadar insansınız.
Hepimiz hayattan bir şeyler bekleriz: Daha iyi yemekler yemek, daha iyi evlerde oturmak, daha iyi otomobillere binmek, daha çok başarmak, daha çok kazanmak, daha çok harcamak...
Pek itiraf etmeyiz, ama çoğumuz “şöhret+servet=kudret” formülünü hayatımızın en üstün değeri olarak görürüz. Bu uğurda kimimiz kişiliğimizi, kimimiz kimliğimizi, hatta bazılarımız namus ve haysiyetimizi ayaklar altına alırız.
İnsanın bu yönü bilginleri hep düşündürmüştür. Bazıları “yaşama güdüsü” deyip normal bulmuş, ama bazıları “insanlıktan çıkış” addedip dünyevi beklentileri aşmayı “gerçek insanlığa ulaşmanın şartı” saymıştır.
Bunlara göre “gerçek insan”, dünyayı aşıp dünyadan taşan insandır.
“Gerçek” anlamda tüm dünyada kaç “insan” kaldığı sorusu da, tabii sorulmaya değer.
Dünyada kaç “gerçek insan” kaldığını size söyleyemem, fakat her insanın dünya gerçeklerinden biri olduğunu rahat rahat söyleyebilirim.
Zaten “dünya gerçeği” nedir ki?.. Gerçek, herkese göre değişir. Herkes kendi gerçeğini yaşar: Biraz masal, biraz rüya, biraz hayal... Herkesin hayalleri, rüyaları, hülyaları, masalları var...
Bazen kral olursunuz, bazen başkan. Zaman zaman dünyaca ünlü bir sanatçı, zaman zaman her sözü dinlenen bir filozof...
Bazen ruh, bazen melek, bazen sıradan biri: Herkes...
İnsan istikrarsızdır: Diktatörlükten sıkılınca demokrat takılır, zenginlikten bıktı mı, yoksullukta neşe arar.
Bazen her şeydir insan, bazen hiçbir şey... Bazen herkestir, bazen hiç kimse.
Gerçek, herkese göre değişir. Ben kendi gerçeğimi yaşarım: Biraz masal, biraz rüya, biraz hayal. Çok şükür rüyalarım, hülyalarım, hayallerim, masallarım var...
Sizin de rüyalarınız, hülyalarınız, masallarınız, hayalleriniz var mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi