Ergenekon, 28 Şubat'ın devamı mı?

Ergenekon, 28 Şubat'ın devamı mı?

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’ta terör örgütüne yönelik yürüttüğü kara harekatı ile 28 Şubat sürecinin 11. yıldönümü aynı döneme denk geldi. O nedenle, yakın tarihteki post modern darbeyle ilgili yapılan yorumların farklı algılanma riski daha yüksek. Ama sağduyulu okuyucularımızın terörle mücadele ve siyaset alanına müdahale arasındaki nüansı çok iyi algıladıklarını düşünüyorum.

Bir defa şunu bir kez daha belirtelim; TSK’nin terörle mücadele, yurt savunması ve toplumla kaynaşmasında destekleyici durumdayız ancak ülkeyi kışladan yönetme anlayışına sonuna kadar itirazımız vardır. Ayrıca, TSK’nin kendi asli faaliyetlerini yerine getirirken Dağlıca örneğinde olduğu gibi yapılan yanlışları da sorgulamaktan çekinmediğimizi biliyorsunuz.

Yani, esas olan, sorgulayıcı destek ve demokratik yönetim anlayışıdır.

Ortalık durulunca, kara harekatıyla ilgili yazacaklarım olacak. Şimdilik söyleyeceğim şudur; Operasyonun skor tabelasına indirgenmesi ve sürekli sayılar verilmesi bana biraz tuhaf geldi. Keşke bir sözcülük makamı oluşturulsa ve operasyona ilişkin skor dışında tatmin edici bilgiler verilebilse.

Operasyonun nihai hedefleri ve önceliklerini bir kenara bırakıp skora indirgenmiş bir yaklaşım gösterip başarıyı sadece skorla ölçtüğünüzde, Murat Karayılan da ROJ TV’ye yazılı açıklama gönderip ‘Kaybımız sadece 5 kişidir’ der.

Dağlıca’da 12 olan şehit sayısını 40 olarak gösteren PKK’nın, şimdi de ‘5 kaybımız var’ demesinin hiçbir inandırıcı tarafı yoktur ama başarının skorla ölçüldüğü bir atmosferde terör örgütünün de aynı psikolojik harekatı yürütmesi doğal bir sonuçtur.

BçG ve Ergenekon’un farkı

Bu konuyu ileride daha ayrıntılı olarak irdelemeyi düşünüyorum. 28 Şubat’ın yıldönümünde söyleyeceklerimiz var.

28 Şubat, ‘mezhepsel’ dayanışmanın ön plana çıktığı ‘sol’ vurgusu güçlü post modern bir darbedir. Ekseriyetle işadamları ve medyanın da içinde yer aldığı büyük bir koalisyondur.

Aynı darbe kültüründen beslenen Ergenekon, 28 Şubat’ın merkez karargahı Batı çalışma Grubu’ndan kadro ve ideoloji itibariyle farklıdır. Ergenekon’da ‘milliyetçi-ulusalcı’ dokunun daha güçlü olduğunu, 28 Şubat aktörlerinin ise büyük ölçüde tasfiye edildiğini görüyoruz. Doku uyuşmazlığı bulunmayan 28 Şubatçı az sayıda emekli paşanın Ergenekon’da görevini sürdürdüğü söylenebilir.

İki grubunun psikolojik harekat yürütürken izlediği yöntemlerde ise temel bir farklılık yok. İkisi de ‘darbe’ korkusu üzerinden güç tazeliyor.

Danıştay saldırısından sonra Alpaslan Aslan’ın ‘Yakında darbe olacak, o zaman serbest olacağım’ sözü, öğrendiğimize göre Ergenekon soruşturması sırasında kimi sanıkların savcıların yüzüne ‘Yahu ne işlerle uğraşıyorsunuz, zaten yakında darbe olacak, buna pişman olacaksınız’ şeklinde bağırmaları, Ergenekon’un yürüttüğü psikolojik harekatın bir parçası olarak görülebilir.

Koman’ın darbe uyarısı

önceki gece Gazeteci ömer Şahin’in Kanal A’da sunduğu ‘Görüş Farkı’ programında birlikte katıldığımız Hasan Celal Güzel’in 12 yıldır hafızasında sır olarak sakladığı anektod da bu yöntem benzerliğini çok çarpıcı şekilde ortaya koyuyor.

1996 yılı Eylül ayında tebrik için dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman’a giden Güzel, şunları anlattı: ‘Kısa süreli tebrik ziyaretiydi. Bir iki saat sürdü. Bana ima yollu darbe olacağını söyledi.’

Program arasında Güzel’e sordum: ‘İma yollu nasıl söyledi, ne dedi?’ Güzel güldü: ‘Açık açık söyledi. Hükümet böyle devam ederse darbe olabileceğini söyledi.’

Oysa, 1996 Eylül ayı, Refahyol hükümetinin henüz ilk aylarıydı. Sürece adını veren 28 Şubat 1997 tarihindeki Milli Güvenlik Kurulu toplantısı henüz yapılmamış, 3 Kasım 1996’daki Susurluk kazası meydana gelmemiş, cemaat liderleri Başbakanlıkta toplanmamış, RP’li bir milletvekiline atfen yayınlanan ‘Kanlı mı canlı mı?’ sözü söylenmemiş, 31 Ocak 1997’deki Kudüs gecesi olmamış, 4 Şubat 1997’deki Sincan tankları yola çıkmamıştı.

Demek ki; Sorun, iktidarın icraatları değil bizatihi kendisiydi.

Güzel’in Demirel’e şapka esprisi

Sonrasına gelince...

Güzel: ‘Doğru dönemin Devlet Bakanı Abdullah’a Gül’e gittim. Darbe senaryosunu anlattım. Sanıyorum o da gidip Başbakan Erbakan’a anlatmış. Ayrıca Cumhurbaşkanı Demirel’e gidip gelişmeden haberdar ettim.’

Güzel’in anlattığına göre, Demirel, bu iddiayı pek ciddiye almamış ya da öyle gözükmüş. Program arasında Güzel’le sohbet ederken öğrendim, görüşmeden ayrılırken Demirel’e şu espriyi yapmış: ‘Şimdiye kadar şapkayı alıp giderken hep başbakandınız. Bu sefer Cumhurbaşkanı olarak şapkayı alıp gideceksiniz herhalde...’

Sonra?

28 Şubat mağdurlarından Güzel’in bu konudaki yorumu şöyle oldu: ‘Demirel, Cumhurbaşkanı olarak şapkayı alıp gitmedi ama kafasına asker şapkasını geçirdi.’

Tüm bu örnekler, Türkiye’nin nasıl bir psikolojik harekatla karşı karşıya kaldığını, zaman değişse, isimler değişse de kafaların ve yöntemlerin değişmediğini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.

Aslında, Genelkurmay eski Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun ‘28 Şubat bin yıl sürer’ lafı bile çok şeyi anlatıyor.

Sorunun hükümet icraatlarından değil egemenliği halka devretmek istemeyen askeri ve sivil bürokratik kesimin iktidar savaşından kaynaklandığını artık herkesin görmesi gerekiyor.

Şükür ki, Türkiye artık uyanıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi