İrfan Gündüz

İrfan Gündüz

KURBAN ve İNSAN...*

KURBAN ve İNSAN...*

Kurban, sözlükte yaklaşmak demektir. Kavram olarak ise; belirli şartları taşıyan bir hayvanı, Allah(c.c.)’a yakınlık sağlamak ve ibâdet niyetiyle usûlüne uygun olarak kesmek demektir. Akıllı, hür, mukîm ve dînî ölçülere göre zengin sayılan her mü’minin, ilâhî rızâyı kazanmak için kurbanını keserek Hakk’a, kesemeyenlere dağıtarak halka yaklaşması anlamına gelir.
İslâm; ferdi, derûnî hikmetlere ve insânî erdemlere ulaştırmayı öngörürken; toplumlar için, birleştirici ve bütünleştirici bazı emir ve uygulamaları da müesseseleştirmiştir. İslâm Dinî’nin bu sosyal özelliği, zekât, hac ve kurban gibi mâlî ibâdetlerde daha belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. “Onların ne etleri ne de kanları asla Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan ancak, sizin O’nun için yaptığınız, gösterişten uzak amel ve ibâdetlerdir.” âyetinde zikredilen hayvan kesiminin, et ihtiyâcı için kesilen hayvanlar olmadığı, bunların ibâdet oldukları gâyet açıktır. “Sevinçlerin paylaşıldıkça büyüdüğü, sıkıntıların paylaşıldıkça küçüldüğü” gerçeğinden hareketle, bayramlar, paylaşma ve dayanışma alışkanlığının toplumda yaygınlaşmasını sağlayan özel ve güzel günlerdir.
Kurban kesme geleneği ile ilgili tartışmalara gelince; bilindiği gibi bu gelenek neredeyse insanlık târihi kadar eskidir. Kurban kesmek, hem Kur’an’da, hem de Tevrat’ta anlatıldığı gibi Hz. Âdem’in iki oğlu Hâbil ve Kâbil’in Allah’a sundukları kurban ile başlamış ve tüm ilâhî dinlerde bu gelenek kesintisiz olarak devam ede gelmiştir.
Kur’an-ı Kerîm’in, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar geçen bütün peygamberlerin mesajlarını barındırdığını kabûl edersek, vahiy kültüründe kurbanın; Hâbil ve Kâbil’den bu yana yaşayan bir gelenek olarak devam etmekte olduğunu söyleyebiliriz. Kurban, sâdece tek tanrılı dinlerle sınırlı bir inanış değildir. Kurban, hemen hemen bütün inanış ve kültürlerde canlılığını hâlâ sürdüren bir ibâdet şeklidir.
İlâhlarla iletişim kurmanın, kendilerini ona affettirmenin, kızgınlığının önüne geçebilmenin veya yaklaşabilmenin bir aracı olarak kabul edilmekte ve uygulanmaktadır. Kısacası bugün veya geçmişte tek veya çok tanrılı bütün dinlerde kurban ritüeli, bireysel, hatta toplumsal arınmanın, başka bir deyişle ilâhlara yakın olabilmenin, bu uğurda her şeyden vazgeçebilmenin bir ifâdesi olarak kabûl edilir.
İslâm’daki kurban kesiminin tartışılması ve eleştirilmesi, konunun tek boyutlu olmadığını, yani sadece müslümanların uygulamalarındaki problemlerden kaynaklanmadığını, siyasî ve fikrî birçok nedenin bunda rol oynadığını söyleyebiliriz.
Konunun kültürel, psikolojik ve ideolojik temelleri tahlîl edildiğinde; Batı’daki kurban kesme karşıtlığının asıl nedeni, kan akıtılmasına ve hayvan katliamına duyulan tepki değildir. Öyle olsaydı batıda et tüketiminin çok daha düşük olması gerekirdi. Kurban kesme geleneğinin yaygın olduğu topluluklarda da et tüketiminin ve hayvan kesiminin çok daha fazla olması lâzımdı. Fakat istatistikler bunun tam tersini gösteriyor. Örneğin Türkiye ile herhangi bir batı ülkesi karşılaştırıldığında, kişi başına Türkiye’dekinin neredeyse tam yirmi katı fazla et tüketilmektedir. Öyle ise batılı anlayışın kurban karşıtı söylemini hayvan katliâmı ile îzah etmek mümkün değildir.
İnsan ve doğa katliamını yaşam biçimi hâline getirmiş ve bugünkü zenginliklerini bu katliamlara borçlu olan sömürgecilerin, kan akıtılmasına karşı sanılan bu tavırları, ilkeli bir duruştan çok, olsa olsa kendi vicdanlarını rahatlatmaya, kanlı geçmişlerini unutmaya ve uyguladıkları politikaların, ürettikleri silahların sonucu coğrafyaları dışında her gün yüzlerce, belki de binlerce masûm insanın katledilmesini örtmeye çalışma ve günah çıkarmanın farklı bir versiyonu olarak anlaşılabilir. İçlerindeki korku ve ezikliği atmak için çığlık atmanın, bir başkasına bağırmanın, kendinden kaçma ve gerçekten korkma psikolojisinin tabiî bir sonucu olsa gerektir.
Kur’ân-ı Kerîm’de: “(Ey Habîbim), o vakti hatırla ki, Rabbin meleklere: “Ben yer yüzünde (hükümlerimi yerine getirecek) bir halîfe (bir insan) yaratacağım.” dediğinde melekler: “Biz seni hamdinle tesbîh ve noksanlıklardan tenzîh ettiğimiz halde, orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın?” demişlerdi. Allah da: “Ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim.” diyerek onlara cevap vermişti.” Buyurulmaktadır.
Bu âyette insanoğlunun; yer yüzünde bozgunculuk çıkarma ve kan dökücülük gibi iki fıtrî özelliğine dikkat çekilmektedir.
Gerek dinler, gerek medeniyetler, gerekse değişik kültür ve inanç sistemleri insanlarda müştereken var olan, “Saldırganlık İç-güdüsüne” çeşitli yollar ve değişik usûllerle tatmîn bulmak gibi bir durumla karşı karşıya kalmışlardır.
Ringlerde, arenalarda kanlar içinde can veren, pistlerde veya meydanlarda odun yığınları arasında diri diri yakılan insanlar, hep bu medeniyetlerin kendi taraftarlarını tatmîn etmek için fedâ ettikleri kurbanlar diye değerlendirilebilir.
Dinler, medeniyetler ve kültürler, insanda mevcût bu içgüdünün asırlar önce farkına varmış ve tezâhürleriyle tesbît etmiştir. O yüzden bu içgüdüye karşı çıkmak yerine, kendi istikâmetinde gerçek objeleriyle tatmîn etme cihetini benimsemişlerdir.
İslâm ilk merhalede insanda mevcût bu öldürme iç güdüsü gerçeğini olduğu gibi kabûl etmiş, ona karşı çıkmamış ve onu köreltmeye de gitmemiştir. Bunlara ilâveten bu iç-güdüyü, birtakım sahte hedeflerle oyalama ve kandırma gibi bir tutumu da benimsememiştir.
Bu problem; mevcut iç-güdünün doğurduğu gerilimin muayyen bir seviyenin üstüne çıkmaması ve altına da düşmemesi şeklinde iki taraflı bir denge unsuru olarak ele alınmıştır:
İslâm’ın bu iç-güdüyü belli ölçüler içinde desteklemesi, aklın ve îmânın kontrolünde tutmaya çalışması dengeli ve tutarlı bir hayatı temîn içindir. Tatmîn bulmayan bu içgüdü, birikim netîcesi zamanla büyük bir gerilim doğuracak ve sudan sebeplerle, “Patlama” yaparak kitle hâlinde öldürmelere, intihârlara kısacası çok daha büyük felâketlere sebebiyet verecektir.
İş hayâtının ibâdet rûh ve şu’ûru ile yapılmasını isteyen İslâm tasavvufunun, her sanata bir “pîr” vererek, ya bir peygamber, ya bir sahâbe ya da bir velînin gölgesinde sanatın icrâsını isterken, avcılık ve kasaplık gibi zamanla sâhibindeki merhamet duygusunu yok edecek dalları dışarıda bırakması bu bakımdan anlamlıdır.
S.Freud’un konu ile ilgili tesbîtlerinde; insan başta kendine karşı saldırgandır. Fakat objesini sonradan değiştirir. İnsan, yaşama isteklerinin baskın oluşu yüzünden, kendini öldürmemekte ve bunu başkalarına yöneltmektedir.
Kumar da yine bu iç güdünün tatmîn araması sonucu ortaya çıkan bir davranış kalıbıdır. İnsanın karşısındakinin parasını, pulunu, malını, mülkünü, nesi var nesi yoksa her şeyini almak ve böylece tatmîn bulmak ve rahatlamak istemesindendir.
Sosyal psikolojide kişisel sivriliklerin törpülenmesi anlamında rehâbilitasyon projelerinin hayata geçirilmesi, bazı spor dallarının ihdâs edilmesi, sado-mazohist eğilimleri frenlemek için kulüpler kurulması bu gerekçelerle olsa gerektir. Enerji dolu kavgacı gençlerin bu yeteneklerinin kum torbalarına veya rakiplerine yönlendirilmesi, hem kendileri, hem de izlemekten zevk alanlar için bir terâpi anlamına gelmekte, bu enerjinin üçüncü kişilere yönelmesi engellenmektedir.
Kurban kanı akıtmanın insan kanı akıtmaya engel olduğunu isbât sadedinde Hz. İbrâhim kıssasını hatırlamak ve bir iki noktaya yorum getirmek yeterlidir.
Hazret-i İbrâhim, oğlu Hazret-i İsmâil’i Allah Te’âlâ’ya kurban etmek için söz vermişti. Zamânı gelince kendisine bu sözü hatırlatılır. O da gerekli hazırlığı yaparak oğlunu Kurban etmek üzere müsâit bir yere götürür. Oğlunu yatırır ve bıçağı boğazına vurur. Fakat bıçak çocuğun boğazını kesmemekte, ya da teslîmiyetinden dolayı kesecek boyun bulamamaktadır. Bu esnâda Cenâb-ı Hak tarafından Hz. İbrahim’in sözünde durmasının, Hz. İsmâil’in teslîmiyetinin mükâfâtı olarak kurban edilmek üzere Cebrâîl aracılığı ile bir koç indirilir. Bu koçu keserse oğlunun yerine kabûl edileceği bildirilir. Bunun üzerine Hazret-i İbrâhim, o koçu keser ve ileride Peygamber olacak olan oğlu Hazret-i İsmâil, böylece kesilmekten kurtulur.
Bu koçun Kurban edilmesi, Hazret-i İsmâil’i kurban edilmekten kurtarmıştır. Birinden akan kan diğerinden akacak kana bedel olmuştur. Bu teşebbüs, Allah tarafından Hazret-i İsmail’in yerine bir koç kurban edilmesi şekline çevrilmiş ve Müslümanlar arasında kurban kesmek şeklinde devam ede gelmiştir.
Kurban kesmek beşerî ilişkilerdeki sertlikleri gidermekte ve insânî münâsebetlere yumuşaklık, esneklik ve elâstikiyet kazandırmaktadır. Kurban kanı akıtmak, insan kanı akıtmaya engel olmaktadır. Şâyet Hazret-i İsmail Kurban edilmiş olsaydı, gelecek nesillerin de kurban edilmesi gerekecekti. Bir anlamda kin ve intikam iç-güdüsünün kurban kanı sıcaklığında eritilerek terapiye tâbî tutulması, diğer insanlara dönük cinâyet ve yaralama olaylarına mânî olmaktadır.
İnsanda mevcut bu “Saldırganlık İç-güdüsü” cemiyetlerin sosyolojik birtakım sınıflara ayrılmasına ve bu sınıfların varlıklarını devam ettirmelerine sebep olmaktadır. Cemiyet içerisinde daha güçlü ve daha kuvvetli insanların, kendilerinden daha zayıf insanlar üzerinde otorite tesîs etme ve onlara tahakküm etme duygusu sınıflaşmaların çekirdeğini oluşturmaktadır.
Kurban kesmek, nesilleri artırmakta, inkıtâa uğramasına mânî olmakta ve cemiyet içerisinde nüfusun normal ölçülerde çoğalmasını sağlamaktadır.
Kümes hayvanları Kurban edilmezler, çünkü onlardan akacak kan insanda mevcut bu iç-güdüyü tatmîn için yeterli değildir. Yoksa onların cüsselerinin ufak, etlerinin az olması Kurban edilmelerine engel teşkîl edecek bir husûs değildir. Zira, Kurbanın ilk hedefi et değildir.
Kurban, ilâhî sevgiye nâil olabilmek için para, mal-mülk gibi ikinci-üçüncü dereceden birtakım sevgilerimizi ve dünyevî değerlerimizi, Allah için fedâ etme gayretinden başka bir şey değildir.
*Birlik ve beraberliğimizi kuvvetlendirmesi dileğiyle Kurban Bayramınızı kutlar; aydınlık bir Türkiye’de aileniz ve sevdiklerinizle birlikte nice mutlu bayramlar geçirmenizi dilerim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Gündüz Arşivi