“Manevi yükseliş günü Pazar’ı onurlandırmak”

“Manevi yükseliş günü Pazar’ı onurlandırmak”

Alman Anayasa Mahkemesi kararı bu istikamette.
Kilise şikayetine neden olan icraat: 2006 yılında Berlin Eyalet Meclisi, alışveriş merkezlerine YILDA ON PAZAR GÜNÜ açma izni verdi.
İncil ne diyor: “Pazar gününü onurlandır”
Kilisenin şikayeti: Alman toplumunun gelenekleri, ekonomik gerekler için harcanamaz. Pazar gününün onurlandırılması için tam tatil olması gerekir.
Alman Anayasa Mahkemesi’nin hükmü: Anayasa, Pazar gününü, “Dinlenme ve manevi yükseliş günü” olarak nitelendiriyor. Kitab-ı Mukaddes’teki, “Pazar gününü onurlandır” ifadesi istikametinde, Berlin Eyalet Meclisi kararını, Anayasa’nın, “inanç özgürlüğü maddesini çiğnediği” gerekçesiyle iptal etti.
Kiliseler kararı değerlendirdi: “Yüksek mahkeme kararıyla, Pazar gününe ilişkin anayasal koruma bir kez daha teyit edilmiştir. Pazar, Hıristiyanlar için dini bir tatil ve dinlenme günüdür.”
Alman medyasının değerlendirmesi: Die Velt yazarı Matthias Kamann, makalesinde; “Bu karar Hıristiyanlığa, İsviçre minare referandumundan daha çok hizmet eder” diyor.
Örnek ve taklit için değil, ibret almak için halimize ve darbe anayasalarına bakmalı: Müslüman’ın Cuma bayramı ve Cuma sorumluluğu resmiyette tanınmamaktadır. Yok hükmünde tanımama değil. Yasaklı. “Cuma onurlandırması” diye talep olsa “andıç” salgınına uğrar ülke. Ama Yahudi ve Hıristiyan kutsallarını onurlandırmak...
Alman Anayasa Mahkemesi’nin bu onurlandırmasından daha dikkat çekici kararlar var. YÖK’ün eski tamimlerini saymazsak, Yahudi hafta tatili için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları: On binlerce Müslüman kızın yüz binlerce senelik tahsil hayatlarını hiçe sayan “başörtüsü zulmüne” büyük bir memnuniyetle, “aslanlarım, becerdiniz” edasıyla “Sizin hakkınız beni ilgilendirmez” derken, Fransa’da Cumartesi imtihana girmeyen Yahudi öğrencinin “sene kaybına meydan verilmemesi” için özel kurul kurularak imtihan yapılmasına hemen karar vermişti.
Radikal Gazetesi, İsviçre’deki minare yasağını söylerken, “Onlara biz daha mı özgürlükçüyüz” demiş. Ayasofya Camii, Fatih’in vakfiyesi ve tarihimizi inkar pahasına avlusu meyhaneye çevrildi. Daha ne istiyorlar! Başörtülü, okula, ordu ve mahkemeye sokulmazken, azınlık okullarında örtü mü, sakal mı yok? Ne kadar terbiyeden, hayadan yoksun kimse varsa İslam’a, Müslüman ve değerlerine saldırıyor. “Sokakta başörtüsü takan öğretmenlik yapamaz, nikahsız eş değiştirme mani değil” diyor Danıştay.
Yasakçılıktan “Heybeliada Ruhban Okulu” kastediliyorsa, siz de biliyorsunuz ki bu izin, Batı hatırına gecikiyor. “Müslümanlar da özel dini okul ister” diye verilemiyor.
Kaldı ki biz bizde miyiz? Halimize bak! Bir tarafta gençlerimiz işsiz. Kalkınmak zorundayız, sanayimiz yetişmiş eleman arıyor. Meslek okulu açmak gerekirken tersine kapansın diye ne fedakarlıklara katlanıyoruz.
Etkili ve yetkililerimiz, vali fişletmeye şoförünü tayin sistemi ve andıcını keşif gibi hayati bir görevdeler. Kim namazlı? Kimin parmağında gümüş yüzük? Evlerinde nasıl oturuyorlar? Bu insanlar fişlenip halledilmezse, ülkenin hali ne olur? Bunlar yetmiyor:
PKK, Filistin, Irak, Afganistan, Somali, Pakistan, Sudan kan gölü. Bu kan bizim yüreğimize akıyor. Baksanıza, nasıl şaşkınız. Denizden, karadan bomba ve silah fışkırıyor. Tankın zırhını delen lav silahını, bir de dünyaya göstererek “Bu boru! Boru!” diye brifing veriyor; millet varlığı ile ilgili hayati vesikaları kağıt sanıyor, “çöpe atılması, silinmesi, yok edilmesi” için gayret sarf ediyoruz. Bu hallerimizle biz bizde; biz kendimizde miyiz!
Ama çoğu gitti, azı kaldı. Teker tümseği aştı. Biz, kendimize geleceğiz. Buna mecburuz. Dünyanın da buna ihtiyacı var.




Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi