Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Gazze’ye yardım konvoyu ve Yavuz’un Kudüs “Amannâme

Gazze’ye yardım konvoyu ve Yavuz’un Kudüs “Amannâme

Hangi inanca, hangi etnik kökene mensup olursa olsun yüreği acıyan insanlarla yüreklerini bütünlemiş gayûr kardeşlerimizin Gazze’ye düzenledikleri “Yürek Seferi”, Mısır’ın duyarsızlaşıp âdeta Firavunlaşmış yöneticilerinin engeline tosladı…
İHH’nın önderliğinde gerçekleşen yardım konvoyu bu yüzden günlerden beri Mısır sınırında bekletiliyor. Tüm teşebbüsler sonuçsuz, tüm girişimler tersyüz…
Elim durumu dünyaya duyurmak için gerçekleştirilen protestolar, Mısırlı yetkililerin anlamsız öfkesine çarpıyor; hırpalanıyorlar, taşlanıyorlar, hatta mücrim gibi gözaltına alınıyorlar…
Tek “suç”ları, İsrail bombardımanı altında ezilmiş bebeklere, hastalara, yaşlılara, yaralılara, muhtaçlara, kısacası çaresizliği iliklerinde hisseden insanlara soluk olmaya çalışmaktan ibaret…
Kardeşlerinin derin acılarına duyarsız kalacak kadar katılaşmış yürekler bu kutsal çabayı anlayamıyor. Anlamaya bile çalışmıyor. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” saçmalığında, hatta yardım çabasını engellemeye bile çalışıyorlar.
Bu manzara karşısında insanın ruhu inciniyor, insanlığından utanacak duruma geliyor.
Birden fark ediyorsunuz ki, dünya Müslümanlarının bizden başka dostu kalmamış. Türkiye tarihinden gelen misyonu sahipleniyor. “Önder”lik ve “örnek”lik görevini, en azından sivil bazı oluşumlar vasıtasıyla sürdürüyor.
Hele konu özelde Gazze, genelde Kudüs ve tümünü kapsayan Filistin ise insanımızın duyarsız kalması mümkün değil. O günleri özlemle hatırlamaması da…
Hatırlayın: Bu bölgede yüzlerce yıl süren Müslüman hâkimiyeti (Fatihler: Hz. Ömer, Selahaddin Eyyûbi ve Yavuz Selim) döneminde Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Museviler asla çatışmamış, maharetle oluşturulan hoşgörü ortamında âdeta “kurtla kuzu” yan yana yaşamıştı.
Sonra tekrar Haçlı hakimiyeti geldi, barış bozuldu. Kan oluk oluk aktı. Hazret-i Ömer’in fethi sonrasında gelen Haçlı istilâsı sırasında iki gün içinde kırk bin Müslüman katledilmişti. Görgü şahitlerinden Raymund of Aguiles isimli bir Haçlı şövalyesi, “Süleyman Tapınağı’nda akan kanların yüksekliği, adamlarımızın dizlerinin boyunu aşıyordu” diyerek, Müslüman ve Musevi katliamıyla övünüyor.
Eyyûbi hakimiyeti sonrasında Osmanlılar…
Mısır’ı fethetmesiyle birlikte, Arap sultanların o zamana kadar kullandığı “Hakimül Haremeyn” (Mekke ve Medine’nin hükümdarı) yerine, “Hadımül Haremeyn” (Mekke ve Medine’nin hizmetkârı) unvanını kullanan Yavuz Sultan Selim, Peygamber-i Âlişan Efendimiz’in Mekke’ye girişine benzer mütevazı bir girişle Kudüs’e giriyor…
Vakit tam da ikindi vaktidir. Padişah akşam namazını Mescid-i Aksa’da kılacağını, ona göre hazırlık yapılmasını söyledikten sonra, Kubbetü’s-Sahra’yı ziyaret ediyor.
Hacer-i Muallak (Miraca yükselirken Efendimiz’in üstüne bastığı taş) altında iki rekât şükür namazı kılıyor. Gözlerinde iki sıra yaşla dua ediyor.
Oradan akşam namazını kılmak üzere Mescid-i Aksa’ya geçiyor. Görevliler, padişahı kokulu mumlarla karşılıyorlar. (Bilgi notu: O devirde kutsal mabed 12 bin kandille aydınlatılıyordu).
Yavuz Padişah burada akşam ve yatsı namazlarını kılıyor.
Ve 01 Ocak 1517’de Kudüs’ten ayrılmadan önce, Hz. Ömer’le Selahaddin Eyyûbi’nin yerli halka tanıdıkları hakların, o gün itibariyle tekrar yürürlüğe girdiğini, o imtiyazlara sadık kalınacağını bildiriyor.
Bir süre sonra da kendi özel fermanını yayınlıyor…
“Emr-i Şerifim mûcebince her kim bir gayrı şekle giderse ve bozarsa, Allah Teâlânın kahrına uğrasun” diye başlayan “Nişan-ı Hümâyun”un Osmanlı hoşgörüsüne örnek teşkil eden ve bu açıdan günümüz için çok önemli olan bazı maddelerini bugünkü Türkçe ile aktarmaya çalışayım:
“Hazreti Ömer radiyallahu anh hazretlerinin verdiği nâme ve Melik Selahaddin zamanından beri verilen emr-i şerifler gereğince (Ermeni ruhbanların) sahip bulundukları (kiliselerine) bağlı mezhepdaşları olan Habeş, Kıptî ve Süryani toplumlarına, Mar Yakub Kilisesi’nde oturan Ermeni patrikleri tarafından sahip olunup, başka toplumlardan hiçbir kimsenin karışmaması için bu Nişân-ı Hümayunu verdim…
“Emrim budur ki; söylenilen şekilde hareket edilip… Eskiden beri olduğu gibi Ermeni toplumu patriklerine, ellerinde olan kilise, manastır, mabet ve diğer kutsal yerlerine, kendilerine bağlı mezhepdaşları ve yamaklarına, başka toplumlardan hiç kimse karışmayacaktır.
“Kamame Kilisesinin ortasında bulunan türbe, Kudüs’ün dışında bulunan Meryem Ana mezarı… Mabet ve kutsal yerleri, kendilerine bağlı mezhepdaşları ve diğer emlâk ve eskiden beri sahip oldukları şeyler, belirtildiği üzere Ermeni toplumu ve patrikleri elinde ve tasarrufunda olacaktır.
“… diğer mabed ve kutsal yerlere vardıklarında, devletin yönetim görevlilerinden ve başkalarından hiç kimse karışmayacak ve rahatsız etmeyecektir.
“Bugünden sonra… çocuklarımdan, vezir-i azâmlardan, sulehâ-i kiramdan, kadılardan, beylerbeyi, sancakbeyi, mîrmîrân ve… diğer kapım kullarından ve başkalarından, özet olarak, küçük ve büyükten, yaratılmış hiçbir fertten, ne olursa olsun her ne suretle olursa olsun, her ne sebeple olursa olsun, karışmayacak, rahatsız etmeyecek, değiştirmeyecek ve bozmayacaktır.
“Her kim karışır, rahatsız eder, değiştirir ve bozarsa, hükümdarların yardımcısı olan Allah’ın katında suçlular takımından sayılsınlar.
“Şöyle bilinsin; hazineler açan hükmümü, âlemi süsleyen ak tuğra ile parlak ve bezenmiş görenler, kutlu anlamını doğru ve anlatmak istediğimizi onaylamış bilip, şerefli tuğrama güvensinler. 9 Kasım 1517.”
Yavuz’un Kudüs’e girişinin yıldönümüne rastlayan günlerde gerçekleşen “yardım konvoyu”na selamet diliyor, bu hayırlı teşebbüsü ve kararlı direnişi için İHH’ya teşekkür ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi