Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Gerçek hayat-sanal yaşam

Gerçek hayat-sanal yaşam

Hayat tuhaf! Her anı sürprizlerle dolu… Her an “oh”unuz “ah”a dönüşebilir…
Bir gün balyoz gibi bir cümle düşer beyninize: “Yapabileceğimiz bir şey yok!” der, doktorunuz…
Bu “Ölüme mahkûmsunuz” anlamına gelmektedir…
Dünyanız başınıza yıkılır, kala kalırsınız.
Oysa hepimiz aslında ölüme mahkûmuz, dostlarım!
Mademki ecel gizli, ne zaman, nerede, hangi şartlar altında geleceği belirsiz, hayatımız namlunun ucunda demektir.
Balyozcu cuntalar adınızı “ölüm listesi”ne yazsalar da yazmasalar da fark etmez…
Ha üç gün önce, ha yirmi üç yıl sonra; fark etmez…
Bugün yaşayanlar yarın ölecek! Yüz sene sonrasına hiç birimiz kalmayacağız. Ne var ki, bunu düşünmek işimize gelmiyor. Ölüm yokmuş gibi yaşıyoruz.
Ve en güzel zamanlarımızı çöplüğe fırlatıyoruz…
Hayatımıza sonsuzluklar inşa etmek gibi bir çabamız yok.
En sevdiğimiz şeylerden biri de vakit öldürmek: Vakit öldürerek yaşıyoruz!
Kütüphaneler boş, kahvehaneler, meyhaneler dolu…
Kitap okumada sonuncu, dondurma üretmede üçüncüyüz…
Sigara içme oranımız yüksek, eğitim ortalamamız düşük (Kişi başına üçbuçuk yıl)…
Bunların nedenleri üzerine kafa patlatacağımıza, her akşam ekrana kilitlenip gerçek hayattan kopmayı yeğliyoruz.
Her akşamımızı televizyon başında zaman yitire yitire, hayatımızı yitirmeye başladık neredeyse…
Hayatımızı yitirmesek bile, her gece, geleneklerimizden, göreneklerimizden bir şeyler yitiriyoruz…
Baksanıza artık eski saygıdan, sevgiden, ilgiden, bilgiden ve derin aşklardan eser kalmadı. Her şey sanallaştı neredeyse; sever gibi, bilir gibi, görür gibi, hatta yaşar gibi yapıyoruz!
Evimizin her yerinde, bizi yirmi dört saat izleyen kameralar yok, ama beynimizin içi kamera dolu; kendimizi zumluyor, belki farkında olmadan rol kesiyoruz. Yaşamak yerine rol yapmak, ne vahim bir olgu! Ayrıca, bizim olmayan bir hayatı bizimmiş gibi algılamak korkunç!
Sonuçta suç oranları arttı. Şehirlerimiz gasptan, çeteden, soygundan geçilmiyor. Ve ilgililer kara kara neden böyle olduğunu düşünüyorlar?
Ya ne olacaktı? Masum masumcuk bir Türkiye’ye mi ulaşacaktık? Öyle bir Türkiye oluşturmak için çabalamadık ki biz, böyle bir Türkiye oluşturmak için çabaladık…
Sürekli rüzgâr ektik açıkçası; fırtına biçmeye başlayınca da sorgulamaya başladık: “Acaba soygun, kapkaç, gasp olayları neden arttı”?, “Mehmet Ali Ağca’ya neden böyle ilgi gösteriliyor?”
Başka ne olacaktı ki? Yersiz merakımız uğruna akşamlarımızı verdiğimiz “dizi film”lerde katiller resmigeçidi var…
Her gün onlarca adam katleden katillerle amcasının karısına sarkan reziller “kahraman” olarak sunuluyor bize!
Her gece onlarca şiddet sahnesi izliyor çocuklarımız… Toplumun “sapma” saydığı “cinsel tercih”ler “normal”mış gibi gösteriliyor…
Çıtımız çıkmıyor…
Ama bunlar toplumsal fırtınaya dönüşünce, feryada başlıyoruz: “Suç oranları arttı!.. Katiller kahraman oldu!..”
Sabah şerifleriniz hayrolsun, efendim!
¥
Her akşam ortalama 5 saat seyrettiğiniz televizyonunuz, bakın size neler veriyor?..
1. Ekrandaki ailelerin eğitim düzeyiyle eğitim düzeyimiz, gelir düzeyleriyle gelir düzeyimiz, terbiye anlayışlarıyla terbiye anlayışımız uyuşmuyor. Hatta sık sık taban tabana zıtlaşıyor.
2. Ekrandaki ailelerin namus anlayışı, toplum ekseriyetimizin “namus” telâkkisine uymuyor. Ekranda her türlü sapıklık kol geziyor…
3. Dizilerdeki insan ilişkileri yapay. İnsanlarda yardımlaşma duygusu yok. Her şey menfaat üzerine dönüyor…
4. Televizyonda yoğun biçimde gösterilen aile yapısının yüzde 20'si Amerikan tipi. Türk tipi aile yapısı yüzdesi yalnızca 14…
5. Sık sık ekrana sürülen tiplerden yüzde 74'ü üst gelir grubundan. Toplumumuzda ekseriyeti teşkil eden düşük gelir gruplarının ekrana yansıma oranı ise yalnızca yüzde 26…
Sonuç: Ekranda seyrettiğimiz insan modeli ve aile yapısı ile bizim insan modelimiz ve aile yapımız arasında hiçbir bağ yok...
Televizyonlarımızdaki aileler aile hayatımızın bir iz düşümü değil.
Anlayacağınız televizyon, toplumun içinde yaşamadığı bir hayatı ve dünyayı, topluma dayatıyor…
Ya gerçek hayat?..
Hatırlayın ki, bu memlekette topraktan askeri mühimmat fışkırıyor…
Kuvvet komutanlığı yapmış insanlar suiistimalden hüküm giyiyor (Eski bir Deniz Kuvvetleri Komutanı mahkûm oldu)…
Bu ülkede arka arkaya darbe plânları deşifre oluyor, “Darbe sonrasında kalemi kırılacak gazeteciler”le “Yararlanılacak gazeteciler” listesi yayınlanıyor…
Bu ülkede “Laikliği koruyup kollama”yı kendine görev addettiğini söyleyen medya patronları ile tanınmış bazı işadamları kendi bankalarını hortumluyor…
Bu ülkede tanınmış “sanatçı”lar evlenip boşanmaktan ve “âşık” değiştirmekten fırsat bulup “sanat” yapamıyor…
Üstüne üstlük, bir de din başta olmak üzere moral değerler ideolojik nedenlerden dolayı sürekli saldırıya uğruyor, insanların imanıyla, vicdanıyla, yüreğiyle ve kılık kıyafetiyle oynanıyor…
Böyle bir ülkede “doğru insan” yerine, bol miktarda hırsız, soyguncu, çeteci, sahtekâr, gaspçı, kapkaççı, ayyaş, esrarkeş yetişir…
Katiller de saygı görür!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi