Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Bugün dünde saklıdır

Bugün dünde saklıdır

“Terk-i cemaat idüğün şuyu’ bulmağılen şehadetun caiz değildur!.:”
Yani, “Namazlarını cemaatle kılmadığın için, şahitliğini kabul etmiyorum...”
Bu cümleyi okuduğum güne kadar, bir padişahın böyle uluorta azarlanabileceği hiç aklıma gelmemişti.
Henüz ilkokul beşinci sınıfa gidiyordum ve Başöğretmenim Hikmet Bey, sürekli olarak padişahların “astığı astık, kestiği kestik diktatörler” olduğunu anlatıyordu. Başöğretmenim Hikmet Beye göre, Osmanlı asırlarında ne yapılmışsa kötü, cumhuriyet ne yapmışsa iyi idi...
“Öyle ise neden millet yiyecek bir dilim ekmeğe muhtaç yaşıyor?..” diye sorgulardım içimden. Fakat soramazdım, aykırı sorular sormaktan korkardım.
Sonra o kitap elime geçti. “Molla Fenari” lâkabıyla meşhur Muhammed Şemsüddin Buhari’nin, mahkemeye çağırdığı Padişah’ı (Yıldırım Bayezit) azarladığını okudum.
“Eyvah şimdi cellâtlarına emir verip adamın başını vurdurur” diye yanarken, ne göreyim; Padişah boynu bükük olarak mahkemeden çıkmış, sarayının bahçesine hemen bir cami inşa ettirmiş ve Bursa’da olduğu günlerde beş vakit namazını cemaatle kılmaya başlamış...
Bir kez daha, Başöğretmenimin anlattıklarıyla gerçekler arasında kala kaldım...
Yeterli bilgi birikimim olsaydı, tarihi zaferlerle ilgilendiğimiz kadar insanlarla neden ilgilenmediğimizi sorgulardım. Muazzam zaferlerle gözlerimiz kamaşmış olmalı ki, bir zafer tarihi inşa eden insanları göremez olduk...
O tarihte buna yanacak kadar birikimim yoktu, ama şimdi var ve gerçekten yanıyorum. Bir tarihi zafer âbidesine dönüştüren insanı ihmal ettik. Onu ihmal edince, tarih at kişnemeleriyle kılıç şakırtılarından ibaret kaldı. O günden beri çocuklarımıza salt savaşlarla zaferlerden ibaret bir “şiddet tarihi” okutuyoruz.
Öncelikle bunu “sevgi tarihi”ne dönüştürmemiz ve çocuklarımızın yüreğini sevgiyle beslememiz lâzım.
Sevgi halkamızdan Molla Fenari’yi tanımaya çalışırken, karşıma “Emir Sultan” lâkabıyla meşhur Seyyid Muhammed Şemsüddin Buhari çıktı (ölüm tarihi 02 Mart 1389). Fark ettim ki bunlar, Başkent Bursa’da aynı devirde yaşamış önder isimlerdir. Fark eder etmez kavramaya, Başöğretmenim Hikmet Bey’in anlattıklarıyla kitaplardan öğrendiklerim arasında bir yol bulmaya çalıştım.
Bu ikisi iyi arkadaştılar. Bursa’nın ayrılmaz parçası Somuncu Baba (Hamid Hamidüddin) ile birlikte Osmanlı’nın gücünü, şefkatini, hamiyetini, adaletini ve azametini temsil ediyorlardı.
Nihayet bir gün, Osmanlı’yı “Cihan hakimiyeti mefküresi”ne taşıyan sırrın bu “erenler halkası” olduğunu keşfettim. İlmin izzeti ile âlimin kıymeti bu halka içinde temsil edilmiş, Osmanlı idarecileri “erenler halkası” içinde yer alan gönül dostlarına verdikleri kıymet ölçüsünde büyümüşler, devleti de aynı ölçekte büyütüp milleti “saadet diyarı”na taşımışlardı.
Çünkü yalnız onlar, hiçbir dünyevi hesap yapmadan, hiçbir menfaat kaygısına düşmeden, makam-mevki endişesine kapılmadan düşüncelerini ifade edebiliyor, yazının giriş bölümünde görüldüğü gibi, gerektiğinde padişahlara meydan okuyabiliyorlardı.
Tabii bu da yönetici sınıfı kıble istikametinde tutuyordu.
Hiçbir tereddüde kapılmadan, ilim ve din adamlarını, Osmanlı yükselişinin manevi mimarları olarak selâmlayabiliriz.
Kuşkusuz bunların başında da Seyyid Muhammed Şemsüddin Buhari (Emir Sultan) var...
Emir, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyişiyle, “15. asrın halk muhayyilesine en çok mal olmuş kişisi”dir...
Molla Fenari ve Somuncu Baba ile birlikte, Osmanlı Devleti’nin dini ve ahlâki temellerini atmış, “Osmanlı insanı”nı Kur’an ve Sünnet odaklı bir imparatorluk kuracak kıvama getirmiştir.
Hal ve tavrıyla Yıldırım Padişah’ı o kadar etkilemiştir ki, sevgili kızı Hundi Fatıma Sultan’ı bu beş parasız âlime vermekte hiç tereddüt göstermemiştir. Padişah tereddüt göstermemiştir, ama Hanım Sultan, ya kadınca bir dürtü yahut bu evliliğin ne kadar imkânsız olduğunu göstermek sevdasıyla, rivayete göre Hoca’dan kırk deve yükü altın talep etmiştir.
Durum Hoca’ya bildirilince gülümsemiş, “Mesele dünyalıksa kolay, Valide Sultan lütfedip bana kırk deve gönderirse, ben de altın yükleyip kapısına yıkarım” diye haber salmış, gelen develeri deniz kıyısına götürüp sırtlarındaki çuvalları çakılla doldurmuş, sarayın kapısına dayanmış, çuvallar avluya yıkılınca etraf çil çil altınla dolmuştur. Ancak ondan sonra Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Fatıma Sultan’la evlenebilmiştir.
Tabii bu anlattığım, Emir Sultan’ın kerametine yürekten inanmış temiz Anadolu insanının pâk yüreğinden çıkma bir menkıbedir. Yine de Emir Sultan’ın dünya malı karşısındaki duruşunu göstermesi açısından ilginçtir.
Bu yürek adam aslen Buharalıdır. Babası ölünce Medine’ye yerleşmiş, ancak Âlişan Efendimiz’in rüyasına girmesi ve nur saçan üç kandili takip ederek kandillerin söndüğü yere yerleşmesini emretmesi üzerine Uludağ eteklerine kadar gelmiş, kandiller orada sönünce de Bursa’ya yerleşmiştir.
Emir Sultan’ın adı kısa sürede Bursa’yı sarmış, etkili vaazları yürekleri tutuşturmuş, nihayet saraya “damat” olmuştur.
Başöğretmenimin oldurmaya çalıştığı gibi “materyalist” biri olsaydım, bunları öğrenemeyecek, Osmanlı’yı baş döndürücü bir hızla imparatorluk burcuna yükselten sırrı asla keşfedemeyecektim.
İyi ki “doğru kitap”lar, özellikle de “doğru tarih” var.
Bunlar olmasaydı, alaca karanlıkta el yordamıyla yürümek zorunda kalır, bugün yaşadığımız “cunta plânları”nın bile mahiyetini kavrayamazdık.
NOT: Daha detaylı bilgi isteyenlere “Biz Osmanlıyız” isimli kitabımızı tavsiye ediyorum (0212 444 24 14).




Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi