Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Rumi Yılbaşı ve Tıp Bayramı

Rumi Yılbaşı ve Tıp Bayramı

Bu topraklarda Hicri Takvim’in yanı sıra, yıllar yılı kullanılan Rumi Takvim’e göre Milâdi 14 Mart (Rumi 1 Mart) yılbaşıdır…
Perşembe gecesi 1423 yılı bitmiş, 1424 yılı başlamıştır. Kutlu olsun! (Cumaları sırf “irtica olsun” diye yazmadığım için yine günü gününe denk gelmedi.)
Biliyorsunuz, Osmanlılar Tanzimat’a kadar (1839) hayatın her alanında Hicri Takvim kullanırlardı. Ancak Tanzimat’ın ilânıyla birlikte, ekonomik konularda Rumi Takvim’e geçtiler.
Zaten Tanzimat hareketi Osmanlı Devleti açısından dönüşümün başlangıcıdır. Osmanlı Devleti’ni yönetenler, o tarihte yüzlerini bütünüyle Batı’ya dönmüş, Avrupalı büyük devletlere, “Her istediğinizi yapacağız ve sizin gibi olacağız” mesajını vermiştir.
Elbette bu karar sadece yöneticilerin verdikleri bir karardı ve halkın ihtiyaçlarıyla hiçbir ilgisi yoktu. Halk kendi halinde, kendi imanını yaşama kararlılığını sürdürüyordu. Hattâ halk fermanla dalga geçiyor, bu fermanın üstünde tuğrası bulunan padişahı (Sultan II. Mahmud) “Gâvur Padişah” ilân ediyordu.
Devletin ekonomik planlamalarında uzun süre Rumi Takvim kullanıldı. Rumi Takvim’e göre “yılbaşı” sayılan Mart ayı, mali yılın da başlangıcı sayıldı. Bu uygulamadan ancak 1983'te vazgeçildi.
14 Mart, aynı zamanda ülkemizde Tıp Bayramı olarak kutlanıyor.
Bunun sebebi, Osmanlı Devleti’nde “Tıbhane-i âmire” ve “Cerrahhane-i âmire” adıyla, bugünkü anlamda ilk tıp okullarının bu tarihte açılmasıdır.
Bu tarih, umumiyetle ülkemizde modern tıp eğitiminin başlangıç tarihi olarak kabul edilir.
Tıp Bayramı, ülkemizde ilk kez, Birinci Dünya Savaşı sonunda, İstanbul’un işgal altında olduğu günlerde (1919) kutlandı. Asıl niyet Tıp Bayramı kutlaması değil, işgale tepki göstermekti. Bu amaçla bir araya gelen tıbbiyeli öğrenciler meydanları doldurdu. İngiliz işgali protesto edildi.
Zaman içinde olay “Sağlık Haftası”na dönüştü. Bir süreden beri 14 Mart’ı takip eden hafta, “Sağlık Haftası” olarak kutlanıyor.
Bunun derin tarihine girecek değilim. Ama doktorlarımız başta olmak üzere, tüm sağlık personelinin büyük özveri gösterdiklerinin altını çizmek isterim. Hepsine şükran borçluyuz…
Her Tıp Bayramı’nda, yahut doktorlar ve hastaneler söz konusu olduğunda Atatürk’ün sürekli olarak tekrarlanan “Beni Türk doktorlarına emanet ediniz” şeklindeki övgüsünü tekrarlamak iyi de, sorunun çözümüne bir katkısı yok. Sağlıkçılarımızın çalışma şartları kötü…
ücretleri yeterli değil… Teknik donanım eksik… Zaman zaman saldırıya uğrayıp hayatını kaybeden doktorlara ilişkin haberler okumak insanı yaralıyor.
Bütün bunlar doğru. Bu açıdan bakıldıkça doktorlarımız haklı görünüyor. Ancak madalyonun bir de öteki yüzü var. Bendenize gelen mektuplar, mailler, telefonlar, hastalara kötü davranıldığı noktasında buluşuyor. Vatandaş, hastanelerde önemsenmediğini düşünüyor…
Hırpalandığını, aşağılandığını, küçümsendiğini söylüyor. İdarecilerden, doktorlardan, sağlık personelinden şikâyet ediyor.
Daha da kabul edilemezi, başörtülü hastaların şikâyetleri: İtilip kakıldıklarını söylüyorlar…
Psikolojik bir yansıma da olabilir, ama başörtülü oldukları için kötü muameleye maruz kaldıklarını düşünüyorlar. Doktorundan kapıcısına kadar, hastane personeli tarafından incitildiklerini öne sürüyorlar.
“Kolum kırıldığı için hastaneye gitmiştim” diye başlıyor bir hanımefendi mektubuna; “kayıt eziyet, röntgen eziyet, her şey eziyet… Ama yüreğimi en çok acıtan doktorun tavrı oldu. Kolumu uyuşturmaya gerek görmeden kırığı oturtmaya çalışırken duyduğum acıdan dolayı bağırdıkça, o da bana bağırıp durdu. Bana ve beni susturmadığı için eşime.. Bu muameleyi hakketmedim. Açık başlı, makyajlı bir bayan olsaydım, böyle acıtıcı bir muameleye maruz kalmayacağımı düşünüyorum…”
Şikâyet sahipleri aşırı alınganlık gösterip yanlış değerlendiriyor olabilirler. İnşallah yanlış değerlendiriyorlardır. Ne var ki; bu kabil mektuplar üç-beş tane değil; her gün bu mealde onlarca mail ve mektup geliyor…
İddialar parlak sloganlarla, yahut “fedakâr doktorlarımız” edebiyatıyla geçiştirilecek türden değil. Kaldı ki; bu konuda benim de bazı gözlemlerim var.
Bugünlerde bazı konular çok hassas. İnsanlar aşırı derecede alıngan duruma getirilmişler. Böyle zamanlarda herkesin dikkatli olması gerekiyor. özellikle doktorların, sağlık personelinin ve hastalara kurumsal hizmet veren müesseselerin her zamankinden daha toleranslı olması lâzım…
Bu çağda kıyafet ve siyaset ayırımı yapmak, en azından etnik ayrımcılık yapmak kadar ilkel ve çirkindir! Bu konuda en hassas, yerine göre en toleranslı olması gereken meslek grubu da sağlık personelidir.
Onlardan doğru yaklaşım beklemek, onlara ihtiyaç duyan her vatandaşın en doğal hakkıdır.
NOT: Bugün saat 16.00’da Fatih Gençlik ve Spor Müdürlüğü Konferans Salonu’nda (Şehzadebaşı semtindeki Şehzade Camii’nin karşısı) “İstiklâl Marşı ve çanakkale Zaferi” konulu bir konferansım var. Herkesi bekliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi