Teröre bir daha mı boyun eğeceğiz?

Teröre bir daha mı boyun eğeceğiz?

Türkiye’yi yaşadığı krizlerden dolayı suçlamak kolay. Nihayetinde yakın bir tarihe kadar bırakın dünyayı, kendi yanı başındaki gelişmelere bile gözünü kapatan bir ülkeden söz ediyoruz. Oysa her nedense, olup bitenin asıl sorumlularına bakmayı unutuyoruz.

ABD Başkanı Barack Obama, başkanlık koltuğuna otururken verdiği mesajlar, daha doğrusu onun dönemiyle ilgili yaratılan algı; kriz ve çatışma alanlarında ‘barış’ havası estirmişti. Mısır ve Türkiye’de yaptığı konuşmaların bu çıtayı daha da yükselttiğini hepimiz hatırlıyoruz. Dünya, Obama’nın etrafında oluşan bu büyük beklentileri, daha ortada somut hiçbir adım yokken ‘Nobel Barış Ödülü’yle taçlandırdı.

Başkanlık koltuğuna oturduğu ilk günlerde, ekibindeki ‘neo-con’ ağırlığı kafaları karıştırmıştı. Ama imaj çıtası öyle yüksekti ki, çoğumuz bunun üzerinde durmadık.

***

Dikkatli gözlerden kaçmadığından eminim. Dün Obama üzerinden verilen mesajlar, barış beklentileri, Afganistan’dan İran’a kadar uzanan alanda çökmüş durumda. İşte asıl ilginç gelişme tam da bu noktada yaşanıyor. Dünyanın Obama’dan beklediklerini, kendi ilgi alanında gerçekleştirmeye soyunan ülke Türkiye.

İran’la ilgili, artık muhalefetin bile kabul etmek durumunda kaldığı tutarlı bir politika izliyor. Sonuçsuz ambargo girişimleri yerine, kalıcı ve somut öneriler getiriyor. Irak seçimlerinde dağılmış durumda bulunan pek çok grubu aynı çatı altında toparlamayı başardı. Bugün Irak denkleminde İran bir adım önde gibi görünse bile, Türkiye’nin hamlesi barışın olmazsa olmazı özelliğini koruyor.

Suriye’nin dünyaya açılan kapısı Türkiye ve bu süreç vizelerin kaldırılmasının ardından ciddi bir ekonomik entegrasyona dönüşme sinyalleri veriyor. Afganistan konusunda verdiği barış mesajlarını anında yutan Obama yönetiminin asker üstüne asker gönderme tezinin ne denli yanlış olduğu her geçen gün daha fazla anlaşılıyor.

Gazze’ye yönelik ambargonun kaldırılması başta olmak üzere, Filistin konusunda Ankara’nın gösterdiği duyarlılık, bugün ‘Arapçılık, Ortadoğululaşma’ gibi saçma sapan algılara kurban ediliyor. Ancak bu coğrafyanın en kadim sorunuyla ilgilenme konusunda hayli kararlı bir Türkiye var. Sıkça ‘Eğer Amerika Irak’a gelmek yerine Filistin konusunda hamle yapsaydı bölgede barış sağlanırdı’ tezini işleyenler, nedense Ankara’nın bakış açısını dikkate almıyorlar.

***

Gelelim bu hassas süreçte Türkiye’nin en fazla dikkat etmesi gereken soruna.

Hepsi Türkiye’ye komşu olan üç ülkede ve bizde milyonlarca Kürt yaşıyor. Bunların farklı biçimlerde ifade edilse de yaşadıkları ülkelerle sorunları var. Dahası; gecikmiş, zamansız, ilkel ya da nasıl tarif edilirse edilsin, Kürt ulusalcılığı ciddi boyutlara ulaşmış durumda. Bu durumun kendi içinde farklı düzeylerde bağımsızlık talebi barındırdığını da unutmayalım.

Türkiye’nin coğrafyasına ciddi bir ilgiyle bakmasıyla birlikte terörün tırmanması elbette doğrudan ilişkili.

Öneriler havada uçuşuyor. Malum tez, geçmişte olduğu gibi uluslararası merkezlerin terör, ekonomi ve benzeri araçlarla oluşturduğu kuşatmaya boyun eğip, bölgeye ve dünyaya olan bakışınızı tekrar eski kodlarına döndürmek.

Türkiye bu korku çemberini kıramadığı sürece büyük güç olmak bir yana, bunun sözünü bile edemeyecek bir yerde duruyor. Onun için Kürt meselesi hassas. Onun için açılımla başlatılan süreci acilen yeniden ele almak, dağınıklığı toparlamak, çelişkileri gidermek gerekiyor.

Evinize barışmak için çağırdığınız düşmanınızı, yedirip içirdikten sonra polise teslim ederseniz bir daha kimse size güvenmeyecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi