Neden ‘Hayır’ diyorlar?

Neden ‘Hayır’ diyorlar?

Neden bazı siyasi partiler, yaşadıkları tüm acılara, çektikleri bunca çileye, hatta gördükleri işkencelere rağmen referandum konusunda olumsuz bir tavır içindeler? Bunu anlamak aslında o kadar da zor değil.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ı 12 Eylül rejiminin işlediği cinayetler karşısında sahte gözyaşı dökmekle suçlayanlar, acaba o gündeme getirmeseydi, Erdal Eren’i, Necdet Adalı’yı, Mustafa Pehlivanlıoğlu’nu ne zaman hatırlayacaktı?

CHP’nin önceki genel başkanı Deniz Baykal, 12 Eylül’ün acımasız çarkları işlerken neredeydi? Hangi dava arkadaşının mahkemesine yardımcı oldu? Solcular inim inim inlerken kendisi neyle meşguldü? Yoksa bir büyük holdinge danışmanlık mı yapıyordu? Sakın kendisini bir gecede siyasi tarihe yollayan Önder Sav’ın yıllarca danışmanlık yaptığı holding de aynı olmasın!

Dersim katliamı üzerine bir öyle bir öyle diyerek genel başkan olan Kılıçdaroğlu, şimdi hangi hesaplaşmadan, hangi vicdandan söz ediyor?

Peki MHP lideri Devlet Bahçeli, 12 Eylül’de neredeydi? Yargılandı mı, mahkeme mahkeme koşturdu mu? Ömrünün en güzel yıllarını cezaevinde geçirdi mi?

Bugün ‘müsvedde’ diye tarif ettiği ülkücüleri anlamasını niye bekliyoruz ki!

***

27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat.

Örnekler artırılabilir. Ancak özellikle bu üçü, Türkiye’de sadece siyasi hayatın değil, topyekun kurumların, partilerin ve toplumsal algıların olağanüstü ve hukuk dışı yöntemlerle dönüştürüldüğü tarihler. Başka bir ifadeyle, Türkiye’yi yöneten aklın, dünyayı okuma ve algılama konusunda siyaseti bir kenara iterek işi kendi yöntemleriyle kotardığı tarihler.

Bugün bazı kesimlerin olup biteni anlamakta güçlük çekmesi biraz da bu modelden kaynaklanıyor.

Değişim dinamiklerini, askeri darbelerle ya da hukuk dışı mekanizmalarla yönetmeye kalkışan, dünyayı böyle okuyan; ancak her defasında eline yüzüne bulaştıran bir ülkede, ilk kez ciddi bir dönüşüm hamlesi sivil irade eliyle şekilleniyor.

27 Mayıs’ta sistemin ‘gizli patronu’ haline gelen yargının tepkisinde ya da bir siyasi parti olmaktan çok devlet kurumu özelliği ile yola devam etmek isteyen CHP ve MHP’nin öfkesinde bunu görmek mümkün.

‘Bunu bir demokrasi sınavına dönüştürmeyin’ diye gazete köşelerinde siyasi partilerden bile önce davranıp ‘hayır’ kampanyası başlatanların gözden kaçırdığı gerçek de bu.

Değişimi ‘devlet’e havale edip konforunu devam ettirmeye alışan çevrelerin, bu defa süreci siyasetin ve sivil dinamiklerin yönetmesinden rahatsız olmaları elbette şaşırtıcı değil.

Kuşkusuz itirazları sadece yönteme değil.

Çünkü siyasi iradenin bir yandan hukuk dışı mekanizmaları tasfiye eden bir kararlılık göstermesi, diğer yandan tüm olumsuzluklara rağmen ‘demokrasi’ çıtasını yükseltme çabasını sürdürmesi, bu tür çevrelerin beklentilerini boşa çıkarıyor.

Sürecin gayrı meşru yöntem ve aktörler eliyle yönetildiği dönemler, toplumsal dinamiklerin temsili bir yana, sistem dışına itildiği sonuçlar üretti.

***

12 Eylül 2010 tarihinde ortaya nasıl bir tablo çıkar?

Herkesin kendi bulunduğu cepheden buna verecek bir cevabı var elbette. Bugün itibarıyla referandumda ‘evet’ oylarının daha fazla çıkacağını düşünenlerdenim.

Ama şundan daha fazla eminim. Bu referandumdan çıkacak sonuç ne olursa olsun, Türkiye’de geleneksel devlet yapılanması değişim kulvarına girmiştir. Çıkacak hiçbir sonuç bunu geriye götüremez.

27 Mayıs’ın, 12 Eylül’ün ve elbette 28 Şubat’ın dayattığı hukuk dışı yapılanmaların sonu gelmiştir.

Gerisi teferruattır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi